‘Yaşam bile sanat için bir araçtır’
Ressam Shamina Anam Poly ve Ruşen Eşref Yılmaz, ‘Eş Zamanlı İç Sesler’ sergisinde buluştu. Her iki ressam da doğanın büyük bir ilham kaynağı olduğunu söyledi
Doğa ve anlam peşinde koşan iki sanatçı “Eş Zamanlı İç Sesler” sergisiyle sanatseverlerin karşısına çıktı. Shamina Anam Poly ve Ruşen Eşref Yılmaz’ın sergisi 30 Aralık’a kadar ziyaret edilebilecek.
Bangladeşli sanatçı Shamina Anam Poly ve Ruşen Eşref Yılmaz hem sergiyi hem de sanat yolculuklarını anlattı.
DOĞAYI KEŞFETMEK İLHAM VERİR
- İlk önce isminizin özel bir anlamı var. Onu size sormak isterim, okurumuzun da bilmesi açısından. Shamina Anam değerli armağan anlamına geliyor. Poly ise; çok güzel demek, sevinç demek... Serginizin adı eş zamanlı iç sesler sergisi. Ruşen Eşref Yılmaz’la birlikte doğayı odağa alan bir sergi açtınız. Nasıl bir yolculuktu?
Poly: 2016'daki ilk ziyaretimden beri bu canlı ve dinamik kent İstanbul'a aşığım. O süreçte iki ülke arasında çok farklı bir doğa olduğunu hissettim. Ruşen doğayı resmetmeyi sever ve ben de bu dönemde deneyimledim. Sosyal ve politik içerikli resimlere ara vererek tekrar doğaya geri döndüm. Düşüncelerimizi, planlarımızı ve projelerimizi her zaman paylaşırız.
Bize farklı yerleri ya da doğayı keşfetmek için ilham verir... “Eş zamanlı İç sesler” bizim hayal projemizdir. İki farklı ülkeye ait ortamı ya da doğal enerjiyi hissedebileceğimiz doğayı seçtik. Tüm hayal gücümüz ve belleğimiz doğadan besleniyor. Çünkü biz doğaya aitiz ve doğanın bir parçasıyız.
‘RESİM VE ŞİİRİN BÜYÜLÜ İMGELERİ VAR’
- Sanatın en önemli ilham kaynağı doğa. Günümüzde insanın doğa ile arasındaki mesafe açıldı. Bir öze dönüş, doğaya dönüş şart mı?
Poly: Evet doğa, sanatın en önemli ilham kaynağıdır. Bana da ilham veriyor. Günümüzde insanlar ve doğa arasındaki mesafe artıyor. Hayatımızı zorlaştırıyoruz ama biz doğanın bir parçasıyız ve doğaya geri dönmeliyiz. Kaynak materyali veya nesneyi doğadan alıyoruz. Bence doğa varsa sanat da olacaktır. Bu yüzden doğaya dönmek gerçekten gereklidir.
- Renk ve biçim unsurları ile bir lirik anlatım söz konusu. Yani şiirsellik. Şiir ve resim arasında nasıl bir bağ var?
Poly: Evet, şiir ve resim arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Her ikisinin de büyülü imgeleri var ancak ifade farklıdır... Şiirde gerçekçilik ve soyutlamaları resimde olduğu gibi bulabiliriz. Şiirde sözcük, resimde ise renk kullanır. Ancak duygular aynıdır.
- Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?
Poly: Okuyucularımıza şunu söylemek istiyorum: Sanat hayatın anlamıdır. Sanat, tuvalde her zaman yansımasını paylaşan sanatçının yansımasıdır. Resim yapamayan ya da yaratıcı işler yapamayanlar sanatla ilgilenmelidir. Çünkü sanat iyileştiricidir. Dünyayı güzelleştirir ve içsel büyümemizi ve aydınlanmamızı sağlar.
SANAT DOĞANIN YORUMUDUR
- Shamina Hanım’a sorduğum soruyu size de sormak istiyorum. Eşzamanlı İç Sesler nasıl bir yolculuk oldu? Zorlandığınız, güldüğünüz anlar oldu mu bu ortak sergiyi hazırlarken.
Yılmaz: Bangladeşli sanatçı arkadaşım Shamina Anam Poly’le yaptığımız yolculuk sanat yaşamımın en anlamlı serüvenlerinden biri oldu. İki farklı ülke sanatçıları olarak sanatın anlam ve yorumunda buluştuk, “Eşzamanlı İç Sesler”imizi plastik dilimizin aracılığıyla tuvallerimize yansıttık. Resimlerimiz sınırları yok sayan birbirine ayarlanmış saatlerin derin süreçleriyle ortaya çıkmıştır. Sanatın dar kapıları vardır; Yapıtlarımızı üretirken o dar kapılardan geçtik, elbette sıcak gülümseyişler geçti yüzümüzden. Ne ki, terimiz daha çoktu ve fırçalarımıza yapıştı.
- Kendinizi, “Vaktin suları, ağaçları, toprağın yalınsal derinliği, anlamı, içimde devinen “şeyler”dir. Onların hikayesine kendimi de katarak kendi biçimlerimi oluşturmaya çabalıyorum.” diyerek açıklıyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Bugünün anlam arayışı nerede?
