Bir romanı nasıl okumalı?
Roman okurken, roman kahramanının söyleminden, tekrarlanan hitap biçimlerinin izini sürerek, onun hangi ideolojinin sözcüsü olduğunu analiz edebilirsiniz.
Prof. Dr. Semiramis Yağcıoğlu’nun, Roman Kahramanı ve Öznellik kitabı, eleştiri kurumuna özgün bir yaklaşımla kaleme alınmış. Kitapta yer alan yazıların tamamı, aşağı-yukarı her iyi edebiyat okurunun, okuduğu kitaplar ve yazarlar hakkında bilgi veriyor. Yağcıoğlu, Suat Derviş’in Suskun Kadınları’nı, Orhan Kemal’in Murtaza’sını, Aziz Nesin’in Zübük’ünü, F. Scott Fitzgerald’ın Gatsby’sini Lawrence Durrell’in Justine’ini, Ernest Hemingway’in Robert Jordan’ını ve daha birçok kahramanı incelerken, eleştirel okumanın bir yol haritasını okurla paylaşıyor. Öteki Yayınevi’nden çıkan kitap, kitap okumaya yeni bir bakış açısı getiriyor. Türkiye’de eleştirinin durumunu irdelerken, "ne" ve daha çok "nasıl" sorularını soruyor. Her dönem tartışılan bu konuları kitabı üzerinden Semiramis Yağcıoğlu ile konuştuk.
- Kitabınızda dolaylı olarak çoğu okurun okurken hata yaptığını, metinde dikkat edilmesi gereken unsurlara odaklanmadığını ima eden görüşler var. Bizim okurumuz okumayı, değerli ve önemli meseleleri ayırt etmeyi gerçekten bilmiyor mu? Ne dersiniz?
Okurların “hata” yaptığını söylemek istemem. Emekli olduktan sonra çağrılı olarak gittiğim okuma etkinliklerinde edindiğim deneyim, bana gösterdi ki, daha ziyade yüzey metinde anlatılan öykünün akışının peşine takılıyorlar. O akışı sekteye uğratan metinsel bölümleri ise gereksiz görüyorlar. Örneğin, Orhan Kemal’in unutulmaz kahramanı Murtaza’nın sık sık tekrarladığı tümcelerin “gereksiz tekrarlar” olduğunu düşünüyorlardı. Oysa bana kalırsa, bu tekrarlar, Murtaza’nın içindeki yurtsuzluk acısını, geldiği Türkiye Cumhuriyeti devletiyle kurduğu özdeşleme ile gidermeye çalıştığına dair bir veri sunar.
ROMAN KAHRAMANINI ANLAYABİLMEK...
Sıkça ifade edilen Murtaza’nın “faşist kimliğinin”, devlet ile kurduğu bu özdeşleşmeden kaynaklandığını düşündüren Freudvari semptomlar olarak yorumlamak gerekir bu tekrarları. Kitapta yer alan makalemde bu savımı kanıtlamak isteğinden doğmuştur. Roman kahramanını anlayabilmek ve kitapta açıkça söylenmeyen bir katmana, yani yaygın deyişle alt metne ulaşmak için roman kahramanının dilindeki tekrarlara odaklanmak verimlidir. Ben çoğu okurun, bu konuda farkındalık edinmeye ihtiyacı olduğunu düşünerek bu kitabı yazmak istedim.
ELEŞTİREL SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ
- Kitabınız genellikle her edebiyatseverin okumuş olabileceği kitaplar hakkındaki yazılardan oluşuyor. Bu bir tercih mi? Sanırım “revision” dediğiniz yeni bir bakış açısından yeni bir metin analizinden söz ediyorsunuz?
"Bir romanı ilk kez okunuyormuş gibi yorumlamak nasıl olur?" sorusuna ben ancak kendi okuma serüvenimi anlatarak yanıt verebilirim. Bu serüven, öznel olduğu kadar nesnel, çünkü kuramsal bir çerçevesi var: Eleştirel söylem çözümlemesi. Yani akademik birikimin var.
