15 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un makalesi: Batı azınlığının saldırgan ve dar görüşlü çizgisi

Bugün aleyhtarlarımızın söylemlerinde sadece 'istila, saldırganlık, ilhak' sloganlarını duyuyoruz. Sorunun derin nedenleri hakkında, ikinci dünya savaşının sonuçlarını ve kendi halkının tarihini yeniden yazan Nazi rejimini yıllarca nasıl besledikleri hakkında bir söz bile etmiyorlar.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un makalesi: Batı azınlığının saldırgan  ve dar görüşlü çizgisi
Güvenlik Konseyi'nin kararının süresi doldu ama bu durum Batılıların umurunda bile değildir. Onların kendi “kuralları” vardır.
A+ A-

1970 yılında oybirliğiyle kabul edilen Devletler arasındaki Dostane İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkelerine Dair BM Deklarasyonunda, BM Antlaşmasına uygun olarak toprak bütünlüğüne saygı ilkesinin “eylemlerinde halkların eşitliği ve kendi kaderini tayin etme ilkesine uyan devletlere” (…) “ve bunun neticesinde bu bölgede yaşayan bütün insanları temsil eden hükümetlere uygulanacağı” belirlenmiştir: Darbenin sonucu olarak Kiev'de iktidarı ele geçiren Ukraynalı Neo-Nazilerin Kırım ve Donbass nüfusunu temsil etmedikleri gerçeğini kanıtlamak gerekmez. Ve Batı başkentlerinin Kiev rejiminin suç eylemlerine koşulsuz desteği de içişlerine kaba bir müdahalenin ardından kendi kaderini tayin etme ilkesinin ihlal edilmesinden başka bir şey değildir. Devlet darbesinden sonra Poroşenko ve daha sonra V. Zelenskiy yönetimi yıllarında, Ruslarla ilgili ne varsa -eğitim, medya, kültür, kitaplar ve anıtların yok edilmesi ile ilgili ırkçı yasaların kabul edilmesi, Ukrayna Ortodoks Kilisesi'nin yasaklanması ve mülkünün ele geçirilmesi- ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı olmaksızın, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı duyulmasına ilişkin BM Antlaşması 1. Maddesinin 3. Paragrafın açıkça ihlal edilmesiydi. Bu eylemlerin, devletin Rusların ve diğer ulusal azınlıkların haklarına saygı gösterme yükümlülüğünün belgelendiği Ukrayna Anayasasına doğrudan aykırı olduğu gerçeğinden bahsetmiyorum bile. (...)

'ON YILLARCA MÜZAKERE ETTİK'

SSCB'nin efsanevi Dışişleri Bakanı AA Gromyko, defalarca haklı olarak şöyle demiştir: “On yıl süren müzakere bir günlük savaştan daha iyidir”. Bu öğüte uyarak uzun yıllar müzakere ettik, Avrupa güvenliği alanında anlaşmalar yapmaya çalıştık, 1997'de NATO–Rusya Temel Yasasını onayladık, AGİT'in güvenliğin bölünmezliğine ilişkin en üst düzeyde beyanını kabul ettik ve 2015'ten itibaren müzakerelerden kaynaklanan Minsk anlaşmalarının koşulsuz olarak yerine getirilmesinde ısrar ettik. Her şey, “sözleşmelerden ve diğer uluslararası hukuk kaynaklarından doğan yükümlülüklere adalet ve saygı için koşulların sağlanmasını" talep eden BM Antlaşmasına uygun biçimde. Batılı meslektaşlarımız, belgeleri imzalarken, bunlara uymayacaklarını önceden bilerek bu prensibi çiğnediler.

