12 Ocak 2025 Pazar
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Rektör sorunu değil, vektör sorunu

Kısa vadeli dar politik çıkarlar yerine ülkenin aydınlık geleceğini ve toplum yararını temel alan, ‘geleceği kurmak’ iradesiyle geniş bir ulusal güç birliğini temsil eden bir siyasi iktidar üniversitenin önünü açar.

Rektör sorunu değil, vektör sorunu
A+ A-
Prof. Dr. Kürşat Yıldız / Kocaeli Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi

Üniversiteler dünü ve bugünü inceler, geleceği tasarlar. Kendi yöresi, ülkesi, dünya ve evren bu kapsam içindedir. Geleceği tasarlarken aynı zamanda toplum için insan yetiştirir.

Üniversite ve yükseköğretim söz konusu olduğunda üç önemli unsur var: 1. Üniversite insan gücü (öğretim üyeleri, öğrenciler, üniversite çalışanları), 2. Yükseköğretim yöneticileri (YÖK, rektörler, dekanlar), 3. Siyasi iktidar. Altyapı, eğitim programları, veliler ve toplumsal iklim diğer önemli unsurlardır.

Türkiye’de en azından son 50 yıldır ülkeyi yönetenin, üniversiteyi yönetenin ve akademisyenlerin hedefleri örtüşmedi. Üniversiteyi toplumun aydınlanması ve geleceğin yaratılması için olanak değil iktidarın elde tutulması için araç olarak gören yaklaşım iktidarlara hâkim oldu. Daha da ötesi, üniversite ülkeyi dilediğince yönetebilmenin önünde engel görüldü. Bu nedenle 12 Mart ve 12 Eylül Amerikancı darbelerinin en açık hedeflerinden biri de Türk üniversiteleri oldu. Üniversiteleri boyun eğdirmek için yasal düzenlemeler yapıldı. YÖK yasası ile rektörlere olağanüstü yetkiler verildi.

Rektörler karşısında akademik ve yönetsel kurulların ciddi bir ağırlığı kalmadı. Kendisini atayanlara sırtını dayayan Rektörler, kadro ve kaynak kullanımındaki yetkilerine ek olarak disiplin yönetmeliğini de kullanarak üniversiteleri diledikleri akademisyene cennet, beğenmedikleri akademisyene cehennem haline getirebildi. Hak edilmemiş kadroların yaygınlığı akademinin buna direnememesinde rol oynadı.

Türk üniversiteleri kağıt üstünde 200’den çok üniversite, 150.000 akademisyen, 8 milyon öğrencisi ile büyük bir kuvvet. Ama akademik üretimi ve gerçek gücü bunun çok altında.

Çağımızın bir başka önemli gerçeği, yetişmiş insan gücüne sahip olmak konusunda uluslararası rekabetin kızışmasıdır. Emperyalist ülkeler bizim gibi ülkelerin insan kremasını çekmek için akılcı ve şiddetli bir vakum politikası uyguluyor. Buna karşı da topyekun, aynı ölçüde akılcı, uzun erimli ve kararlı bir tutum içinde olmak gerekli.

Türkiye’nin kendine yeterli bir ekonomiye sahip, tarım ve sanayisi gelişmiş, ulusal savunması güçlü, bağımsız ve çağdaş bir devlet olabilmesi için bu kuvvetle çok büyük başarılar elde edilebilir. Yani doğru vektörel güç elde edilirse.

BUNU KİM YAPABİLİR?

Bilimin yenilikçi doğası gereği üniversitelerin topluma önderlik edeceği tezi en azından bizim ülkemizde doğrulanmadı. Maharetli üniversite yöneticilerinin kısmi başarılar elde ettikleri oldu, ama kalıcı olmadı. Toplamda da etkisi zayıf kaldı.

Çözüm doğru siyasi önderliktedir.

Tüm eğitim kurumlarında ve yükseköğretimde;

a) Ülke ve toplum yararını temel alan,

b) Bilimsel atılım ve aydınlanmayı hedefleyen,

c) Kişisel birikim ve yeteneklere değer ve öncelik veren politikaları kararlılıkla uygulayan bir siyasi iktidar değişikliği üniversitelerimizde büyük bir enerji üretir. Bir tür “yeniden kuruluş” ve siyasi iktidarın devrimci liderliği sağlanamadığı sürece üniversiteler ve eğitim düzenimizdeki iç çatışmalarla şiddetlenen enerji ve kan kaybı devam eder.

Kısa vadeli dar politik çıkarlar yerine ülkenin aydınlık geleceğini ve toplum yararını temel alan, “günü kurtarmak” değil “geleceği kurmak” iradesiyle geniş bir ulusal güç birliğini temsil eden bir siyasi iktidar üniversitenin önünü açar. Türkiye, 30’lu ve 60’lı yıllarda kısmen yakaladığı bu atılımın çok daha fazlasını, şu an sahip olduğu çok daha büyük potansiyelle başarabilir.

Son Dakika Haberleri Rektör atamaları ve üniversiteler