Put şeytan işi, sanat tanrısaldır
Asaf Halet Çelebi “İbrahim” adlı şiirine
“ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim…”
diye başlar… Put yaratmak, putlaştırmak, batıl olana tapınmak inanç sistemlerinde şirktir. İsyandır. Günahların en büyüğüdür.
Felsefe tüm öğretilerin temelidir.
Bilim, sanat, inanç onun araştırma alanıdır. İnanç ve felsefenin birbiri ile yarıştırılmayacak farklı iki alan olduğu da doğrudur. Biri diğerini açıklayıp, netleştirirken yaşamı anlayıp anlamlandırmamızı sağladıkları önemli bir ayrıntıdır.
Akıl özgürleşmeden, felsefe eylem ve öğretisi gerçekleş(e)mez.
Sanat ile inanç aklın dışına itelendiğinde putlaşma başlar. Bilim de bu etkileşimin dışında kal(a)maz. “Karanlık” metaforu yaşamı tanımlayan sembole dönüşür. Günümüzün, “Yeni Ortaçağ” olarak adlandırılması aklı dışlayan yaklaşımlara ibretli bir mesajdır. Siyaset bu “karanlığı” kullanıp, beslenmeye açıktır. Onun hedefi erktir. İnanç ya da “iman”, aklın sınırları içinde temellendirilmeye muhtaçtır. Çünkü tanrısal ve insani olan bu yöndedir. Son kutsal kitap da; Zümer, 9 - Enam, 50 - Hud, 51 örneklerinde görüleceği üzere akla ve önemine vurgulu bir biçimde yer verilmiştir. Aklı olmayanın sorumluluğu yoktur. Bu sorumsuzluk bir ruhsat anlamı taşımaz, farklı yaptırımları gerektirir.
“İman” mutlaktır. Tartışmaya kapalıdır. Deney dışıdır.
İnanç sistemleri düzenler, sorgulamaksızın uyulmasını diler, değiştirmeyi hedefler. Ödül ve ceza öğretisi içerir. Yöntem açısından aklı sınırlı görürken, içerik yönünden aklı dışlamaz. İnsanın mantık dışı olanı kabullenmeyeceğini bilir. Tek tanrılı öğretiler elçi ve kitapları aracılığıyla yol ve yön çizerken bu noktaya hassasiyet göstermiştir. Teknik açıdan bakıldığında mutlak değişmezler öğretisi içeren aktarımlar (muhkem naslar) yanında, (müteşabih naslar) üzerinde düşünülmesi, akledilmesi gereken sosyal alanları içerdiği de görülür. Kaynakları, dönemleri, kıyaslamaları, tarihsellikleri ile konunun uzman yorumcuları yoluyla günümüze kadar tefsirlerle taşınması bu noktada manidardır. Tam ve tek uzlaşmanın sağlanmasının mümkün olmadığı, olamayacağı da pratik bir gerçektir.
“Akıllar pazara çıksa herkes kendi aklını satın alır.” Descartes.
Özgür evrensel akla sahip olmak “aydınlık” metaforu için bir ön adımdır. Bilim ile sanatı bu ilk adımın dışında göremeyiz. Felsefe yaşamı anlamlandırdığında, mantık tanımlar, ölçü olur. Bilim ağacı varlığını kökleştirerek sürdürme imkânı bulur. O ağacın meyvesi etik olur. Tanrının dileği de bu değil midir? Öğretisinin özü “güzel ahlak” olarak tanımlanmamış mıdır?
Sanat, güzelin bilgisini taşır. Güzeli arar.
Felsefeyi dışlayan, evrensel aklı küçümseyerek kendini üstün gören kibirli yaklaşımların, tek ve mutlak doğru diretmesi, bilim ve sanatı inancın oyuncağı yapma isteği tanrısal değil, siyasi çıkar şuursuzluğundan başka bir şey değildir.
Emperyalizm insanı sömürmeyi, tanrıyı tanrıyla kandırmayı seviyor.
Emperyalizm, cehaleti kullanarak, siyaset aracılığıyla taşeron “zombi” inanç grupları üretiyor, insanlığı tehdit ediyor. Şiddeti besliyor. Emperyalizm ve uzantılarının yaklaşımları tanrıya ihanetin adresini oluşturuyor. Cehalet ve akıl dışı yaklaşımlarla siyasi menfaatler peşinde koşarak insanı, coğrafyaları, kültürleri sömürmeyi hedefliyor. Bu oyuna göz yumanlar, kendini tanrı adına tek ve mutlak yetkili olarak görenler, özgür düşünceyi yok sayanlar, kısaca emperyalizme oyuncak olanlar tanrı adına inanç sahipliğine soyunmasınlar. Unutulmamalıdır ki, cehaletle el sıkışan, çıkarları uğruna insanlığa ihanet eder. Sanatı, bilimi, inancı yaralar. İnsanlığın geleceğini tehdit eder. Şeytanlaşır. Şeytanlaşma kör eden bir illettir. Put üretir.