Prof. Dr. Ercan Enç: Temel ilke kâr değil halkın ihtiyaçları
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki devletçi ekonomi, sürdürülebilir istikrarlı büyümeyi sağladığı için başarılı oldu. Ekonomi bir ülkenin bağımsızlığıyla ilgili bir meseledir. Atatürk’ün ekonomik bağımsızlık konusundaki haklılığını bugün de görüyoruz.
Cumhuriyetimizin 100. yılına ekonomik darboğaz altında giriyoruz. Darboğazdan çıkış için seçilen yol ise enflasyonun sebebi olarak görülen iç talebin parasal sıkılaştırma ile bastırılarak üretimin ihracata yöneltilmesi, kaynak ihtiyacının çözümü için Batı ve Körfez ülkelerinden sıcak para arayışı ve parasal sıkılaştırmayla uyumlu maliye politikası.
Peki 100 yıl önce çok daha büyük ekonomik zorluklar ve imkansızlıklar içinde bulunan Cumhuriyetin kurucu kadroları, kalkınma içi hangi iktisadi bakışı seçti? Dönemin iktisadi politikalarından günümüze nasıl bir yol haritası çıkıyor? İktisatçı ve eski Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İdari ve İktisadi Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ercan Enç, Aydınlık’a değerlendirdi.
-
Cumhuriyetin kurucu kadrolarının iktisadi bakış açısı neydi?
Atatürk ilkeleri diye de ifade ettiğimiz altı okta, iktisat politikasına damga vuran ilkeler halkçılık ve devletçiliktir. Yani ekonomiye bakıştaki temel ilkeler, altı okta da ifadesini bulan devletçilik ve halkçılık ilkesi. Ekonominin tüm alanlarında kamunun halk yararına yönetilmesi demektir. Özellikle iktisat politikaları açısından bakacak olursak, bir Osmanlı Devleti'nin uyguladığı israf politikalarının sonucu olarak açığa çıkan ve sonunda Duyunu Umumiye olarak bütün devletin bütçesinin yabancılara teslim edilmesine yol açan noktadan hareketle denk bütçe oluşturulmuştur. İkincisi de geçmiş dönemlerde çok fazla sermaye hareketleri olmadığı için cari açığın nedeni dış ticaret açığıdır. Dış ticaret açığından da kaçınmışlardır. Ne kadar ihracat yapılırsa o kadar ithalat yapılmıştır. Bizim iktisatta ikiz açık dediğimiz, dış ticaret dengesizliği ile kamu harcamalarındaki dengesizliklere karşı geliştirdikleri politikayla denk bütçe ve denk ticaret ilkesi uygulanmıştır. Lozan Antlaşması’nın ekonomiyle ilgili bir maddesi gereği, Türkiye 1929’a kadar gümrüklerine tam hakim değildi. Lozan Anlaşması'nın ilgili hükümleri 1929’a kadardı. Türkiye 1929’dan itibaren gümrüklerine ve dolayısıyla dış ticaretine tümüyle hakim hale geldi. Dolayısıyla devletçilik ilkesi, denk bütçe ve denk ticaret anlayışı 1930’lardan sonra uygulanmaya başladı. 1940’lara kadar denk bütçe ve denk dış ticaret ilkesine uygun hareket edilmiştir. Türkiye'nin bu iki ülkeden de uzaklaşması, Atlantik sistemiyle dahil olmasıyla birlikte 1947-1950’lerden sonra gerçekleşiyor. Atatürk dönemi iktisat politikası hiç borçlanmamıştır. Aksine Osmanlı'dan kalan borçları ödemiştir. Buna ilave bir borç yoktur.
-
İktisat politikalarında temel ilke olan devletçilik ve halkçılık, hangi işlevsel amaçlarla tercih edilmiştir?
Halkçılık ilkesi çok önemli. İktisadi faaliyette amaç kâr değil halkın ihtiyaçlarının giderilmesidir. Sadece iktisat politikaları açısından değil. Alınan her kararın halkın çıkarına olması meselesidir. Veremle savaş, yerli aşı üretimi gibi uygulamalarla halk sağlığı, okur yazarlığın yükseltilmesi için eğitim harcamaları halkçılık ilkesi çerçevesindedir.
Devletçilik ilkesi 1930’dan itibaren uygulanmaya başlamıştır. Meşhur 1929 buhranıyla dünya, ekonomik kriz içerisinde iken Türkiye Sovyetler Birliği ile birlikte en hızlı büyüyen ülke olmuştur.
Cumhuriyet kurulduğu zaman Türkiye’de yeterli sermaye birikimi de yok. Sermaye birikiminin kaynaklarından biri ticaret. İstanbul'da toptan ticarette Müslümanların payı yüzde 5. perakende ticarette ise Müslümanların payı yüzde 20. Ticaretten kaynaklanan sermaye birikimi Müslüman unsurların elinde birikmemiştir. Sermaye birikiminin olmaması dolayasıyla devletçilik bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Yatırımların yapılmasında Sovyetler Birliği'nin de önemli katkıları olmuştur.
