Özbekistan’ın tarihsel ve kültürel mirası-2
Taşkent’teki iki günlük Özbekistan Kültürel Mirasları Üçüncü Uluslararası Kongresi’nin ardından uzmanlar ilgi alanlarına göre ikiye ayrılıyor. Arkeologlar ve İslam öncesi dönemle ilgilenenler Termez’e, İslam ve kitap sanatlarıyla ilgilenenler ise Buhara’ya doğru yola çıkıyor. İki gün sonra Semerkant’ta buluşup birbirimize gördüklerimizi anlatacağız...
AÇIK HAVA MÜZESİ TERMEZ
Tirmiz olarak da söylenen Termez, Özbekistan’ın güneydoğusunda küçük bir kent. Bugün küçük olduğuna bakmayın, birçok Helenistik ve Budist ören yerine sahip ve arkeoloji dünyası için hâlâ ortaya çıkartılacak birçok kültürel miras var. Ziyaretimiz sırasında önemli bir arkeolojik sitenin açılışına tanıklık ediyoruz: Aleksandriya.
Etkinliğin Termez durağının bilimsel açıdan en önemli bölümü, “Özbekistan-Medeniyetlerin Kesişme Noktası” başlıklı uluslararası arkeoloji ve turizm forumuydu. Forumda sunulan bildiriler, Orta Asya coğrafyası üzerinde kültürel varlıklar oluşturmuş Helenistik, Kuşan imparatorlukları ve Budizm’in etkileri üzerine yoğunlaştı. Oturum başkanlığını Prof. P. Leriche (Fransa Bilimsel Araştırma Merkezi CNRS onursal araştırma direktörü) yaptığı “Kuşan İmparatorluğu: Büyük Uygarlık” oturumunda Caner Karavit’in sunduğu bildirinin başlığı “Dunhuang’dan İstanbul’a Mogao mağaralarının seyahati” idi. Bu sunumda Prof. Karavit, kültür etkinliklerinden sorumlu rektör yardımcısı olduğu 2012 yılında, bir taşınmaz kültürel miras olan Dunhuang mağaralarının, diğer bir taşınmaz kültürel miras olan Tophane-i Amire içerisinde sergilenmesinin projelendirilmesi, zorlukları ve bize kazandırdığı geri bildirimleri aktardı.
Kiraz Perinçek Karavit, Caner Karavit
KAMPİRTEPE ALEKSANDRİYA
Amuderya nehrinin kıyısında bir Helenistik yerleşim olan ve karşısında Afganistan dağları bulunan tarihi kentin adı Aleksandriya. Burası, Özbekistan Kültürel Miraslar Projesi Bilim Kurulu Başkanı olan Edvard Rtveladze’nin uzmanı olduğu bölge. Aleksandriya, Büyük İskender’in buralara geldiği MÖ. 4. yüzyıldan MS. 1. yüzyıla kadar yerleşim olarak işlev görmüş. Şehir duvarı, kent kapısı, nekropolü, tapınağı, limanı ve deniz feneri olan kentte seramik atölyeleri de varmış. Aynı sitenin içerisinde, arkeologlar Helenistik dönem sonrası uygarlıklar olan Greko-Baktrian, Kuşan imparatorluklarıyla ilgili kültürel katmanlara da ulaşmışlar. Bölgede bulunan Zerdüşt, Budist ve Helenistik tanrılarla ilgili eserler bugün müzelerde sergileniyor. Bu antik sitenin Prof. Dr. Frederick Starr tarafından açılışına şahitlik etmek bizleri onurlandırdı. Aleksandriya ve bölgenin diğer antik kentlerine ait 27 bin tarihi esere evsahipliği yapan Termez Arkeoloji Müzesi, bu bölge hakkında araştırma yapanlar için bulunmaz bir nimet diyebiliriz.
Aleksandriya Antik Kenti
ÇARK MANASTIRI VE FEYAZTEPE
Diğer antik kent, eski Termez’e bir kilometre uzaklıktaki Feyaztepe, Karatepe ören yeriydi. Eski ismi Haya-Vihara yani “Çark Manastırı” olan (Budizm’deki kutsal çark) olan ve Budizm’in Orta Asya’daki önemli kutsal mekânlarından olan Feyaztepe, MS. 1. ve 7. yüzyıllarda bu dinin yayılmasında önemli rol oynayan tarihi kutsal sitelerden birisi. Bu arkeolojik alanda birçok Budist heykel, duvar resmi, Baktriyan gibi çeşitli dillerde yazılmış kayıtlar bulunmuş. Bir açık hava müzesi olan Feyaztepe bölgesi tamamen Gandara sanatından etkilenmiş olup, Budist sanatın Güney Asya’ya yayılmasından, Çin bölgesine ulaşmasına kadar çok etkili olmuş. Elbette ki bunun en önemli nedeni İpek Yolu’na yakın olması. İpek Yolu’nu -biraz da Çin’in Yol-Kuşak projesi bağlamında olsa gerek- öyle özümsemişler ki her yerde izine rastlamak mümkün. Örneğin, kaldığımız otelin adı ‘Koravan Soray’ yani Kervansaray’dı ve otelin planı ve düzenlenmesi de bir kervansaray gibiydi.
