Yazar Sevim Yılmaz soruyor: Bizden sonra otizmli çocuklarımız ne olacak?
Bugün 38 yaşında otizmli kızı olan Sevim Yılmaz kızıyla yaşadıklarını yazdı. Otizm konusunda bilgi açlığı çekenlere yaşadıklarını aktararak yol gösterdi.
Otizmli çocuklara aileleri bakıyor. Ailede de bu iş genellikle annede oluyor. Ülkemizde ailelerin kendilerinden sonra çocuklarını emanet edecekleri güvenilir ortamların olmadığına dikkat çeken Sevip Yılmaz, bunun çok önemli bir sorun olduğunu belirtiyor. Yedi kitabı bulunan Yılmaz’la otizmli çocuklar, anneleri, istimara uğramış çocukları ve ailelerini konuştuk.
- Konuya iki kadın kitabınızla başlamak isterim. Biri otizmli kızı ile yaşayan bir kadının verdiği yaşam kavgası, diğeri aile içi şiddete ve tacize maruz kalmış, travmalarını onarmaya çalışan başka bir kadın. Ve de mektuplaşmalar. İlk bakışta mekân ve zamandan bağımsız bir kurgu gibi görünse de bazı yerlerde bunu hissediyoruz. Konuyu ve kurguyu bize açar mısınız?
Tabii ki. Aslında iki kadın adı kitabımın ana karakteri olan iki kadın ve konusu, gerçek yaşanmışlıklardan alınan kesitleri içeriyor. Otizmin hayatlar üzerinde nasıl bir etki yarattığını, her otizmli bireyi ayrı ele almak gerektiğini, her birinin farklı etkileşim içinde olduğunu bilsem de, ben ve otizmli kızımla yaşadıklarımızı anlatarak aynı veya benzer davranışları çocuklarında gören ailelerin hazırlıklı olmaları gerektiğine inandığım için yazdım. Ayrıca bu çocuklar için erken teşhisin ve erken eğitime başlamasının çok önemli olduğunu, geç kalınan her günün kayıp olduğunu zaman içinde öğrendim. Ne yazık ki otizmin adını dahi işitmeyen birçok insanın varlığını da biliyorum. O kişilere kitaplarımla ulaşabilmeyi umuyorum.
- Otizmli çocukların sorumluluğu ağır elbette diğer çocuklara göre. Bu özel çocukların sorumluluğunu ailede genellikle kim üstleniyor?
Otizmli evlatların sorumluluklarını aile içinde genellikle anneler üstleniyor; üstlenmek zorunda kalıyorlar demek belki daha doğru olur. Bu surumu anneler için çok üzücü, çok yakıcı olduğunun bilinmesi gerek.
Doktor, eşimi kaybettiğimi söylediği an ilk aklıma gelen “Bana da bir şey olursa kızım ne olacak?” sorusu oldu. Benim için çok değerli olan eşimin üzüntüsü ikinci planda kaldı. Ülkemizde ailelerin kendilerinden sonra çocuklarını emanet edecekleri güvenilir ortamların olmaması da çok önemli bir sorun.
Kitaptaki ikinci kadın karakter ise bir dönem tesadüfen tanıştığım ve kısa sürekli tanışıklığımız sırasında bana hayatını anlatan kişidir. Anlattığı yaşanmışlıklarını yazmamı ama kimliğini açık etmememi istemişti. Ülkemizde her gün okuduğumuz gazetelerin üçüncü sayfalarında okuduğumuz görsel basında haber olarak sunulan aile içi taciz olaylarına tanık oluyoruz. Bu üzücü olaylar hem yaşayanı hem işiteni olumsuz yönde çok etkilediği için kitabımda bu yaşanmışlığa yer vermek istedim.
KARANLIKTA EL YORDAMIYLA
- Yazma serüveninize, başlangıç noktasına bakarsak; otizmli kızınızla bir hayatı paylaşıyor olmanız ve yalnızlığınız mı etken oldu diye merak ediyorum?
Kızım bugün 38 yaşında. Otizm teşhisi konduğunda kendimi karanlığın içinde buldum ne ben ne de çevremde hiç kimse otizmin adını dahi işitmemişti. Görüştüğüm doktorlardan bile bu konuda hiç bilgisi olmayanlar vardı. Ben yıllarca o karanlığın içinde el yordamı ile yolumu bulmaya çalıştım. Bu konuyu içeren kitap aradım bulamadım.
Kızımla yaşadıklarımı yazarsam benim gibi otizm konusunda bilgi açlığı hisseden çaresiz insanlara otizmin ne olduğunu öğrenebilecekleri kitap bulabilirler diye kollarımı sıvadım. Zaman içinde otizmli çocukların aynı kalıptan çıkmış gibi, aynı özellikleri taşımadıkları, otizmli olmayan kişilerin farklı zekaya, becerilere ve özelliklere sahip oldukları gibi otizmlileri de birey olarak anlamak ve tanımak gerektiğini öğrendim. Bazı davranışlar az veya çok her otizmlide görülebiliyor. Kızımda görüp anlattığım davranışlarının tek birini dahi çocuğunda gören insanları uyarmış olacaktım. Zaten bu yazma isteğimin tek sebebiydi diyebilirim.
- Toplumsal yaramız olan çocuklara yapılan istismar! Ben de her platformda dile getirmeye gayret ediyorum. Hatta çığlık atıyorum. Sizin, Yapma adındaki kitabınız da bu konuyu işliyor. Onları dinlemek nasıl bir his?