Doğrudan doğruya yatırıma yönelik bankalar kurulmuştur. Şekerbank, Etibank vs. hepsi iktisadi faaliyetlere yönelik kurulmuş olan bankalar. Gerekli kredinin temin edilmesi ve yatırımlara yöneltilmesi amacıyla kurulmuştur.
Ekonomik faaliyetin planlama yoluyla sürdürülmesi anayasal zorunluluk olarak 1960 Anayasasıyla tekrar getirildi. Kalkınma planları mecburi oldu. Şimdi de yasa gereği kalkınma planları yapılıyor ancak sadece adı kalkınma planı. Uygulanmada yok.
Halkçılık, kamuculuk ve planlama. Bunlar üçü birbirine bağlı. Fakat esas olarak halkçılık ilkesi ekonomi, eğitim, sağlık, kültür politikalarında yol göstericidir. Aslında eğitim ve sağlık da ekonominin bir parçasıdır. İş gücünün sağlıklı olması, eğitim seviyesini yükseltilmesi de üretim gücünü artıracaktır. Toplumun ortalama eğitim düzeyi yükseldikçe bunun ekonomiye katkısı olmaktadır.
‘ÖNEMLİ OLAN YÜZ KAÇ BÜYÜDÜ MESELESİ DEĞİL’
-
Kalkınma politikaları başarılı oldu mu?
1930’larda en hızlı büyüyen iki ülke Sovyetler Birliği ve Türkiye. Başarılı olmasaydı dünyada en hızlı büyüyen iki ülkeden biri olabilir miydi? Mesele sadece ‘yüzde kaç büyüdü’ meselesi değil. Önemli olan sürdürülebilir istikrarlı büyüme. Kalkınma planlarının uygulandığı 1930’larda da 1960’larda da istikrarlı büyüme sağlandı. Sonrasındaki ekonomik krizler, planları rafa kaldıran politikaların başarısızlığıdır. Demirel'in meşhur lafıdır ‘bize plan değil pilav lazım’ 1960’tan sonraki dönemde planlamanın adı var kendisi yok.
KAMUCULUK, HALKÇILIK, PLANLAMA
-
Genç Cumhuriyet döneminden günümüze bakınca ikinci yüzyıl için nasıl bir iktisadi yol haritası çizersiniz?
Kamuculuk, halkçılık ve planlama. Sadece ekonomiyle ilgili değil hayatın her alanında eğitimde, sağlıkta, şehircilikte temel amaç kâr etmek değil halkın ihtiyaçlarının giderilmesi olmalı. Halkın refahını temel alan kamucu bir anlayış. İhtiyacımız olan şey budur. Kamu eliyle halkın ihtiyaçlarını giderme amacıyla yapılan bir planlama çerçevesinde iktisat politikaları.
Ekonomi sonuç olarak bir ülkenin bağımsızlığıyla ilgili bir sorundur. Atatürk, “Kılıçla kazanılan zaferler sabanla yani üretimle desteklenmediği sürece tam bağımsızlık gerçekleştiremez.” demiştir. Haklılığını bugün de görüyoruz. Ekonomik baskılar karşısında dışarıya karşı bağımsız bir politika izlenemiyor. Türkiye tarihten de ders çıkaramıyor. Adnan Menderes de bugünkü gibi kaynak ihtiyacı için Amerika'ya gitmiştir. Sanayileşme fikri Menderes'te de vardır. Ancak 1930'larda sanayileşme Sovyetlerle birlikte yapılıyordu. Menderes, sanayi yatırımlarına kaynak bulmak için Amerika'ya gitti. Sonuç olarak Batı Türkiye'ye ‘Siz sanayileşip ne yapacaksınız? Tarım ve hayvancılıkla idare edin.’ dendi. Aynı şeyi Süleyman Demirel döneminde de görüyoruz. İskenderun Demir Çelik, Seydişehir Alüminyum, Aliağa vs. hepsi Sovyetler ile yapılan işbirliği sayesinde kurulmuş olan sanayi hamleleri. Batı’dan bulamamışlardır. Sayın Cumhurbaşkanımız, mandacı iktisatçılar dediği ekibe teslim olarak yine Batı’dan kaynak bulma arayışında. Göreceksiniz yine bulamayacaklar. Menderes'e vermediler. Demirel'e vermediler. Mehmet Şimşek'e de vermeyecekler. Ekonomi politikasıyla bağımsızlık arasındaki ilişkiyi de ifade etmek istiyorum. Siz Batı sermayesine muhtaç hale gelecek olursanız milli bir dış politikayı tam anlamıyla uygulayamazsınız.
(Aydınlık 100. Yıl Özel Eki'nde yayımlanmıştır.)