Bugün aleyhtarlarımızın söylemlerinde sadece “istila, saldırganlık, ilhak” sloganlarını duyuyoruz. Sorunun derin nedenleri hakkında, ikinci dünya savaşının sonuçlarını ve kendi halkının tarihini yeniden yazan Nazi rejimini yıllarca nasıl besledikleri hakkında bir söz bile etmiyorlar. Batı, gerçeklere ve BM Antlaşmasının bütün hükümlerine saygıya dayanan somut diyalogtan kaçıyor. (...) Ukrayna'nın toprak bütünlüğünün bu "savunucuları" şimdi, temel insan hakları, özellikle de ana dillerine hakkının sağlanması garantileriyle Donbas'ın Ukrayna ile yeniden birleşmesinden bahseden Minsk anlaşmalarının özünü hatırlamadıklarını iddia ediyorlar. Bu anlaşmaların yerine getirilmesini engelleyen Batı, Ukrayna'nın çöküşünden ve orada bir iç savaşın kışkırtılmasından doğrudan sorumludur. (...)

BATI'NIN ÇİFTE STANDARTLARI

Batı merkezli liberal dünya düzeni, çifte standartlar olmadan düşünülemez. Kırım, Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri, Zaporojiye ve Herson bölgelerinin sakinlerinin özgür iradesi sonucunda Rusya ile birlik lehine hareket etme durumunda olduğu gibi, kendi kaderini tayin ilkesi Batı'nın jeopolitik çıkarlarına aykırı olduğunda, Batı sadece onu unutmakla kalmıyor, aynı zamanda insanların seçimlerini öfkeyle kınıyor, yaptırımlarla cezalandırıyor. Batı’nın çıkarına olduğunda “Kaderini kendin tayin et” ilkesi mutlak kural oluyor. Bu konuda Kosova’nın Sırbistan’dan hiçbir referandum yapılmadan koparılmasını hatırlatmak yeterlidir. (...)

Şimdi Brüksel, önce kendi jeopolitik gururunu düşünerek Azerbaycan ve Ermenistan'a «arabuluculuk hizmetlerini» empoze etmektedir ve Washington'la beraber Güney Kafkasya'ya istikrarsızlık getirmeye çalışmaktadır. Artık Erivan ve Bakü liderleri kendi aralarında iki ülkenin egemenliğinin karşılıklı tanınması meselesini çözdükten sonra, sıra barışçıl bir hayatın kurulmasına, güvenin pekiştirilmesine geliyor. Rusya barış gücü birliği buna her türlü katkıda bulunmaya hazırdır.

Devletlerarası ilişkilerin demokratikleşmesini önlemek için ABD ve müttefikleri, mevcut prosedürleri bypass ederek konsensüs kuralına dayanmayan yetkilere sahip alt mekanizmaların oluşturulmasına ilişkin karar aldırıyor, uluslararası kurumların sekreteryalarını giderek daha açık ve kaba bir şekilde özelleştirmekte, şu veya bu nedenlerden ötürü Washington'dan hoşnut olmayanları suçlama hakkına sahip olan mekanizmaları kurmaktadır.

BM Antlaşması taleplerinin, Antlaşmanın 100. Maddesine uygun olarak tarafsız davranması, herhangi bir hükümetten talimat almaması ve elbette üye devletlerin egemen eşitlik ilkesine saygı duyması gereken Dünya Örgütü Sekreterliği'ne da uygulandığının altını çizmek gerekir. Bu bağlamda, BM Genel Sekreteri A. Guterres’in 29 Mart tarihli “otokratik yönetimin istikrarı garanti etmediği, kaos ve çatışmanın katalizörü olduğu”, buna karşılık “güçlü demokratik toplumların kendi kendini iyileştirme ve kendi yanlışlarını düzeltme yeteneğine sahip oldukları. Kan dökülmeden ve şiddete başvurmadan radikal değişiklikleri bile teşvik edebilirler." yönündeki açıklamalarına karşı ciddi sorular iletmek mümkündür. Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya, Suriye ve diğer birçok ülkede “güçlü demokrasilerin” saldırgan maceralarının getirdiği “değişim”’ler istemeden akla gelmektedir.