Yılmaz: Sanatçı kendine seçtiği izlekler üzerinden yol alır. Ben doğayı fırçamın ucunda tuttum hep, kendimi doğaya ekledim. Düşünsel ve düşsel bir gerçeklik içinde doğayı yeniden yapılandırdım. Sanatın her alanı için doğa çok görkemli ve bitimsiz bir kaynak. Sanat kesinlikle doğanın temsili değildir, yorumudur. Doğayı soyutladım, onu dönüştürdüm. Kimileyin kutsadım, kimileyin ona başkaldırdım, bir deli gibi boyamı saçarak onu haykırdım, kendi ifade biçimimi oluşturmaya çabaladım. Paul Cezanne der ki: “Her an’ın ışığı bir armağandır.”
O ışıklar içinde düşünerek kendi ışığımı yaratmayı deneyimledim, doğanın en arka bahçelerinden geçerek. Vaktin suları, ağaçları derken, belirtmek istediğim doğanın öyküsel içerikleriydi. Ağaç ne rüzgarlar görmüş, toprak nice dönüşmüş, toprak olmuş; su donmuş, çözülmüş, akmış derin denizlere, yitip gitmiş, kurumuş. Ta nereden bulmuş ışığını da sesi yeşermiş. Renkler ağarmış... Görüyorsun Gözen, doğa parçalarının öyküsü öteki ve oldukça başka, imgelerle dopdolu...
İNSANIN DOĞADAN KOPUŞU BÜYÜK BİR TEHLİKE
- “Dağlarca ile Resim Söylemek” adlı bir kitabınız var, yaptığınız söyleşilerden oluşuyor. Dağlarca bir şiir evreni tabii ama onun resimle olan bağı sizce nedir?
Yılmaz: Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirin doruğudur. Dünyanın en büyük ozanlarından biridir. O bir filozoftur. Yerini dünya şiiri içinde aramak gerektiğini her fırsatta vurguluyorum. “Dağlarca ile Resim Söylemek” Önemli bir yapıt! Kitabımız Dağlarca’nın sanata bakışının derinliğini ve entelektüel kapasitesini en açık biçimde ortaya koymaktadır. O kitabı her sanatçı, her sanatsever okumalıdır.
- Resim ve şiir hakkında siz ne söylersiniz?
Yılmaz: Özünde bütün sanat alanları birbirleriyle yakınsaldır. Birine sözcük, ötekine renk aracılık eder. Resimle şiirin yakınlıkları biraz daha çok. Sözcüklerle de resim yapılabiliyor çünkü.
Orhan Pamuk bunu çok güzel başarıyor örneğin. Yine de karıştırmamak gerekir. Şiir gibi resim de resim gibi şiir de dememek gerekir. Farklı alanlar, yöntemleri değişik. Her birinin dili kendinindir.
- Resimlerinizde özellikle son çalışmalarınızda bir hareket olduğunu görüyoruz. İnsanı ve doğayı tanımlayan şeylerden biri de herhalde harekettir…
Yılmaz: Evet sön dönem yaptığım işler yine doğa çıkışlı soyutlamalardır. Ne ki, bu kez daha devinimsel, daha dışavurumcu bir üsluba yöneldim. Renk katmanlarıyla imgeler oluşturarak anlamı derinleştirmenin peşine düştüm.
- Çok yönlü bir sanatçısınız, sanatın pek çok alanıyla ilgileniyorsunuz. Buralardaki tecrübelerinizle de düşündüğünüzde bir sanatçı insana, topluma ve dünyaya nasıl yaklaşmalı? Bir sorumluluğu var mıdır sanatçının?
Yılmaz: Doğadan giderek uzaklaşıyor. Bu çok tehlikeli gidiş. Böyle sürerse insanın sonu gelecek. Kızılderili şu atasözü olayı ne kadar etkili vurguluyor: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.
Sevgili Gözen, bu soruna sanatsal bir düzlem üzerinden de yaklaşılabilir. İnsanın doğayla ilişkisi eski çağlarda başladı. Üretim ilişkisine dayanıyor. Sanatla doğa ilişkisi başka bir boyuttur ve o dönemlerin sanatçıları kendi çağlarının doğasını ve nesnelerini aktardılar.
Sanatçılar izleklerinde özgürdür. Bütün nesneler, hatta yaşam bile araçtır sanat için. Önemli olan sanata varmaktır. Sanatçı dünyaya dümdüz bakmaz, geleceği okuyan bakışları vardır. Atatürk’ün büyük sözünü buraya geçirelim: “Sanatçı ışığı alnında ilk duyan kişidir” Bu söz, soruya en güzel yanıttır, sanırım.
- Son olarak okurlarımıza ne iletmek istersiniz?
Yılmaz: Son olarak şunu söylemeliyim: Sanat, insanın yeryüzünü ve yaşamı tanıyarak değiştirebilmesi için vardır ve gereklidir. Dünyamızın yanına bir dünya daha ekler, sağaltır, en değerli bilinen “şeyleri” değersizleştirir, varlığı yeniden tanımalar, anlamlandırır...
Söyleşimizi gerçekleştiren Gözen Esmer’e, dolaysıyla kültür ve sanat sayfasını bize açarak kendimizi ifade etme olanağını sağlayan Aydınlık Gazetesi’ne teşekkür ederiz.