24 Aralık 2024 Salı
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Şair yetiştiği toprağı sevmeli

Şair Nurduran Duman, şiirin topluma yaşama gücü vermesi gerektiğini söyledi. Duman şairleri insanın kefili, aracısı ve öncüsü olarak tanımladı

Şairin toplumda yönlendirici bir gücü var mı? Günümüz Türk Şiiri soruşturmasına, şair Nurduran Duman’la devam ediyoruz... Şiir bitti mi? Şair nasıl olmalı?

Günümüz Türk Şiiri soruşturmasına, şair Nurduran Duman’la devam ediyoruz. Duman şairin tutumuyla ilgili ağaç benzetmesi yaptı. Duman’a göre şairin yazdığı şiir “tarlasına giden çiftçiyi, fabrikasına giden işçiyi, okuluna giden öğretmeni öğrenciyi, şirketine giden yöneticiyi, evindeki işi işleyeni yaşama hevesiyle kuvvetlendirip onlara yaşam gücü vermeli”

Küreselleşmenin tek tipçi anlayışına değinen Duman, yeni şiirin dünyada bir arayışın içinde olduğunu söyledi. Şiirin halkla olan ilişkisi hakkındaki soruyu yanıtlayan Duman, toplumun büyük çoğunluğunun “Ben de şiir yazıyorum, biliyor musun?” dediğini belirtti. Duman ayrıca, Türkçenin matematiksel yapısının şiire çok yatkın olduğunu söyledi.

GENÇ ŞİİR BİR ARAYIŞIN İÇİNDE

-21. yüzyılda şiirin yeni bir tanımından söz edilebilir mi?

Kolektif bilinç her anda varoluşun deneyimledikleriyle nasıl genişliyorsa, uygarlık da türlü türlü ürünlerle bu bilince katkısını sunuyor. Her şeyin içinde olan şiir her şeyi de içerdiğinden bu genişleyişten, ilerleyiş ya da gerileyişten etkilenir. Buna göre de yeni tanım denemeleri karşımıza çıkabilir. Bu deneyişler iyidir elbette, bütüncül varlığa katkıdır ancak her yüzyılda geçerli değişmez bir gerçek var, şiir tanımlanamaz. Biz şairler şiirin ne olduğuna ilişkin düşünür dururuz, nasılımızı içeren poetikalar geliştirir manifestolar yazarız ama salt ne olduğuna ilişkin soruya yanıtlarımız hep ne olmadığı üzerinedir.

Şiiri tanımlayış denemeleri gibi çağların getirdikleri ve/veya götürdükleriyle birlikte yeni şiir denemeleri de söz konusu elbette. Dünyada da şu sıra harıl harıl bir arayışın içinde dolaşan genç şiirden söz edebiliriz. Başarısız küreselleşmenin yanlış önerdiği tek tipleşmenin sonucu bir tepki sanırım. Hangi dilde kültürde üretilen şiir olursa olsun, tek tipleşmiş yaşam önerisi içinde kopyalar gibi dolaştığını gören sıkışmış bireyin, ellerini gözlerini önce kendi içine daldırıp sonra da dünyayı taraması arayışı bir başka gayret getirmiş oldu şiire.

Bir şiir, şiirse şiirdir. Şiir olan şiirin şiirliğine ise asla sözümüz olamaz. Klasik şiir, hece şiiri, divan, deneysel şiir, görsel şiir, sineşiir, ses şiiri… daha nicesine nasıl sözümüz olabilir? Gördüğüm, Batı dünyası (genç) şairleri -hikâyeden pek uzaklaşmadan- yeni söyleyişler deniyorlar. Haiku yazma çalışmaları başı çekiyor, haiban, bazen tanka yazmayı deniyorlar. Gösteriyle birlikte yapılan şiir sunumları pek ilgi görüyor. “Word wrestling (‘sözcük güreşi’ gibi çevrilebilir)” diye bir şiir kapışması var örneğin pek rağbet gören.

Bildiğiniz boks ringine çıkar gibi iki şair sahneye çıkıyor. Şairler beden dillerinden de destek alarak ellerindeki metinleri karşılıklı okuyorlar. Evet, bizdeki “âşık atışması”na benziyor. “Âşık atışması”nın müziksiz, hazırlıklı gelinmiş başka bir sürümü diyebiliriz. Aslında sırf bu benzeşmeden ana bir başlık açılabilir şiir çevremizin üstünde kafa yorup tartışması için, o tartışmadan yeni söyleyiş önerileri bile çıkabilir. Salt “âşık atışması”na dönüp baksak, bu değerimizi hatırlasak bile kâr.

VAZGEÇENLERİN ORTAYA ATTIĞI BİR LAF

-Dönem dönem ortaya atılan bir iddiadır. Şiir bitti mi?