Genel Sekreter daha sonra şunları söyledi: "Onlar (demokrasiler) eşitlik, katılım ve dayanışma ilkelerine dayanan geniş işbirliği merkezleridir." Bu sözlerin, J. Biden’ın ABD yönetimi, katılımcılarını Washington’dan daha ziyade Demokrat Partinin üst yöneticilerine sadakat ilkesine göre seçtiği, BM'nin dışında toplanan bir “demokrasi zirvesi”’nde telaffuz edilmesi dikkat çekicidir. Bu tür forumları küresel nitelikte konuları tartışmak için kullanma çabaları, BM Antlaşmasında belirtilen “Örgütün ortak hedeflere ulaşmada eylemlerin mutabakatı için bir merkez olarak rolünü güvence altına alması" denilen 1. Maddenin 4. Paragrafıyla, doğrudan çelişkilidir. (...)

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un makalesi: Batı azınlığının saldırgan  ve dar görüşlü çizgisi - Resim : 1
ABD ve müttefikleri, Washington'dan hoşnut olmayanları suçlama hakkına sahip olan mekanizmaları kurmaktadır.

VETO KULLANIMI

Antlaşmanın prensiplerinden bahsetmişken, Güvenlik Konseyi'nin Genel Kurulla ilişkisi ile ilgili bir soru ortaya çıkıyor. “Kolektif Batı” uzun süredir ve saldırganca “veto hakkının kötüye kullanılması” konusuna ağırlık veriyor ve BM üyelerine baskı uygulayarak, Batı'nın giderek daha fazla kasıtlı olarak kışkırttığı bu hakkın her uygulanmasından sonra ilgili konuyu Genel Kurul'da ele almak için karar aldırıyor. Bu konu bizim için herhangi bir sorun teşkil etmiyor, çünkü Rusya'nın gündemdeki tüm konulara yaklaşımları açıktır, saklı gizli hiçbir şeyimiz yoktur ve duruşumuzu bir kez daha ortaya koymakta zorlanmıyoruz. Üstelik, veto kullanımı, Antlaşmada öngörülen, Örgütün bölünmesine neden olabilecek kararların alınmasına izin vermemek amacıyla kullanılan kesinlikle meşru bir araçtır.

Eğer Genel Kurul'da veto kullanım hakkı prosedürleri kabul edilmişse, o zaman Güvenlik Konseyi’nin yıllar önce vetosuzca kabul edilen ancak uygulanmayan kararları niçin düşünmeyelim? Bu durumu örneğin, Filistin ile, ayrıca Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile ilgili sorun kompleksini, İran nükleer programı konusunu düzenleme ve Ukrayna'daki Minsk anlaşmalarını onaylayan 2202 sayılı kararın uygulanmasını engelleyenleri dinlemek gibi konuları Genel Kurul neden ele almasın?

Yaptırım rejimleri ile ilgili problemlere de daha fazla dikkat çekilmeli. Artık norm haline geldi: Uzun müzakerelerden sonra Güvenlik Konseyi –Antlaşmaya sıkı sıkıya bağlı olarak- belirli bir ülkeye yönelik yaptırımları onaylıyor daha sonra da ABD ve müttefikleri aynı devlete karşı Güvenlik Konseyi'nden onayı alınmayan ve uzlaşma sonucu “paket”e girmeyen tek taraflı yaptırım uygulamalarını kural haline getiriyor. Berlin, Washington, Paris ve Londra milli yasama kurulları tarafından, süresi BM Güvenlik Konseyi 2231 kararıyla Ekim ayında hukuken sona erecek olan İran'a ilişkin kısıtlamaları uzatma da bunlara dahildir. Yani: Güvenlik Konseyi'nin kararının süresi doldu ama bu durum Batılıların umurunda bile değildir. Onların kendi “kuralları” vardır.

