22 Ekim 2024 Salı
İstanbul 11°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Sağ partiler yükseliyor mu ‘yükseltiliyor’ mu?

Sağ partiler yükseliyor mu ‘yükseltiliyor’ mu?

Sağ partiler yükseliyor mu ‘yükseltiliyor’ mu?
A+ A-
Cengiz Köse

Avrupa’da sağ partilerin yükselişi ABD karşıtlığı temelinde mi gerçekleşiyor? Ya da Brüksel ‘oligarşisini’ eleştiren perspektiften mi? Yoksa başka bir etkenden mi kaynaklanıyor? ABD karşıtı olmak ve antiemperyalist olmak aynı şey değildir, ikisini ayrı kategoride değerlendirmek lazım. ABD karşıtlığının özünde, ABD’den daha güçlü emperyal kuvvet olma hedefi yatar. Emperyalist devletler arasında hegemonya kavgası her zaman vardır ve uzlaşmaz çelişkileri barındırır. Örneğin ABD’nin, Almanya’nın Kuzey Akım 2 boru hattını engellemesi, bunun bir örneğidir. Ya da İngiltere’nin Fransız emperyalizminin Afrika’daki insanlık suçlarını itiraf etmesini, yine böyle okuyabiliriz. Ancak burada söz konusu devletlerin birbirine karşı denge oluşturmalarının asıl dayanağı, hakim sermaye sınıfının tekelleşme gücüne bağlıdır. Emperyalist devletlerde bulunan sağcı partilerde, bu etkinin altındadırlar. Batı dünyasındaki ABD ‘karşıtlığı’ bu çerçevede daha iyi anlaşılır.                                               

Antiemperyalist olmak ise sadece ‘ABD karşıtlığıyla’ sınırlandırılamaz. Bütün emperyalist kampa karşı alternatif programla net tavır almaktan geçer. Yani emperyalizmin özellikleri olan üretim ve kârın tekelleşmesine, banka ve sanayi sermayesinin bütünleşmesine, işgalci sermaye ihracatına, dünyanın tekelci sermaye tarafından bölüşülmesine ve sömürgelerin varlığına karşı, sağlam duran ideolojik devrimci tavır almaktan geçer.

Emperyalizm bir zamanların serbest rekabetçi piyasa ekonomisini, yani kapitalizmin temel özelliğini ortadan kaldırdı ve nihayet finans kapital ile, yani bankalarla büyük sermayeyi bütünleştirerek tekelleşmeyi oluşturdu. Bugün Avrupa Birliği ülkeleri yabancı enerji tekellerine muhtaç duruma düştü ve faturası halka kesiliyor. Buna karşı Avrupa’da küçümsenmeyecek kitle hareketleri yükselmektedir. Çünkü toplumun önemli kesimi krizin, tehdidin ve saldırının geldiği yeri görmeye başladı. Bu süreçte siyasi partilerde önemli bir sınav vermek zorunda kalacaklar. ABD dayatmalarına karşı net ve sağlam duruşu olmayan siyasi partiler, ileride baş aşağı gideceği görülüyor. Dolayısıyla halkın sömürgeciliğe karşı büyüyen tepkisi, siyasi bir yapıda toplanması kaçınılmazdır. Bu boşluğu hangi siyaset dolduracak? Kitle hareketinin biriken enerjisi sonunda hangi mekanizmayı tetikleyecektir? Bütün bunların yanında Avrupa’da ‘yükselen veya yükseltilen’ sağ partiler nerede duruyor? Hangi sınıfı temsil ediyorlar ve gücünü nereden alıyorlar? Bu gidişat bütün yönleriyle dikkatle analiz edilmeli. Sağ partilerde tarihsel ‘mirastan’ bilinç altına yerleşen, bir dünya emperyal gücü olma hayali var. Bu hayal bir gün uyanmayı bekleyen Kıtmir’in uykusu gibidir. Örneğin Avusturya ve Almanya’daki sağın, tarihe bakışı büyük German İmparatorluğu özlemidir. İtalyan sağının özlemi de Roma İmparatorluğu’dur. Fransa sağıda Napoleon’u mezarından çıkarmak ister. İmparatorlukların bugünkü versiyonu olan emperyalist devletlerin kurumlarıyla sağ partilerin ilişkileri, ayrıca incelenmeye değer. Avusturya’daki sağcı FPÖ partisinin önceki başkanı Heinz Christian Strache, 2017 yılında İbiza adasında kendisini ‘Çarlık hanedanın ferdi’ gibi konumlayan oligark torunu, Aljona Makarowa ile gizli pazarlık görüşmesi, FPÖ gibi partilerin para kaynağının nasıl bulunabileceği örneğiydi. Makarowa büyük yatırım yapabileceğine hazır olduğunu beyan eder ve FPÖ lideri bu yatırımla Avusturya’nın en yüksek trajlı günlük gazetesini satın alma fikrini dile getirir. Böylece büyük medya ellerinde olacaktı ve FPÖ’yü seçimde yükseltme aracı şeklinde kullanılacaktı.

