Plana sadık kal: The Killer
2023 yılının sürpriz fakat bir o kadar da sessiz filmi ‘The Killer’ Netflix’te yayınlanarak izleyiciler ile buluştu. Samet Can Kocagür, filmi Aydınlık okurları için değerlendirdi.
Her işini severek izlediğim fakat son yıllarda beni hayal kırıklığına uğratan David Fincher’ın ‘The Killer’ (2023) isimli filmi Netflix’te yer aldı. Dijital platformların belki en abone yönetmeni olan Fincher, ‘Mindhunter’ (2017-2019) dizisiyle Netflix’teki yükselişini sürdürse de dizinin kısa süreli finalinin ardından çoğu sinemasever “David Fincher acaba bu tarz bir işle tekrar çıkar mı?” sorusunu zihnin bir köşesinde tutuyordu.
‘Se7en’ (1995), ‘Fight Club’ (1999), ‘Panic Room’ (2002), ‘The Curious Case of Benjamin Button’ (2008) ve 2014 yılında çektiği ‘Gone Girl’ filmlerini izleyenler aslında Fincher’ın hikâye anlatma tarzına hâkim olmuşlardır. Yönetmen bu filmlerinde genellikle psikolojik unsurları ustaca biçimlendirerek hikâye içindeki karakterlerin yapılarını birçok pencereden izleyiciye göstermesiyle dikkat çekmiştir. Fincher’ın hemen hemen her filminde bir suç ya da gizem etkisini sürdürmektedir. ‘The Killer’ da Fincher’ın sinematografisine çok da uzak olmayan perspektiften ele alınmış bir film olmuş.
Filmde ana karakterimiz olan bir tetikçinin öyküsüne bağlanarak yolculuğa çıkan seyirci filmin giriş sekansında yaklaşık 7 dakika kadar bir süre başrol oyuncusu Micheal Fassbender’in monologlarını dinler. Bu monologlarda ana karakterimiz bize kendisi, yaptığı iş ve hayat görüşü hakkında detaylı bilgiler vererek bir bakıma kendi içini bize dökmektedir. Bu sahnelerde yönetmen bize film akışı içinde soluklanacağımız boşluklara izin vermeksizin filme dair ilk bilgileri bir hap misali bize sunmaktadır. Bunun yanında karakterin gözlem deneyimi sırasında McDonald’s vb. gibi popüler kültür ürünlerinin pazarlamasını yaparak B sınıfı bir yaşamın temsilcisi rolüne kendisini de bürümesi dikkat çekmektedir.
Filmin devamında sık yapılan kesmelerle mekâna ve karakterin kullandığı araçlara dair birçok bilgiyi edinen seyirci, artık kendisini karakterle özdeşleştirerek ‘suç’ iklimine girer. Bu iklim içinde filmin başında öldürülmesi gereken adamı ıskaladığımızda bir anlık panik bizi gerilimin içine atarak nabzımızı zirveye çıkartır. Film içinde kamera açılarıyla da eşitlendiğimiz ana karakterin bu yolculuğunda bölümlere ayırılmış film parçalarında biz de ülkeler arasında gidip geliriz.
Sürekli dikizci bir seri katilin peşinden giderek profesyonel bir kaçışın rotasında kendimize yol buluruz. Seri katil hedeflerini, hedefleri uğruna varlığını değiştirmeyi göze alırken biz de koltuğumuzda oturarak onun hikayesini dikizlemeye koyuluruz. James Bond filmi izler gibi Latin Amerika’ya yolumuz düşer ve orada tıp ki Bond filmlerinde olduğu gibi ‘evimizin içine girildiğini’ görürüz. Bu ev içine girmek aslında metafor olarak da sinema tarihinde sık kullanılan bir gösterge olarak karşımıza çıkar. Mahreme girme, gizli sırlara ortak olma, en koruduğumuz ve herkesten sakladığımız hikâyeyi bulma yeri aslında evlerimizdir. Örneğin bir misafir evimize ziyarete geldiğinde ne kadar yakın olursak olalım bazı odalarımızı ya da eşyalarımızı ondan gizlemek isteriz. Eğer dışardaki kişi o gizli olanı görürse, kırılma noktası gerçekleşmiş sırlarımız ifşa edilmiş ve mahremimiz yerle bir olmuş olur. Bunun için böyle güçlü bir suikastçının evine girilmesi adeta ona karşı bir küfür gibidir. Zaten intikamın başlangıcı olarak seçilen bu olay arkasından getirecek cinayetleri de bir bakıma spoiler olarak bize sunmuştur.
