25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Salkım Hanım’dan Kulüp’e: Varlık Vergisi yalanları

Utku Reyhan

Utku Reyhan

Gazete Yazarı

A+ A-

Yeni bir “yerli” Netflix yapımıyla karşı karşıyayız. İlk altı bölümü yayınlanan “Kulüp” dizisi, Türkiye’deki “tarihimizle yüzleşelim” lobisini bir kez daha coşturdu. Aynı ölçüsüz coşkuyu Salkım Hanımın Taneleri ve Güz Sancısı filmleri gösterime girince de yaşamıştık. Dizinin gösterime girmesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun dünkü “Varlık Vergisi altında inim inim inleyen azınlıklarla helalleşeceğiz” çıkışı için de bulunmaz bir “tesadüf” oldu. CHP-Netflix el ele Cumhuriyet’le hesaplaşırlar bol bol.

HEM AMERİKALI HEM 'YERLİ'

Bir Netflix yapımı nasıl “yerli” olur bu ayrı bir tartışma konusu. Örneğin bir Amerikan petrol şirketinin Türkiye acentası, içerisinde Türkler çalıştığı için yerli olur mu? Netflix de hukuken bir Amerikan silah şirketinden farklı değil. Çıksın bir arslan yürekli de bu “neo Hollywood” şirketinin ABD emperyalizminin dünya egemenliğini kurma araçlarından biri olmadığını ifade etsin bakalım. ABD emperyalizminin kültür-sanat planındaki temel amacı kendi çıkarını ve kültürünü evrensel kılmak, bu yolla da kendisini dünyanın bütün köşeleri açısından “yerel” hale getirmektir. Bizde de Netflix yapımına “yerel” diyebilen “yerliler” ortalıkta dolaşıyor.

NETFLİX’İN ZAMAN KURNAZLIĞI

Bu “yerli” tartışmasını bir kenara bırakıp “Kulüp”e geri dönelim. Öncelikle dizide tuhaf bir zamansızlık var. Şöyle ki: Dizinin ana kahramanı Sefarad Yahudisi Matilda, 1943 yılında, babası Aşkale’de kamu hizmetinde çalışırken bir cinayet işliyor, ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyor ve 17 yıl hapiste kalıyor. 1960’da genel af ile hapisten çıkıyor. Fakat dizi hem de resmi tanıtımlarında sürekli 1950’lerde geçtiği iddiasında. Mesela Netflix resmi hesabı dizinin bizi “50’lerin İstiklal’inde bir gezintiye çıkaracağı” iddiasında.

Acaba diyoruz “1950’de bir af daha çıkmış, Matilda bu afla mı çıktı?” Yine hesap tutmuyor. Çünkü Matilda 1943’te hapse girerken doğan kızı, o çıktığında 17 yaşında. Nereden baksanız 1960 oluyor.

Öte yandan Beyoğlu’ndaki sinema afişlerinden “Çıplak Ayaklı Kontes” filminin gösterimde olduğunu anlıyoruz. Bir de “Cennetin Doğuşu”. Peki ne zaman gösterimde bu filmler? 1955. 1955 ne çağrıştırdı size? Geleceğiz.

Diziyle ilgili liberal çevrelerin coşkulu yazarları, “ne kadar özenli hazırlandığı” konusunda hemfikir. Hakikaten öyle. Dile, kılığa, kıyafete, mekânlara, Türkiye Yahudisi vatandaşlarımızın adet ve ritüellerine çok ciddi bir emek harcandığı anlaşılıyor. Peki bu özen, dizinin inandırıcılık noktasında bel kemiği olan tarih tutarlığından neden esirgenmiş? Neden bu tarih garabeti eleştiri konusu yapılmıyor? Eh, gökyüzünün altında siyasi olmayan bir konu yoktur. Hele hele söz konusu olan ABD sinema endüstrisi ise.