ADALETSİZ DÜZEN ORTADAN KALKMALI

Batı azınlığının saldırgan, dar görüşlü çizgisi, uluslararası ilişkilerde ciddi bir krize neden oluyor. Küresel çatışmanın riskleri artıyor. (...) BM Antlaşmasında yer alan çok kutuplu ruhun hayata geçirilmesini sağlamak gereklidir. Gün geçtikçe daha çok ülke kendi egemenliğini pekiştirmeye ve ulusal çıkarları, gelenekleri, kültürü ve yaşam tarzını korumaya çalışmaktadır. Başkalarının zorlaması altında yaşamak istemiyorlar, çok kutuplu mimari çerçevesinde sadece eşit ve karşılıklı yarara dayanan, hem kendi aralarında hem de dünyanın geri kalanıyla dost olmak ve ticaret yapmak istiyorlar. Bu tutum, BRICS, G20 ve Doğu Asya Zirvesi'ndeki son toplantılarda yaygındı.

Küresel yönetim mekanizmalarının hızlı bir şekilde değişmesi görevi ön plana çıkmaktadır. ABD ve müttefikleri, Küresel Güney ülkelerinin gerçek ekonomik ve mali ağırlığını kabul ederek, IMF ve Dünya Bankası'nda oy kullanma kotalarının yeniden dağıtılmasını yapay olarak engellemekten vazgeçmelidir. DTÖ uyuşmazlıklarının çözümü için Kurum çalışmalarının engellenmesinin derhal kaldırılması gereklidir. Güvenlik Konseyi'nin tamamen Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin yetersiz temsiliyetinin ortadan kaldırılması üzerinden genişletilmesine giderek daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Güvenlik Konseyi'nin hem daimi hem de daimi olmayan yeni üyelerinin hem kendi bölgelerinde, hem de Bağlantısızlar Hareketi, «Grup 77», İslam İşbirliği Örgütü gibi küresel erişim örgütlerinde de otoriteye sahip olmaları önemlidir.
BM Sekreteryası'nın oluşturulmasının daha adil yöntemlerini düşünmenin zamanı gelmiştir. Uzun yıllar boyunca yürürlükte olan kriterler, devletlerin dünya meselelerindeki gerçek ağırlığını yansıtmıyor ve yapay olarak NATO ve AB vatandaşlarının aşırı çoğunluğunu sağlıyor. Bu eşitsizlikler, sahiplerini, neredeyse hepsi Batı'nın politikasını yürüten başkentlerde bulunan uluslararası örgütlerin karargahlarının ev sahibi ülkelerinin konumuna bağlayan kalıcı sözleşmeler sistemi sayesinde daha da derinleşmektedir.
BM reformuna yönelik tüm çabalar, uluslararası hukukun üstünlüğünü onaylamayı ve Örgütü dünya politikasının merkezi koordinasyon organı olarak yeniden canlandırmayı amaçlamalıdır. Örgüt dürüst bir çıkar dengesi temelinde sorunların birlikte ele alınacağı bir yer olmalıdır.

Bu arada, Küresel Güney'in çıkarlarını yansıtan yeni tip birliklerin potansiyeli tam olarak devreye girmelidir. Bu, her şeyden önce, Johannesburg'daki zirvenin ardından güvenilirliğini önemli ölçüde artıran ve gerçekten küresel bir etki sahibi olan BRICS'dir. Bölgesel düzeyde Afrika Birliği, SELAK, Arap Birliği, Basra Körfezi Arap Devletleri İşbirliği Konseyi ve diğer yapılar gibi örgütlerin yeniden canlanması söz konusudur. Avrasya'da, SCO, ASEAN, KGAÖ, AEB, BDT, Çin Tek Kuşak, Tek Yol projesi çerçevesinde entegrasyon süreçlerinin uyumlaştırılması ivme kazanmaktadır. Ortak kıtamızın istisnasız her ülkenin katılımına açık olan büyük bir Avrasya Ortaklığının doğal oluşumu gerçekleşmektedir. (...)

Eğer dünya topluluğunun üyeleri kökenlerine geri dönme kararlılığını kendilerinde bulurlarsa ve BM Antlaşmasına göre kendilerine verilen yükümlülükleri pratiğe dökerlerse insanlık tek kutuplu dönemin zararlı mirasını yenme şansına sahip olacaktır.

- BİTTİ -

Birleşmiş Milletler ABD Rusya Nazi Batı veto hakkı ilhak işgal