İstismar, taciz sözcükleri beni her dönemde rahatsız etmiştir. Özellikle çocukların istismarını kabullenemiyorum. Çevremde, ailemde böyle bir olay olmadı. Zaten duyarlı olmak için istismarı birebir yaşamak gerekmiyor. Gün geçmiyor ki bu konuda yaşanmış bir haber işitmeyelim. Anneyim, iki evladım var. O çocukların annelerinin yerine kendimi koyuyor, her bir haberde çılgına dönüyorum.
Birey olarak ne yapabilirim diye düşündüm; sadece yazabilirdim. Yazdım! Yapma adlı kitabımı yazarken psikolog bir yakınımdan çok yardım aldım. Tacize ve istismara uğramış çocuklarla ilgileniyor, onlara ve ailelerine danışmanlık yapıyordu. Sadece bilime, eğitime önem veren inanan bir kişiyim. Okurlara yanlış mesaj vermemek için kitap yayımlanmadan onun onayını aldım. Kitabı yazarken çok zorlandığımı söyleyebilirim. Tacize uğramış bir çocuğu gerçek hayatta dinleyebilecek cesareti gösterebilir miyim, emin değilim.
‘KAYIP VE KAZANÇ İKİZ KARDEŞTİR’
- Bu acılar yüzünden hayatın anlamını ıskalıyor muyuz sizce?
Çoğu zaman hayatın anlamını sorgularız. Bu konuyu her birey farklı algılayıp farklı anlamlar çıkartabilir. Yani hayatın anlamı, konusu bireylere özgü değişkenlik gösterip, farklı bakış açıları sunabiliyor. Aslında kendi bakış açımız ile kendi hayatımızın anlamını belirliyoruz.
Dostoyevski'nin Suç ve Ceza, Franz Kafka'nın Dönüşüm adlı kitabı bu konuda insanı düşünmeye iten kitaplara örnek olabilir.
Arthur Schopenhauer’in hayatın anlamı adlı kitabından aklımda kalan bir iki bölümü paylaşmak isterim; “Bulutun önünde ve arkasında her şey pırıl pırıldır, sadece kendisi her zaman gölge düşürür. Bundan dolayı içinde bulunan an her zaman yetersizdir, ama gelecek belirsiz ve geçmiş geri dönülmezdir.”
Yine bir bölümünde “Eğlendiğimizde değil sıkıldığımızda zamanın farkına varırız” der.
Lev Tolstoy Hayatın Anlamı adlı kitabında “Kayıp ve kazanç ikiz kardeştir” der.
- Sizin hayatınızdaki en büyük zorluk ne oldu?
Benim evlenip, otizmli kızımı kucağıma aldığım andan itibaren hayatım hiç kolay olmadı. Rahatlığı unuttum diyebilirim. Ama zaman zaman tüm zorluklara rağmen hayatımın daha anlamlı olduğunu düşündüm. İsyan ettiğim zamanlarım olmadı değil, ama bu zor yaşam bana yedi kitap kazandırdı hem yazım aşamasında hem yayınlanıp elime aldığımda beni sarmalayan mutluluğu tarif edemem. Her kitabım yaşamımdaki tüm sıkıntıların arkada kaldığını duyumsattı. Sevgili kızıma da yazmaya onun sayesinde başladığım için her defa teşekkür ettim.
Hayatın anlamını ıskalamamak, acısıyla tatlısıyla dolu dolu yaşamaksa eğer, ben her iki tadı da olabildiğince tattım, tadıyorum sanırım.
NE YAPMALI!
- Hayatın kaçınılmaz olan, karşı duramadığımız çelmeleri ve beklentilerimiz bir an önce gerçekleşmesi, hayata geçirebilmek için gösterilen çaba! Bu tam bir paradoks ve de beraberinde çoğu zaman yanılgıları getiriyor! Ne yapmalı, sıradan hayatların içindeki insanlar nasıl aşmalı bunu?
İsteklerimiz, yaşamımızın en temel gereksinimlerinden biridir. Bunun için öncelikle hayal kurmaktan vazgeçmemeliyiz. Kürek çekmeyi bırakırsak istediğimiz yöne gidemez, suyun bizi götürdüğü yere doğru sürükleniriz. Nereye gitmek istediğimizi, imkanlarımızı ne kadar zorlamamız gerektiğini düşünüp çaba harcamamız gerekir. Bir şeyi başarmak için çok çalışmak ve mücadele etmek kadar aynı zamanda inanmak da gereklidir. Başarılı insanlar önce kendine, sonra hayallerine inanarak çalışmaya başlarlar. Tembellikle başarı yan yana gelmez. İnsan kendine güvenmeli, endişelerini ve korkularını ardında bırakmalı!
İnsan olarak yanılgıya çok yatkınız. Yaşamımızın birçok dönemini yanılgılarımızla yüzleşerek geçiririz. Belki de bu yüzleşmelerle olgunlaşır, öğrenir ve doğruları buluruz. Özellikle insan ilişkilerimizde her şey istediğimiz gibi olmayabilir, yanlış beklentiler içine girebiliriz. Bu da bizim hayal kırıklığına uğramamıza, insan ilişkilerinde çeşitli sorunlar yaşamımıza neden olabilir. Hayal kurmaktan vazgeçmeyip beklentilerimizde özenli olmalıyız diye düşünüyorum.