Netflixçiler cevap veremeyeceğine göre biz verelim. Tekrar geliyoruz 1955’e. Senaristler ve işverenleri Netflix belli ki “Varlık Vergisi yetmez bir de 6-7 Eylül 1955 olayları üzerinden Cumhuriyet’in ne kadar faşist bir anlayışa sahip olduğunu gösterelim” demiş. Öyle anlaşılıyor ki sonraki bölümlerde Varlık Vergisi ile zulme uğrayan gayrimüslimlere bir darbenin de 6-7 Eylül Olayları ile vurulduğunu kafamıza sokacaklar. Zaten ay yıldız rozetli gizemli karanlık adamın Kulüp sahibi Orhan Bey’i “Kıbrıs’taki EOKA’cılar ve Rumlar aleyhine” konuşma yapmaya zorlamasından bunun mesajını da alıyoruz. Drama bakınız ki Orhan Bey aslında Niko isimli bir Rum! Yaşlı ve hasta annesiyle birlikte yıllarca kimliklerini gizlemek zorunda kalmışlar. Netflix, 6-7 Eylül rezaletinin arkasındaki, artık ortaya iyice çıkmış olan, ABD-İngiltere-Gladyo tertibini görecek mi? Elbette görmeyecek. Yine “azgınlaşan çarıklı Türk burjuvazisinin ırkçılığını” izleyeceğiz. Herhalde Netflix’ten Sabri Yirmibeşoğlu’nu anlatmasını bekleyemeyiz.

VARLIK VERGİSİ NEYDİ?

Dizinin seyircisine saygısızlık anlamına gelen bu bilinçli tarih kurnazlığını belirtip geçelim. Uzmanı olmasak da dizinin yönetmenlerinin, görüntü yönetiminin ve özellikle oyunculukların başarılı olduğunun hakkını teslim etmek gerekir. Ne var ki, ne diziyi yapanların ne de yorumlayanların asıl derdi bu değil. Dizi üzerine Cumhuriyet, Birgün, Duvar, Karar, Şalom, Serbestiyet, Oksijen vb. neoliberal yataklarında yapılan reklam kampanyasının asıl konusunu “Varlık Vergisi” oluşturuyor. Ve yine o bildik tez: “İttihatçılardan bu yana Türkiye, gayrimüslimleri kovmaya dönük ırkçı politikalar izledi. Varlık Vergisi de gayrimüslimlere özellikle de Yahudilere uygulanan ekonomik bir soykırımdı.” Biz de Matilda ve kızı Raşel’in yaşadıklarından Varlık Vergisi’nin hayatları nasıl darmadağın ettiğini izliyoruz.

Allahtan konuyu derinlemesine inceleyen, bilimsel ahlaka sahip Cahit Kayra, Arslan Başer Kafaoğlu ve Şefik Çakmak gibi bilimsel sosyalist ya da halkçı maliyecilerimiz var da bu beylik tezlere karşı gerçeği öğrenebiliyoruz.

Varlık Vergisi ile ilgili birkaç gerçeği kısaca belirtelim:

1- Varlık Vergisi, II. Dünya Savaşı koşullarında dünya ile bağları büyük oranda kopan ve özellikle Nazi tehlikesine karşı 1 milyon mevcutlu bir ordu beslemeye başlayan Türkiye koşullarında anlaşılabilir. Türkiye’nin bugün bile ordu mevcudu bu kadar değildir. Kaldı ki 18 milyonluk bir Türkiye’den söz ediyoruz.

2- Savaş yıllarında vergiye boğulan sadece gayrimüslimlermiş gibi bir propaganda tepeden tırnağa maksatlıdır. Aynı dönemde eski Aşar’ı hatırlatan Toprak Mahsulleri Vergisi ve Hayvan Vergisi yürürlüğe sokulmuş, özellikle yoksul Anadolu çiftçisi daha da fakirleşmiştir. Ürettiği 20 birimin 8’ini vergi olarak devlete vermiş, 12’sini ise piyasanın 3’te 1’i oranında bir fiyata yine devlete vermek zorunda kalmıştır. Neden? Çünkü İstanbul’da ekmek fiyatları artmasın diye! Ayrıca köylü ve ücretliler yüzde 500’e varan enflasyon altında ezildikçe ezilmiştir. Gerçek gelirleri buharlaşmıştır. Dahası, erkek nüfusun neredeyse tamamı çadır ordugâhlarda asker altına alındığından, iş gücü kaybı da buna eklenmiş, bu dönem tarım üretimi İstanbul’a un yetiştirmek için kendisi aç kalan köylü kadınların emeği üzerine binmiştir.