Kendilerindeki şiirin bittiğini sanıp şiirden vazgeçenlerin ortaya attığı laf gibi gelir hep bana bu iddia. İnsan ne zaman sesle şekille, anlam arayışı, deneyim merakı, olan ol(a)mayan, bilinen bilin(e)meyen, gizle gizemle ilişkisini keser, şiirin bitip bitmediği üzerine belki o zaman değil düşünmek, panikleyebiliriz. Dünyayı, şekillere atadığımız seslere ya da seslere atadığımız şekillere biçtiğimiz alımlamayla deneyimlediğimiz sürece böyle bir tehlike söz konusu değil. Öyle oldu diyelim o zaman da titreşimden harfler uydurur şiirimizi söyleriz.

‘ŞAİRİN SÖZÜ HALKIN HEP DİLİNDEDİR’

- Şiirin halkla arası nasıl? Geniş kitleler şiirin sesini ne kadar duyuyor?

Aramızda acaba hiç şiir yazmayı denememiş olanımız var mıdır? Bunu hep gülümseyerek merak ederim. Türk halkı şiire her zaman yakındır. Belki çağdaş şairlerle zaman zaman ilişkisi zayıflayabilir ama Yunus Emre başta olmak üzere, şair sözleri, şiir dizeleri bu halkın hep dilindedir. Türküler de var. Türküler şiiri halkımızın dilin(d)e taşır. Her ne kadar “şiir bir iç döküş değildir, şiir bir iç çekiş de değildir” demeye usanmadan şiir atölyeleri düzenliyor, şiirin çalışılan bir yaratı tasarım olduğunu anlatan şiir dersleri veriyor olsak da toplumun yüzde doksanının alt alta sözler karalayarak “Ben de şiir yazıyorum, biliyor musun?” demesi, bunu denemesi çok değerli. Üstelik çok bizden. Şiir yolunda öneri isteyenlere ilkin Türkçe Sözlük okumalarını salık veririm örneğin. Sözlüğümüz şiire öyle çok yol açıcı ki.

‘DİLİMİZ ŞİİRE ÇOK YATKIN’

Bakın hiçbir dilin sözlüğünde bulunmayan “gönül” sözcüğüyle oluşan deyimlere, atasözlerine… Gönlü olmak, gönül koymak, gönül almak, gönlü akmak, gönlünden kopmak, gönlüne doğmak, gönül bağı, gönül borcu, gönül birliği... Her biri nasıl incelikli tutum, davranış imliyor değil mi? Sözlüğe baktığımızda gönül ile oluşmuş bunlar gibi onlarcası var. Bir dilde sözcüğü varsa o dilin kültüründe yaşanmışlığı var demektir. "Gönül" sözcüğünün dünyada başka hiçbir dilin sözlüğünde olmadığını biliyor musunuz? Matematiksel de olan dilimiz, demek ki kültür yapı taşımız şiire çok yatkın, halkımız da şiire çok yakın. Kendimizi bilsek nasıl daha güzel olacağız kim bilir, ki bileceğiz yine olacağız. Bilmek esin verir, söz güç kuvvettir.

Şair yetiştiği toprağı sevmeli - Resim : 1

‘UYGARLIĞIN HER ÜRETİMİ

ŞİİRİ DAHİL EDER’

-Bir fikir de şu: Şiirin aslında bütün biçimlere etki ettiği, onların içine sızdığı şeklinde. Bu bağlamda şiir ve resim, şiir ve sinema ve şiir ve müzik birlikte değerlendiriliyor. Sizce bu doğru mu? Doğruysa bu bağ nasıl oluştu?

Şiir ses, şekil, belirtilen, daha da çoğu belirtilmeyenden oluşan, çözülmesi zor ama bitimsiz haz vaat edici bir denklem. Evet, bildiğiniz matematik denkleminden söz ediyorum. Evrenin dili matematik. Bu nedenle uygarlığın ürettiği her ürün, çelik tekne gemiler, köprüler gibi sinema, resim, müzik de matematikle yazılır, bu da ister istemez her şeyin içine, ileri matematik ile kurulan çok bilinmeyenli bir denklem olmak zorunda olan şiiri dahil eder. Şiir sanatını iyi bilen, illa şair olmak zorunda değil, iyi bir okur olarak iyi bilen kişi iyi sinema filmi çeker, iyi tiyatro oyunu kurar, iyi resim tasarlar. Bunları alımlayan izleyici de şiiri iyi bilen bir okur ise izlediği tadından yenmez.

‘BAKMAKTAN ÇOK BAKTIRMAYA ÇALIŞMAKLA MEŞGULÜZ’

-Son dönemde şiir kitaplarının satış oranları hayli düşük. Eskiden olduğu gibi dişe dokunur şiir eleştirileri ve polemikleri de yayınlanmıyor. Bunun sebebi nedir?

