Yandex
16 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Postmodern toplum ve işsizlik

Son 40 yıldır dilimize pelesenk olan 'postmodernizm' kavramı hayatımızın her aşamasında karşımıza çıkmaktadır. Burada konumuza girmeden önce 'postmodernizm' kavramı hakkında kronolojik bilgiler vermemiz, konunun anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

Postmodern toplum ve işsizlik
A+ A-
EYÜP ERGÜR

İktisadi anlamda 18. yüzyıl öncesine baktığımızda bu dönem toplumları klasik toplumlardı; yani tüketeceği kadar üretmeye kanaat eden bir toplum yapısı dünyamıza egemendi. Para istifçiliği gibi bir durum yoktu. 18. ve 19. yüzyıllarda hız kazanan sanayileşme ile birlikte köylerden şehirlere doğru bir nüfus hareketi akmaya başladı. Sömürgelerden gelen ucuz tarım ürünleri Avrupa kıtasındaki ülkelerin yerli tarımını tamamen bitirdi. Tarım sektöründe ortaya çıkan işsizler ordusu şehirlere doğru akmaya başladı. Artık fabrikalarda küçük çocukların dahi karın tokluğuna çalıştığı bir dönem yaşanmaya başlamıştı. Toplumsal gerilimler hat safhaya çıkmıştı.

MODA KÜLTÜRÜ

Birçok Avrupa ülkesinde işçi hareketleri ortaya çıkmaya başladı. Bu olayların sonucunda sendikalar kuruldu ve demokrasi alanında da ciddi gelişmeler oldu. II. Dünya Savaşı sonrasında ise Avrupa kıtası yeni bir döneme girmişti. Artık bu yeni dönemin adı “modern toplum” dediğimiz dönemdi; yani geleneksel ailenin yerini çekirdek aile almış, geçinmek için kazanmak yerine kâr maksimizasyonu ve para istifçiliği dönemi başlamıştı. Artık yeni ihtiyaçlar oluşturulmalı ve tüketim arttırılmalıydı. Kâr maksimizasyonu da ancak tüketimin artışıyla birlikte mümkündü. Böylelikle moda kelimesi hayata tüm acımasızlığıyla girmiş, ihtiyaç kelimesi yerini modaya bırakmıştı. Moda kültürü toplumların her tabakasına bulaşmış ve neticede insanlar bir tüketim canavarına dönüşmüştü. Marka, kalite ve ihtiyacın yerine geçmiş, çalışma hayatı neyi niçin tükettiğini bilmeyen bir toplumda bu dönemde yeniden kodlanmaya başlamıştı.

Tüketim kültürünün egemen olduğu bu toplum yapısına postmodern toplum denilmeye başlanmıştı. Postmodern toplumda ihtiyaç duyulan ve yetenekli olunan meslekler yerine popüler meslekler ön plana çıkmaya başladı. Popüler meslekler, insana zevk veren meslekler gibi görünse de işin içerisine girildiğinde karşılaşılan sıkıntılı durumlar şahısların mesleklerine yabancılaşmasını ve alanında verimli çalışamaması sonucunu doğurmaya başladı. Artık toplumda, topluma faydalı olan meslekler yerine, kişilere zevk veren meslekler ve para kazandıran meslekler ön plana çıkmaya başladı. Bu mesleklere karşı oluşan bir talep patlaması başka meslekleri seçen kişilerde de “Acaba yanlış mı yapıyorum?” algısının gelişmesine sebep oldu. Popüler meslekler, aynı zamanda zevk veren meslekler oldukları için bu heveslerin geçmesi neticesinde ise birçok insanın ilk başta zevk aldıkları mesleklerinden zamanla hoşnut olmamaları sonucu ortaya çıktı.

POPÜLER MESLEKLER

Popüler mesleklere karşı oluşan yoğun ilgi neticesinde bu mesleklere olan talep patlaması iş gücü piyasasındaki arz-talep dengesini de bozdu. Popüler meslekleri istihdam edecek bir ekonomik yapı olmayınca eğitimli işsizler ordusu ortaya çıktı. Alan çalışması yerini masa çalışması şeklinde algılanmaya bıraktı. Postmodern toplumda ortaya çıkan eğitimli işsizlerin istihdamı da büyük bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Birincisi bu insanları başka işlerde çalıştırmak kaynak israfı olacaktır, bununla birlikte o işlerde çalışanlar için bu ortamda işinden memnun olmayan ve mutsuz çalışan insanların bulunması, bu kişilerin çalışma şevklerini kıracaktır.