REYHAN KOKULU KENT BUHARA
Termez’deki grup antik kentleri dolaşırken diğer grup Afrasiyab ismini verdikleri hızlı trenle Buhara’ya doğru yol alıyor. IRCICA Başkanı Prof. Dr. Halit Eren hocamızın eşi Güzin Eren Hanım’la sıcak sohbetimiz, hızlı trenin hızını artırıyor, yol çabucak bitiveriyor.
Buhara’nın çöl sıcağından reyhan kokuları havalanıyor. Kentin masalsı mat toprak sarısı, Urfa’yı andırıyor. İstanbul’un merkezi Leb-i derya ise, Buhara’nın merkezi Leb-i Havuz. Ortada yer alan dikdörtgen bir havuzun çevresine konumlanmış kent merkezi. Suya doğru eğilmiş söğütler ve çeşit çeşit ağaçlarla serinliyor gölgeler. Havuz çevresinde üç anıtsal yapı yer alıyor: Buharadaki en büyük medrese olan Kukeldaş Medresesi (1568-69), Nadir Divanbeyi Hanı ve Nadir Divanbeyi Medresesi (1619-20).
Havuz çevresindeki restoranlardan müzik sesleri yükseliyor. Dikkatli dinleyince sözleri anlayabiliyorsunuz, canlar cananlara kavuşuncaya dek insanlarımızda yüzyıllardır hep aynı dertler: “ Beri gel; canımın cananısın beri gel; avazı bülbül, saçları sümbül.”
NASRETTİN HOCA BAYRAMI
Kent merkezinde tanıdık bir simaya rastlıyoruz: Nasrettin Hoca. Burada 1 Nisan Nasrettin Hoca Bayramı olarak kutlanıyormış. Neden 1 Nisan seçilmiş bilemiyoruz ancak, tam doğu ve batının karışımı olmuş. Yüzyıllardan beri tam da iki kültürün harmanlandığı yer olan Buhara’da, şakayla özdeş günü batıdan, şaka figürünü doğudan almışlar. Hoca’nın Buhara’da yaşamış olduğu söyleniyor; orasını tam bilemiyoruz ancak heykeline bakılırsa Hoca Buhara’da yaşarken eşeğine düz biniyormuş sanırız...
Nasreddin Hoca
ÇİÇEK DÜRBÜNÜ GİBİ TAVANLAR
Buhara’da Bahaattin Nakşibendi’nin türbesini geziyoruz. Gözlerimiz hep havada, tavanlarda. Binaların tavanlarında muhteşem bir ahşap işlemeciliği var. Çiçek desenlerine “islimi” deniyor. Her bölüm başka güzellikte bir çiçek bezemesi. Hepsinin birleşimi alışılmışın dışında bir estetik uyum sergiliyor, bir çeşit çiçek dürbünü (kaleydeskop) gibi.
Bir sonraki durağımız İsmail Samani Mozolesi. 905 yılında tamamlanmış olan bu bina, toprak tuğlalardan yapılmış bir mimarlık harikası. Bu küçücük yapının içinde mükemmel bir geometrik düzen, harika bir ışık ve akustik var. Anlatılanlara göre Cengiz Han’ın ordusunun Buhara’da yıkmadığı üç binadan birisi burasıymış. Yöre halkı bu kutsal mekânı bir şekilde gömerek saklamayı başarmış.
Ark Kalesi, geniş ve boş bir meydanın ortasında tüm heybetiyle yükseliyor. Buhara hanlarının oturduğu kale, yer yer restorasyonlar yapılmış. İlginç olan, bu çalışmalar sırasında kalenin bulunduğu yerde, MÖ 4. yüzyıla ait sur duvarlarına rastlanması.
GÖZYÜZÜNDE MAVİ BONCUKLAR
Buhara’dan akıllarda kalan en etkili mekân birçokları için Poi Kalon Kompleksi. Burası bir meydanın çevresinde yer alan Kalon Minare, Mir Arap Medresesi ve Kalon Camisi’nden oluşuyor. Bunlardan en eski yapı olan Kalon (Büyük) Minare, 1127 yılında yapılmış. Karahanlı Arslan Buğrahan döneminde Usta Bako tarafından yapılmış sade ve heybetli minarenin boyu yaklaşık 47 metre. Miri Arab Medresesi 1530’lu yıllarda, Buhara’nın en büyük camisi Kalon Camisi ise 1514 yılında tamamlanmış. Gerek Buhara’da gerekse Özbekistan’ın başka kentlerinde medrese, cami veya diğer yapılarda gördüğümüz camgöbeği kubbeler, kavruk sıcak kentlerin gökyüzünde mavi boncuklar gibi duruyor.