Almanya için Alternatif Partisi AFD, mercek altına alındığında yine ilginç bağlantılar ortaya çıkıyor. Partinin temsilcisi sayın Alice Weidel, ABD’li Goldman Sachs yatırım bankacılığından geliyor. Kovid-19 öncesi dönemde, partiye yurt dışından yarım milyon avrodan fazla bağış yapılır. En büyük bağışın İsviçre’de bulunan pharma (ilaç) sermayesinden aktarıldığı iddia ediliyor. Alice Weidel ‘Ülke İslamlaştırılırken eşcinsel evlilik konusuyla meşgul olunamaz’ diyor, ancak basına kendisinin de eşcinsel olduğunu paylaşıyor. AFD ‘AB karşıtı’ görünümü verse de, büyük yabancıya (tekellere) karşı stratejik bir duruşa sahip değildir. Ancak küçük yabancıya (mülteciler, göçmen işçiler) karşı popülist politikalarıyla oylarını artırabiliyor.

Gelelim İtalya’daki Fdl partisine. İtalya’da genel seçimi kazanan Giorgia Meloni, ‘tanrı, vatan, aile’ mottolarıyla başkanlık sistemini getireceğini vaad ediyor. Klarheit TV Meloni’nin ‘transatlantik bağlantılarını’ paylaştı. Sayın Meloni ABD’li düşünce kuruluşu ‘Aspen İnstitute’ üyesi ve bu kuruluşun yönetimi, Dünya Ekonomik Forumu ve CFR’nin etkisinde olduğu vurgulanıyor. Aspen İnstitute aynı zamanda silah sanayine yakınlığıyla bilindiği için, Meloni Ukranya’ya silah yardımını ve Zelenski’yi desteklemede geri durmadı. Aspen İnstitute, Roma Kulübü’nün ‘büyümenin sınırları ve dünya nüfusunu azaltma’ tezini referans alıyor. Avusturya Cumhurbaşkanı sayın Van der Bellen, seçimden önce  “Meloni Avrupa için bir tehlike değildir” açıklamasında bulunmuştu.

Yukarıdaki birkaç örnek, Avrupa’daki sağcı partilerin finans kapital çevrelerinden desteklendiğini gösteriyor. Konuya odaklanarak dosya çalışması yapılsa,tüm ayrıntılar ortaya çıkar. Nitekim sistemin sağı ve solu da dahil, aynı merkezden kontrolediliyor. Yıllar önceViyana’da bir siyaset bilimcisine FPÖ gençlik teşkilatının bazı yetkililerinin Nazi bağlantılı olduğu gerekçesiyle, parti kapatılması gündemegelebilir mi? sorusuna, aldığımız yanıt şimdi daha iyi anlaşılıyor. Siyaset bilimcisi “Sağcı partilerin kapatılması doğru olmaz, çünkü o zaman illegaliteye karışırlar ve kontrolü zorlaşır. Yasal statüde bütün bağlantıları biliniyor ve takip ediliyorlar” yorumunda bulunmuştu. Yani sağcı partiler sisteme lazım. Özellikle derin kriz dönemlerinde, devrimci müdahalelerin önünü tıkamak için.

Dünya finans kapitali derin krizler yaşadığında, AB’de sağcı partilerde yükseliş oluyor. Buhran dönemlerinde de Avrupa’da sağcı partilere iktidar yolu açılabilir. Peki küresel sermaye neden sağcı partilerin iktidar olmasını destekler? Tarihe bakıldığında örneğini görebiliriz. 1930’larda dünya bu örneği Almanya’da yaşamıştı. Nazi’ler Reichstag (parlamento binası) yangınından sonra iktidara gelirler ve kısa süre sonra, Nazi partisinin banka hesabına ABD merkezli pharma kimya şirketinden 400 bin DM değerinde ‘bağış’ yapılır. Bu para jesti Reichstag yangınının başarılı tertibine yapılmıştı. Prof. Christian Fuchs’un paylaştığı bilgiye göre, Naziler Almanya’da kendi sermayesini ve küresel şirketlerin 10 yıl boyunca olağanüstü kâr yapmalarına ve daha sonra dünyada1 numara olacak markaların önünü açtılar. Küresel şirketler o dönemde Almanya’da binlerceYahudi tutsağı otomotiv, silah ve elektronik gibi sanayi branşlarında ücretsiz çalıştırdılar. Çünkü ücretsiz çalıştırmayla birlikte her hangi sosyal haktan söz edilemeyeceği gibi, sosyal devletten de hiç söz edilemezdi. Faşist diktatörlükte devlet, ekonominin dışına itilmiştir ve varlığından kuşku duyulur, çünkü finans kapitalin direkt müdahalesi söz konusudur. Böylece faşizm kendi kapitalizmini de yaratabiliyor. Savaş koşullarında hangi sermaye sınıfı ücretsiz işgücü, yani angarya sistemini istemezki?

Bugünkü sağcı partileri Nazilerle kıyaslamak doğru olmaz ve öyle bir iddia da öne sürmüyoruz. Ancak sağcı partilerin içerisinde hayat bulan ırkçı milliyetçilik baskın çıkarsa, faşizmle arasında bir santim mesafe kalır. Ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk, açlık dalgaları başladığında, ırkçı milliyetçiliğe göre önce ‘üstün’ canlı türün hayatta kalma mücadelesi ‘imtiyaz’ kazanır. Bu ‘üstün’ canlı türün etrafındaki ‘tüm engeller ortadan kaldırılmalı’ propagandasıyla, faşizmin ayak sesleri duyulmaya başlar.

Son Dakika Haberleri Sağ partiler Emperyalist