Çoğunlukla mesleğinden memnun olmayan ve çalışma şevki kırılan kişilerden oluşan bu düzen, bireyleri verimli çalışmaktan alıkoyacağı gibi, bu bireylerin ayrıca ailelerine ve sosyal ortamlarına da bu olumsuzluğu yansıtmalarıyla sonuçlanacaktır. Böylelikle farklı alanlardaki istihdam ve ekonomik ihtiyaçları dikkate alarak oluşturulması gereken ekonomik yapının eksikliği; yalnızca ekonomik anlamda değil, hem sosyolojik hem de psikolojik açıdan da toplum açısından önemli sorunlar yaratacaktır.

Şimdiye kadar yaptığımız sosyolojik-kronolojik açıklamalardan sonra bu konuyu ülkemiz açısından rakamsal ve teknik olarak daha ayrıntılı bir biçimde değerlendirmek isabetli olacaktır. Ülkemizde Ağustos 2019 tarihi itibari ile işsizlik oranı yüzde 14 civarındadır. 15-24 yaş arası genç nüfus işsizliği yüzde 27,4 seviyesindedir. Yükseköğretim mezunları arasında işsizlik yüzde 15,2 oranındayken bu oran ilköğretim mezunlarında yüzde 13’tür. Okuryazar olmayanlarda işsizlik oranı en düşük seviyede olup yüzde 7,6’dır. Lise altı eğitimlerde ise yüzde 13 seviyesinde izlerken, düz lise mezunlarında bu oran yüzde 16,3, meslek ve teknik lise mezunlarında ise yüzde 15,6’dır.

BİLİMSEL EĞİTİMİN ÖNEMİ

Yukarıdaki istatistiksel verilerden yola çıkacak olursak, düz lise mezunlarının işsizlik oranı en yüksek seviyededir. Sanayide istihdamı sağlamak için düz lise mezunlarının iş edinebilmelerinin yolu, bu liselerin meslek lisesi gibi karma eğitim verecek bir statüye dönüştürülmeleriyle gerçekleşebilir. Okuryazar olmayanlara baktığımızda işsizlik seviyesi en düşük orandadır. Bu orandan; okuryazar olmayan kişilerin buldukları işlerde çalıştıkları, iş beğenme ve diğer unsurları göz ardı ettikleri sonucunu çıkarabiliriz. Lise altı mezunlarda ise bu oran yüzde 13 olup; bu kitleyi ortaokul mezunu veya ortaokul terk şeklinde geniş yorumladığımızda bu grubun da iş beğenme düşüncesinde olmadan bulduğu işlerde kalıcı olarak çalıştığı sonucuna ulaşabiliriz.

Türkiye’de ilköğretim eğitimi zorunlu olduğundan ilkokul bittikten sonra çocukların okuldan alınarak geleneksel yöntemlerle usta-çırak ilişkisinin devam ettiği iş alanlarına verilmesi oldukça yaygın bir uygulamadır. Ayrıca yine Halk Eğitim Merkezlerinin farklı alanlarda çıraklık kursları bulunmaktadır ancak bu kurumun verdiği belgeler diploma yerine geçmemektedir. Bu sebeple Halk Eğitim Merkezlerine göndermek yerine çocuklar için daha çok geleneksel yöntemlerin tercih edildiğini söylemek yanlış olmaz.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında sorunları istatistiksel anlamda analiz etmekle birlikte çözüm önerilerinde bulunmak da gerekmektedir. Şöyle ki sanayinin gelişmiş olduğu illerimizde Endüstri Meslek Liseleri ile birlikte Endüstri Meslek Ortaokullarının da açılmasının uygun olacağı kanaatindeyim. Tarım ve hayvancılığın gelişmiş olduğu yörelerde ise Tarım Ortaokulları, Hayvancılık ve Gıda Ortaokullarının, aynı zamanda bunlara gelecek talebe göre Tarım Liseleri, Hayvancılık ve Gıda Liselerinin açılmasının etkili olacağını düşünmekteyim. Bu okullarda verilecek eğitimler sayesinde, geleneksel usullerle yapılan tarım ve hayvancılığın yerine bilimsel eğitim verilmesi sonucunda yetişen kişiler, bu sektörlerde verimliliği de elbette arttıracaklardır.

Son Dakika Haberleri