Bu kitapta inceleme konusu yaptığım romanları yeniden okuma serüvenim, her seferinde tekrarlanan bir itirazla başladı. Ben, yüzey metinde anlatılan öykünün peşine düşmeyi reddederek, roman kahramanının söylemindeki önemsiz gibi görünen ayrıntıları önemsedim. Tekrarların, adılların, hitap biçimlerinin peşine düşerek, roman kahramanının dilinin asla masum olmadığını göstermeye çalıştım. Söylemde, önemsiz gibi görünene önem vermek, roman kahramanının ayna karşısında varoluşsal bir endişeyle kendine sorduğu soruya yanıt bulmanın kapılarını aralar. “Ben kimim?”. Roman kahramanının içindeki en derine, gerçekte kim olduğuna, hangi muhtaçlık halleriyle boğuştuğuna ilişkin bir tanı koymayı kolaylaştırır.
Unutmamak gerekir ki, dil psikanalizin merkezinde konumlanır. Söylemin yanı sıra,roman kahramanın eylemlerin simgesel niteliğini anlamak da önem taşır; onun içinde sıkışıp kaldığı çıkmazları anlayabilmeyi kolaylaşır.Bu okuma yaklaşımı,bu kitapları daha önceki okumalardan farklı kılan birkatmana ulaşmamı sağladı diye düşünüyorum.
Ben ideoloji kavramını kuramsal düzlemden, hayatın içinde nasıl işlerlik kazandığını ve bizi biçimlendirdiğini göstermek istedim. Roman kahramanının yaşadığı çıkmazlarda, hangi doğru bellenmiş yanlışların olduğunu, ancak ideolojinin yarattığı körlük bağlamında çözümlemek mümkün olur.
OKUMA SÜRESİNİ YÖNLENDİRME
- Bir de kitabın alt başlığı: “Söylem, İdeoloji ve Coğrafya” ibaresini taşıyor. Bunun nedenini öğrenebilir miyiz?
Bu soruyu sormanıza sevindim. Bu kitapta yer alan makalelerin temelinde üçayaklı bir inceleme anlayışı olduğunu belirtmek isterim. Okuma sürecini yönlendiren en önemli dinamiğin roman kahramanının kim olduğunu çözümlemeye çalışmaktır, Okurun, romanda ilk karşılaştığı veri ise,roman kahramanının dilidir. Okurun, dili, insandan bağımsız bir dizge olarak düşünmemesi, roman evreninde dolaşan kişilerle ilişkilendirmesi zorunludur.
Roman kahramanı tarafında kullanılan dil, yani onun söylemi, onun kimliğine ulaşmanın kapılarını aralar. Söylem, kişisel ve toplumsalın ara yüzünde bir alana dair tüm izleri taşır.Psikanalizin ve edebiyatın merkezinde oturan söylem, roman kahramanının psiko-sosyo-kültürel bir özne olarak kurgulanmasında önemli ipuçları barındırır. İnsanın çağının ve çevresinin ürünü olduğu gerçeği, onun söyleminde ortaya çıkar.
İkinci sütun ise roman kahramanının ideolojisidir. Söylem ve ideoloji birbirinden ayrılmaz bir sarmal oluşturur. Her söylem ideolojiktir çünkü roman kahramanın görme, duygulanma ve anlama biçimlerini dışa vurur. Örneğin, ataerkil ideolojinin belirlediği öznelerin, hangi onaylanmış ve itaat edilmiş davranışların prizmasından kadınve erkek ilişkilerini değerlendirdiği, onun söyleminde ve eylemlerindeortaya çıkar.