Buhara’nın kadim sokaklarında kadim zanaatlarle uğraşan ustaların küçük dükkânlarının sıralandığı sokaklarda etrafımıza baka baka dolaşıyoruz. Bir yerde geleneksel kıyafetli Özbek bebekleri satanlar, diğer yanda baharatçılar, leylek şekilli makas ve bıçak bileyenler, atlas kumaşları, geleneksel başlık “doppi” satanlar, “suzanni” nakış işlemeli örtüler, müzik aletleri, ahşap oyma kutular derken, Nadir Divanbeyi Hanı’nın etkileyici atmosferinde, leziz yemekler eşliğinde kâh defile izleyerek, kâh müzik ve dans ziyafetinin tadını çıkartarak günü kapatıyoruz...
SEMERKAN’TA KUŞLAR NE ZAMAN UYUR?
Eski adı Marakanda olan Semerkant’a iner inmez yine her yerdeki gibi karnaylar eşliğinde nan-halva ikramıyla karşılanıyoruz. Bu kentle ilgili şöyle bir efsane var: Marakanda’ya ilk geldiğinde bir tepe üzerinden kente bakan Büyük İskender şaşırarak şunları söylemiş: “Gelmeden önce Marakanda’nın güzelliği hakkında hocam Aristoteles’le konuştum, fakat buranın bu kadar güzel olduğunu tahmin etmezdim.”
Büyük İskender’inki efsane, bizimki gerçek: Semerkant’ın koca koca ağaçlarının yapraklarının arasına gizlenmiş kuşlar sanki nöbete durmuş, geceleri bile ötüyorlar... Aristoteles’e bir felsefi soru daha çıkartıyoruz, hem de derin: Ne zaman uyur acaba Semerkant’ın kuşları? Hocalar bile bilemeyebilir bazı soruların yanıtlarını...
İMAM BUHARİ MERKEZİ
Semerkant’ta İmam Buhari adına yeni bir araştırma merkezi kurulmuş. 810-870 yılları arasında yaşamış ünlü hadis alimi Buhari’nin mozolesinin de bulunduğu geniş kompleksin temelleri, 2016 yılında Özbekistan Devlet Başkanı Şevket Mirziyoyev tarafından atılmış. Hadis, Tefsir, Fıkıh ve Kelam konularında araştırmalar yürüten Merkez, uluslararası bilimsel işbirliği anlaşma ve projeleri, yayınlar ve çalışmalar ile çeşitli etkinliklere sahne olmuş. Merkezde Müze, Elyazmaları, Kütüphane ve Enformasyon, Yayınevi bölümleri bulunuyor. Tüm bu etkinlikler, Uluslararası Danışma Konseyi’nin himayesinde yürütülüyor.
Özbekistan Kültürel Miras Haftası’nın İslam araştırmalarına yoğunlaşan konferansı, 25 Ağustos’ta “Yüzyılların Derinliğinden Gelen Işık” başlığı altında bu araştırma merkezinde gerçekleşti. Hat sanatında uzman olan Özbekistan Bilimler Akademisi Başkan Yardımcısı Behram Abduhalimov’un açılış konuşmasıyla başlayan konferans, “Kitap sanatı ve sanattaki kitap: Maveraünnehir’in yazılı mirası” ve “Uygarlığın bir parçası olarak İslam dünyasında mimarlık ve sanat” olmak üzere iki paralel oturumda gerçekleşti. Kiraz Perinçek Karavit’in “14-15. yüzyıllarda Maveraünnehirli bir ressamın kağıt kullanımına ilişkin düşünceler” başlıklı sunumu, kitap sanatlarıyla ilgili birinci oturumda yer aldı.
İmam Buhari Merkezi
İPEK YOLU PARKI: BOGİ ŞAMOL
Yoğun geçen günün akşamında kendimizi evvel zaman içinde Timurlenk’in yedi ünlü bahçesinden birinde, Bogi Şamol’de buluyoruz... Burası bir tematik park olarak tasarlanmış, açılışına katılma keyfi de bizlere nasip oldu. Sanki Emir Timur’un Marakanda’daki yedi ünlü bahçesinden birinin canlandırıldığı devasa bir açıkhava tiyatro sahnesindeyiz. Üstelik biz de misafir oyuncular gibiyiz... Bir yanda ipte cambazlar yürüyor, diğer yanda meyve satıcısı Timur’un zorba askerleriyle pazarlık ediyor, ekmek pişirenler, kumaş kesenler, çay ikram edenler, hokkabazlar, dans edenler... Konferans adeta geçmişte devam ediyor. Biz de bu canlı İpek Yolu sahnelerinden birinden girip diğerinden çıkıyoruz... Bir sahnede düğünde oynuyor, diğer sahnede biraz önce kıyasıya pazarlık edip zorbalığa boyun eğmeyen satıcının meyvesinden alıyoruz. Bunların ardından Emir Timur sahneye çıkıyor ve tebasına sesleniyor. Canlandıran Özbekistan’ın en tanınmış tiyatrocularından biriymiş... İpek Yolu rüyası müzik ve eğlenceyle son buluyor.