Yüzeyimizde birikenlerle (çoğu çerçöp, olmayan da bu çerçöpün içinde çürümeyi bekler halde) çok yoğunuz. Şiir okyanusu, çağını, çağından, çağıyla dalga vurur. Görme duyumuzun bombardıman altında olduğu bir çağdayız. Belki bundandır, gün boyunca, gece uyku aralarında bile elimizdeki ekranlardan alıp beslendiğimiz daha doğrusu hapır hupur yuttuğumuz şeyi ne seçiyoruz ne de işleyip özümseme sürecini deneyimliyoruz. Üstelik bunu kanıksamış yaşarken, görmek yerine bakmakla meşgulüz. Bakmak görmeğe dönüşse belki bir parça diyecek şeyimizi de olur. Dahası bakmaktan da çok baktırmaya çalışmakla meşgulüz. Ne yediğimize ne giydiğimize nereye gittiğimize. Neye tetiklendiğimize. Düşündüğümüzü sandığımız şeyin bize düşündürüldüğünü, sevdiğimizi sandığımızın sevdirildiğini, öfkelendiğimizi sandığımıza öfkelendirildiğimizi fark etmeden.

Oysa öncelikle dijital ortamlar olmak üzere bulunduğumuz tüm mecralar sosyalist bir okyanusun dalgalarını vurduğu paylaşımcı bir çağı hayata geçirmemize olanak verebilecek, ilmekleyici bir zemine sahip. Gösterişçi olmak yerine esin verici şeyleri (ve dozunda) paylaşsak, bize gösterileni, böyledir diye işaret edileni sorgusuz almasak, kendimizi ve birbirimizi değerlerimizden de edindiğimiz görgüyle kucaklasak, her şeye gönül-bilim el ele yaklaşsak, yaşamı zihin açıcı şeylerle beslesek ne şiirler, eleştiriler, polemikler üretilir.

‘GÜNÜMÜZ ŞAİRİ GÜÇ İSTEMİYOR’

-Şairin toplumda yönlendirici bir gücü vardı. Şair duyarlılığından ve şiirinin etkisinden hep söz edilir ki bu yüzden geçmişte pek çok şair gazaba uğramıştır. Günümüzde şairin böyle bir gücü kaldı mı?

Günümüz şairi belki de güç istemiyor ya da belki güçlü görünmek istemiyor. Ama isterse elbette günümüz dahil her çağda toplumda yönlendirici olabilir. Bu da önemli bir gizildir şairin sahip olduğu. Şu ara bu gücü değerlendirmek istemiyor olabilir. Elbette Yunus Emre, Nâzım Hikmet, Attila İlhan gibi koca çınar şairden söz ediyorum. Belki de bu çağın koca şairleri her gün yanından geçtiğimiz bir bahçede boy atmakta olan fidanların arasındadır. Serpilişlerini izlemeyi sürdürelim.

‘ŞAİR TOPLUMA YAŞAMA SEVİNCİ VERMELİ’

-Tarihin doğru tarafında durmak bir mesele. Günümüzde de bu konuda turnusol olabilecek pek çok olay yaşandı. 21. yüzyılda şair duruşunu nasıl belirlemeli?

Şair, bir ağaç nasıl duruyorsa öyle durmalı. Şairin baş işlerinden biri yaşam gücü vermek bence. Yazdığımız şiir, tarlasına giden çiftçiyi, fabrikasına giden işçiyi, okuluna giden öğretmeni öğrenciyi, şirketine giden yöneticiyi, evindeki işi işleyeni yaşama hevesiyle kuvvetlendirip onlara yaşam gücü vermeli. Bir sevinç, tını… Bir fidan diktiğinizde bazen büyüyüp ağaç olamaz ölür, olsa da ağaçlık ne bilemez cılız kalır. Böyle fidanlar için “toprağını sevmedi” derler. Ağaç sımsıkı kavradığı kökleriyle toprağından beslenerek sapasağlam dimdik ayakta durur da evreni kucaklayıp tüm kurda kuşa dalını gövdesini, yersiz yurtsuz yerli yurtlu tüm insana meyvesini gölgesini verebilir, atmosfere oksijenini sunabilir. Toprağını sevmeyen ağaç daha kendi yeterince ve doğal beslenemezken oksijen sunabilir mi, meyve verebilir mi, kurda kuşa, göğün tüm varlığına dallarını uzatabilir mi? İnsanın da ağaç gibi olduğunu düşünüyorum. İnsanın kefili, aracısı, öncüsü Şair de ağaç gibi olmalı. Toprağını sevmeli.

Şiir Şair Nazım Hikmet Attilâ İlhan Müzik