Ben ideoloji kavramını kuramsal düzlemden, hayatın içinde nasıl işlerlik kazandığını ve bizi biçimlendirdiğini göstermek istedim. Roman kahramanının yaşadığı çıkmazlarda, hangi doğru bellenmiş yanlışların olduğunu ancak ideolojinin yarattığı körlük bağlamında çözümlemek mümkün olur.
KENDİMİZ OLMAK MEKANSAL BİR PRATİKTİR
Bir yer ile roman kahramanının kurduğu ilişkiyi çözümlemenin, kolay olmasa da roman kahramanını anlamak için ilginç ve verimli bir başlangıç noktası olduğu anlayışının bu kitapta yer alan makalelerin ana damarını oluşturuyor. Coğrafya, alt başlığı, öznenin kurucu öğesi olan mekân ve roman kahramanı arasındaki diyalektik ilişkiye odaklanıyor. Çünkü kendimiz olmak, özünde mekânsal bir pratiktir.Lawrence Durrell’in Justine adlı ünlü romanını incelediğim makalemde ise, İskenderiye kenti,roman kahramanı mertebesinde ele alınır.Kenti eylemli bir varlık olarak ele almak anlayışının, bu yazıları özgün kılan bir boyut olduğunu söylemeliyim.
YAZARLARIN BAŞARDIĞI ESTETİK
- Uzun yıllara yayılmış akademik yaşamınız boyunca değil de neden emekli olduktan sonra edebiyat dergileri, kuram yazıları, kitaplar yazmaya başladınız?
Akademik yaşam insanı soluksuz bırakan bir uğraştır. Hele idari görevler üstlenmek, insana özlediği şeyler yapması için zaman bırakmaz. O özlediğim zamana kavuşmak için kendi isteğimle emekli oldum. Çalıştığım yıllar boyunca edindiğim birikimi değerlendirmenin bildiğim tek yolu ise yazı yazmaktı. Bu uğraş beni mutlu ediyor.
- Günümüzdeki edebiyat eleştirisi hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Amiyane tabirler ne şiş yansın ne kebap tarzı sürüp giden, bam teline dokunmaya asla cesaret edemeyen, kitap pazarlamasına hizmet eden, güdümlü bir eleştiri ortamı olduğunu düşünenlere ne dersiniz? Bu çerçevede kendi eleştiri anlayışınızda anlatır mısınız?
ELEŞTİRİ ARZ VE TALEPLE İLGİLİDİR
Bir kitabın pazarlamasına yönelik güdümlü yazıların, edebiyat alanına katkıda bulunmayacağı açıktır. Böylesine yazıların çokça üretildiği yadsınamaz bir gerçek elbette. Bu tür yazıların basılı ve elektronik dergilerde, kendilerine yer açması, bu dergilerin editörlerinin de kendi yayın organlarının işlevleri üzerinde çok düşünmediklerini ortaya koyuyor bence. Sonuçta arz, taleple ilgilidir diye düşünüyorum.
Ben ise yazılarımda yazarların yaratmayı başardığı estetik bütünlüğün, hangi metinsel düzenlemeler sonucu yaratılmış olduğu sorusuna yanıt arıyorum. “Bir estetik yaratı, yani bir resim veya bir roman niçin iyi oluyor?” sorusunun yanıtını arıyorum. Edebiyat eleştirisini yazınbilim mertebesine taşıyanlardan Tzetvan Todorov’un açtığı poetika (poetics) çalışmaları kulvarından yürüyerek, ne sorusundan daha çok nasıl sorusuna yöneliyorum.
Başka bir deyişle, yorumbilimsel (hermenuetic) yaklaşımdan farklı olarak, metnin yorumuyla yetinmeyip, metinde işaret ettiğim anlamların, “nasıl” olup da okur üzerinde estetik hazza yol açan bütünlük duygusunu yarattığını açıklamaya yöneliyorum. Böylelikle,incelediğim kitapların nedenaradan yıllar geçse de unutulmadığına dair bir açıklama sunmaya çalışırken hem poetika hem yorumbilimden yararlanıyorum.