KÜLTÜREL MİRASI KORUMA
26 Ağustos’ta programda, Semerkant Forumlar Sarayı’nda yapılan “Maddi ve maddi olmayan kültürel mirasların korunması: Zorluklar ve stratejiler” başlıklı toplantı var. Açılış konuşmasını UNESCO Genel Başkanı Audrey Azulay’ın yaptığı konferansın konuları özellikle maddi mirasları içeren yazma eserler ve mimari yapı elemanları üzerine idi. Konferansın konusu doğrultusunda bu eserlerin korunmasında önemli rol alan en son koruma, klonlama, arşivleme tekniklerinin ileri teknolojilerle nerelere geldiğini ve bunların kültürel mirasların korunmasında ne kadar önemli rol oynadığına tanık olmak bizleri heyecanlandırıyor. Kültürel mirasları koruma mühendisliğinin sadece bir uzmanlık alanı değil, profesyonel bir meslek olduğu konusunda da artık şüphe yok. Yeni öğrendiklerimizi kendi ülkemizde hangi alanlarda nasıl uygulayabiliriz konusunda kafa yormaya başlıyoruz.
REGİSTAN MEYDANI
Gecenin karanlığında ışık tasarımlarının haşmetiyle parlayan Registan Meydanı’ndaki “Şark Toranaları” yani ‘Doğu Melodileri’ geleneksel Özbek Dans Topluluğu tarafından muhteşem bir gösteriyle gerçekleştirildi. “Şark Toranaları” UNESCO’nun Kültürel Miraslar Listesi’ne girmiş ve iki yılda bir Semerkant’ta düzenleniyor. Özbek danslarının muhteşemliği bu bölge halklarının oldukça eskilere dayanan dans ve müzik yeteneklerini görme fırsatı sundu tüm katılımcılara. Uygur danslarını da çağrıştıran Özbek dansı Uygur makamlarından farklı olarak, daha keskin iniş ve çıkışlı ritme sahip olması. Müzik yükselerek sizi yukarıda bir yerlere taşıyor, kalbinizi hızlandırıyor, sanki zirvede patlayacak diye beklerken yavaş yavaş geri çekiliyor. Yani içinizde bir çığlık biriktiriyor, ama alıştığınız gibi bir nefeste atamıyorsunuz... Sizi sürekli bir beklenti içine sokarak bambaşka bir arayış heyecanı ve bu arayışa bir bağlılık yaratan bu ilginç gelgitli tempoya, dansta keskin hareketler eşlik ediyor. Registan’ın üzerindeki dinamik ışık tasarımıyla uyumlu keskin ritimsel devamlılık sahnede yüzlerce kişiden oluşan dans ekibinin ve müzisyenin olduğu harika ekip çalışmasıyla muhteşem bir gösteriye dönüşmüş. Üç saatlik hareketli gösteri, izleyicileri sürekli yerinden kaldırarak dans etmeye teşvik etti. Laf aramızda Batılı misafirler bu konuda oldukça beceriksizdiler.
TİMUR MAVİSİ
Özbekistan Kültürel Miras Projesi Bilimsel Komitesi’nin tek bayan üyesi Frederique Beaupertuis-Bressand, 30 yıl önce Paris’te Timurlu Sanatı ve Tarihi Derneği’ni kurmuş. Fransız giyim zevkini Özbek geleneksel motifleriyle çok güzel harmanlayan Bayan Bressand’ın her kıyafetinde mutlaka mavi bir öğe dikkat çekiyor. Hiçbir şey yoksa, saatinin kayışı masmavi. Semerkant’tan Taşkent’e dönerken trendeki sohbetimize “Maviyi seviyorsunuz galiba” diye başlıyoruz, hemen yanıt veriyor: “Timur’un mavisi bu, sevmek ne kelime, bayılıyorum!” Gerçekten de Timurlu dönemi mimarisinin karşı konulamaz bir cazibeyle öne çıkan bir mavisi var. Afrasiyab adı verilmiş hızlı tren raylarda akarken, arkada Semerkant’ta bıraktığımız camgöbeği kubbeleri düşünüyoruz...