Piyasalaşan aşı
Son yirmi yıl, dünyada biyoteknolojinin çok hızlı geliştiği bir dönemdir. Bu gelişmeler aşı üretimine de yansımış ve bir yandan rutin bağışıklama programında kullanılan aşılar yeni teknolojiyle üretilirken, diğer yandan yeni aşılar üretilmeye başlanmıştır. Sağlık politikası açısından bu yıllar aynı zamanda dünyada sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesini hedefleyen "sağlık reformlarının" gündeme geldiği dönemdir. Ülkemizde de özellikle 1990'ların başından itibaren Dünya Bankası destekli sağlık projeleri uygulamaya konulmuştur. Reformlar çerçevesinde sağlık için kamu maliyetlerinin sınırlanması, yabancı kaynak desteğinin arttırılması, sağlık sektörünün piyasalaştırılması, desantralizasyon, hastanelerin işletmeleştirilmesi, kamu hizmetlerinde sözleşme uygulanması, özel sağlık sigortaları ve toplum finansmanı tekniklerinin geliştirilmesi gündeme gelmiştir. Kamu sağlık hizmetlerinin zayıf düşürülmesi, sağlık hizmetlerinin gizli ya da açık biçimde özelleştirilmesi ön plana çıkmıştır.
ÜRETİM DURDU İTHALAT BAŞLADI
Ülkemizde 1990'lı yıllarda aşı ve serum üretimi konusunda çok sınırlı şeyler yapılabilmiştir. 1990-1994 yılları arasında DSÖ'nün önerileri doğrultusunda viral aşıların potens, identite ve stabilite kontrollerinin yapılması, 1992 yılında ilk deneysel adsorbe tetanoz aşısı üretiminin gerçekleştirilmesi, 1995 yılında yeni aşı üretim tesisleri master planının hazırlanması ve aynı yıl tetanoz laboratuvarının modernleştirilmesi, 1999 yılında fermantör teknolojisiyle tetanoz toksoidi üretiminin gerçekleştirilmesi, 2000 yılında pilot adsorbe tetanoz aşısı üretimi, 2001 yılında adjuvant geliştirme çalışmalarının başlatılması bunların arasında sayılabilir. Aşı serum üretiminin devlet tarafından kamusal bir sorumluluk olarak görülmemesi, yapılabilenleri birkaç iyi niyetli çabaya indirgemiştir. 1996 yılında DBT ve Semple tipi kuduz aşılarının, 1997 yılında ise BCG aşısının üretimi durdurulmuştur. Biyoteknolojideki gelişmelerin izlenmemesi, Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü Aşı Serum Üretimi Merkezine yatırım yapılmaması, işgal altındaki İstanbul'da aşı ihraç eden bir ülkeyi, aşı ithal eden bir noktaya geriletmiştir. Devlet eliyle kamu kurumlarının zayıflatılması, ne yazık ki burada da sahneye konmuş ve aşıda dışa bağımlılık gündeme gelmiştir.
Biyoteknolojide kaydedilen sıra dışı gelişmeler aşı üretimi alanına da uygulanmış, bunun sonucunda Hemofilus influenza Tip B (Hib), hücresiz boğmaca, rekombinant hepatit B ve atenüe varisella gibi heyecan verici yeni aşılar üretilmiştir. Aşı üretiminde kullanılan temel bilimler bilgi birikiminin hemen tamamı, kamu araştırma kurumlarında geliştirilmiştir. Faz iki ve faz üç klinik araştırmaları ise, endüstrileşmiş ülkelerin büyük aşı firmaları tarafından gerçekleştirilmiştir. Yeni bir aşının lisans alabilmesi için yapılan yatırım yüz milyon dolarlar ile ifade edilmektedir. Aşı endüstrisi bu nedenle aşının piyasaya sürüldüğü ilk yıllarda birim fiyatını yüksek tutarak ve zengin, endüstrileşmiş ülke pazarına ürünü sürerek yatırımını çıkartma ve kar etme yoluna gitmektedir. Aşının metalaştırılması, aşı üretimine yönelik kamu kurumlarında üretilen ve geliştirilen bilginin, klinik araştırmalar aşamasında ne yazık ki endüstriye devredilmesi, deyim yerindeyse peşkeş çekilmesi, aşı gibi yaşamsal bir biyolojik ürünün kapitalist ekonominin pazar mekanizmalarıyla piyasaya sürülmesi demektir.
ÜRETİMİ PAZAR DİNAMİKLERİ BELİRLİYOR
Son on yılda büyük ilaç firmaları düşük kârlı geleneksel aşı üretimini azalttıkları için bazı aşılarda sıkıntı baş göstermiştir. Aşı üretimindeki azalmadan özellikle BCG, DBT, tetanoz ve kızamık aşıları etkilenmektedir. Aşı üreticileri, gelişmekte olan ülkelerde milyonlarca insanı öldüren HIV/AIDS, tüberküloz, sıtma gibi hastalıklara karşı aşı üretme gibi bir 'ticari istek' duymamaktadır. Örneğin HIV aşısı için yılda yaklaşık 600 milyon dolar yatırım yapılmaktadır, bunun büyük bir kısmı ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından finanse edilmektedir.