Yine film içinde Enterprise, Eurocar, Hertz vb. gibi araç kiralama şirketlerinin gözümüze itilen ürün yerleştirmesini de eleştirmeden geçemeyeceğim. Zira bu durum aslında Netflix kültürünün dayattığı bir popüler kültür nesnesine dönüşse de ideolojik olarak tüketim toplumunun propagandasına araç olmaktadır. Zira zaten izlediğimiz film kapitalist merkezin başı Hollywood’un bir sunumudur. Bu açıdan bakıldığında aslında müthiş bir enstalasyon olarak filmde katil figürü tercih edilmiştir. Bu bile baktığımızda oldukça manidardır.
Neyse biz filmimizin hikayesine tekrar dönelim. Size çok fazla hikâyeyi anlatarak sıkmak istemiyorum. Zira ben film içinde yer yer oldukça sıkıldım 😊 Çünkü psikolojik gerilim ile başlayan bir film 20 dk sonra ‘Rocky’ hikayesine döndü. Bizim Fincher’dan beklediğimiz bu değildi ki! Sinemaseverler olarak biz gerçekten derinliği olan bir hikâyeye kendimizin dahil olmasını istiyorduk. Ama bir anda hikâyeden soyutlanarak dışarıya atıldık. Burada evet bir dördüncü duvar kırılıyor elbette fakat bu politik sinemaya değil tam olarak kapitalist sinemaya hizmet ediyor. Çünkü biz kaçma-kovalama hikayesi içinde aksiyon izlemeye evriliyoruz. Halbuki ana karakterimiz başta bize nutuk çekerek ‘Kimseye güvenme, risk alma, plana sadık kal, empati yapma” gibi öğretilerle kendi geçmiş hikayesinin tezahürlerini aktarıyordu. Ama Fincher ne yazık ki film içinde bu geçmişi bir çırpıda silerek bize geleceğe yönlendirdi ve sürekli olarak başımızı zorla istediği yöne çevirdi. Hayır tamam çevirdi ama baktığımız yer de aslında ne olduğu belirsiz amaçsız bir intikam hikayesiydi. Sonunda ne oldu dersiniz? Kahramanımız kızını aldı, havuz kenarında müziğinin tadını çıkardı! Bu size bir yerden tanıdık geliyor değil mi? Evet tam olarak Bond filmi bu! İyi ama bu adam kendini yaratanlardan bir intikam almadı ki? Bu adam tamamen kendi egosunu tatmin etmek amacıyla kendi varlığını baltaladı. Eee, tamam Dominik güzel yer olabilir villa da gayet iyi ama filmin arından hikayeyi böyle noktaladığımızda 3 ay içinde paralar suyunu çekip gittiğinde bu adamın öyküsü diye bir şey olmayacak ki :)
Sadede gelirsek final ne düşünmeye sevk ediyor bizi ne de derinliği olan bir hikayeyi “her şey çok güzel olacak” havasında bitiriyor. Tamamen Hollywood kodlarının belirlediği “patron mutlu son istiyor” kuralıyla Netflix’e yakışan bir iş çıkartıyor (!)
Filmi izleyip izlememek size kalmış fakat eğer bana sorarsanız izlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz… Açıkça söylemek gerekirse şimdiye kadar izlediğim en kötü David Fincher filmi diyebilirim. Bu arada ben de Brad Pitt olsam bu hikâyeyi kabul etmezdim :)
Her şeye rağmen keyifli seyirler dilerim. Haftaya daha güzel bir filmde buluşmak üzere….