ENDÜSTRİ KÂRA YÖNELİYOR
Bu arada 1999 yılında HIV/AIDS tedavisinde kullanılacak ilaçların araştırmaları için Avrupa ve ABD'de 3 milyar dolar harcanmıştır. İlaç, hâlâ aşı pazarından daha kârlıdır. 1996 yılında basılan, sağlık araştırma geliştirme çalışmalarına yatırım raporunda DSÖ, sağlık araştırmalarının finansında bir terslik bulunduğuna değinmektedir. Bu çalışmanın yapıldığı dönemde akut solunum yolu enfeksiyonları, ishalli hastalıklar ve tüberküloz yılda yaklaşık olarak 8 milyon ölüme yol açmaktadır ve ölenlerin çoğu yoksul ülke insanlarıdır. Bu alana aktarılan araştırma fonu tahminen 99-133 milyon dolar civarındadır, bir başka deyişle dünya sağlık araştırmalarına ayrılan payın sadece binde 2'si bu hastalıkların araştırılmasına ayrılmaktadır. Buna karşılık yılda 218 bin ölüme yol açan astım araştırmaları için harcanan paranın 127-158 milyon dolar olduğu tahmin edilmektedir.
Son yirmi yılda kamu sağlık hizmetleri ciddi bir saldırıyla karşı karşıyadır. Ülkemizde genel bütçe içinde Sağlık Bakanlığı'nın payı hiçbir gerekçeyle açıklanamayacak kadar düşüktür. Bu oran uzun bir dönemdir yüzde 3 civarında seyretmektedir. Toplam sağlık harcamaları içinde koruyucu sağlık harcamalarının payı ise ancak binde dokuzdur. Geri kalan kısmı ise tedavi edici hizmetlere yönelmektedir. Devletin eliyle kamu sağlık hizmetlerinin zayıflatılması, teknik donanımdan yoksun bırakılması, gizli ve açık özelleştirme ve özellikle ilaç ve teknoloji transferi gibi alanlarda yabancı sermayeye tanınan olanaklar sağlık reform paketinin ana unsurlarıdır. Aşı üretimi de bu süreçten bağımsız değildir. Ne garip bir tesadüftür ki kendine yetecek düzeyde bakteri aşıları üretebilen bir ülkede, son yirmi yılda, aşı üreten kamu kurumuna yatırım yapılmayarak, teknik açıdan geri bırakarak, rekabet edemeyeceği noktada ithalatı gündeme getirerek bilinen bir oyun yinelenmiştir. Bu dönem; DSÖ ve Dünya Bankası destekli sağlık projelerinin, 'reform' adı altında ülkemize dayatıldığı dönemdir. Kamu sağlık hizmetlerine karşı açılan savaşta en büyük yaralardan birini de aşı üretimi almıştır.
AŞI ÜRETİMİ KAMU GÜVENCESİNDE OLMALI
Bağışıklama halk sağlığının temelini oluşturan hizmetlerden biridir. Bağışıklama hizmetlerinin sürekliliği ancak aşının sürekliliği ile olanaklıdır. O nedenle az gelişmiş ülkelerin kendi aşılarını üretmeleri, sömürgeci ülkelere 'pazar' olmamaları çok önemlidir. Ülkemiz üç yıllık aşı dış alım bedeliyle, ihtiyacı olan tüm bakteri ve virus aşılarını üretebilecek, çağdaş, teknolojiyle donatılmış aşı üretim kurumları kurabilecek durumdadır. Türkiye gibi ülkelerin önündeki tek çözüm kendi aşılarını üretmektir. Aşı üretimi kamunun güvencesinde olmak zorundadır. Aşı gibi yaşamsal bir üründe dışa bağımlılık asla kabul edilemez.
1980 sonrasında, ülkemizde geliştirilen tüm kurumlara saldırılmış, kurumlar etkisiz hale getirilmiştir. Bu saldırıdan sağlık da yaralı çıkmıştır; koruyucu hekimlik hizmetleri aksamış, temel sağlık hizmetleri veren kurumlar zaman içinde ilaç, tıbbi malzeme, aşı vs üretemeyecek duruma gelmişlerdir. Hıfzıssıhha kurumunun kapatılması ile aşı üreten bellekler de kapatılmıştır. Aşı üretimi ile ilgili bütün birikim heba edilmiştir. Küreselleşme, ulusal devleti koruyan tüm kurumları hedef almıştır. Aşı üretim bilgisi sınırlı kurumlar aşı üretme denemelerinde bulunmaktadırlar. Bu kurumlarda aşı üretim birikimi olmadığından çalışmalar dağınık yürümektedir. Sağlam, bağımsız, gerçekçi aşı politikaları oluşturmak zorundayız. Salgın yalnız insan sağlığını değil devlet stratejisini de olumsuz etkilemektedir. Tüm hekimlik hizmetleri kamu yararına verimli şekilde planlanmalıdır. Bugün aşıda geldiğimiz nokta, cumhuriyetin bize emanet ettiği noktanın ne yazık ki çok gerisindedir. Bu farkı kapatıp ileri aşamalara geçmek zorundayız. Sağlıkta ve aşıda yerli üretim şarttır.