3- Savaş yılları boyunca (1938-45) devlet gelirleri 2 milyar 700 milyonu vergiler olmak üzere, 3 milyar 800 milyon TL civarında gerçekleşmiştir. Varlık Vergisi’nin bu bütçe içerisindeki yeri 320 milyon TL’dir. Yani toplam verginin yaklaşık yüzde 11’i. Gayrimüslim zenginlerin yoğun yaşadığı İstanbul’dan toplanan Varlık Vergisi miktarı ise yüzde 3’e denk gelmektedir. Asıl yükü, çiftçiler, KİT’ler, ücretliler ve dolaylı vergiler üzerinden yine millet çekmiştir. Evet, koparılan fırtına bu yüzde 3’lük katkı içindir.

4- Bu Verginin ödenememesinden ötürü satışa çıkarılan mesken, arsa, depo, han, fabrika vb. gayrimenkullerin sayısı 885’tir. Evet, 885. Aynı dönemde karda kışta, yokluk, soğuk ya da tifüs gibi hortlayan hastalıklar içerisinde hudutları koruyan askerlerden 50 bininin hayatını haybettiği kabul edilmektedir. Savaşa girmeyelim diye, İstanbul’u koruyalım diye verilen 50 bin can ve 885 gayrimenkul. Buyurun kıyaslayın.

5- Varlık Vergisi sadece gayrimüslimler için çıkarılmış değildir. Kanun metninin herhangi bir yerinde bu ifade yoktur. Savaş döneminde ABD dâhil neredeyse bütün ülkelerde çıkarılan olağanüstü bir vergi türüdür. Milli Mücadele döneminde çıkarılan Tekalif-i Milliye de bir tür Varlık Vergisi’dir. O dönem Anadolu halkı iki çift çorabının bile tekini vermiştir. İstanbul gayrimüslimlerinin Milli Mücadeleye mali katkısı neredeyse yoktur.

6- Varlık Vergisi bir yönüyle de haksız kazanç ya da vurgun vergisidir. Özellikle dış ticaret takımının, tefecilerin, komisyoncuların, istifçilerin savaş vurgunculuğuyla elde ettiği zenginliğin hazineye döndürülmesi işidir. Sapına kadar devrimci bir eylemdir.

7- 1940’lardaki Ticaret Odası kayıtları incelenirse İstanbul’daki tüccar, sanayici, ithalatçı, emlak ve han sahiplerinin, komisyoncuların yüzde 90’ının yabancılardan ve gayrimüslimlerden olduğu görülecektir. Zaten kanunda tanımlanan verginin hedef kitlesi de bunlardır. Yani gayrimüslim zenginler hem sayı olarak hem de varlık olarak Müslüman-Türklerden en az 10 kat fazladır. Bu nedenle kanunda verginin gayrimüslimlere uygulanacağı yazmasa da yöneldiği kesimin gayrimüslimler olması doğaldır. Çünkü İstanbul’da başka “varlıklı” yoktur.

8- Buna rağmen kanun Müslüman-Türk varlıklılara da uygulanmıştır. İki kesime farklı oranlar uygulandığı ise safsatadan ibarettir. Rahmetli Cahit Kayra “gayrimüslimlerden 5-10 kat fazla alındığı” efsanesini kıymetli eserinde tek tek çürütmektedir. Özetle, İstanbul gayrimüslimlerine yaklaşık 200 milyonluk bir tarh belirlenmiştir. Güya Başbakan Saraçoğlu “yetmez, 5-10 katına çıkarın” demiş. Bu durumda tarhın 1 milyar ila 2 milyar arasına çıkması gerekirdi. Böyle olmadığı, tahakkuk eden vergi 199 milyon TL’de kaldığı gibi, İstanbul gayrimüslimlerinden tahsil edilebilen vergi de 130 milyon TL olmuştur. Anadolu İstanbul’dan daha fazla varlık vergisi ödemiştir. “Koca Anadolu, öder tabii” demeyin. Anadolu o sırada yüzde 80 köydür.

9- Dahası, 4195 Müslüman ve 54377 gayrimüslime çıkarılan bu vergi (bunun neden böyle olduğunu yukarıda anlattık), kişi başına bölündüğünde Müslüman mükellef başına 6102 TL, gayrimüslim mükellef başına ise 5326 TL düştüğü görünmektedir. Bu da “gayrimüslimlere fazla ödettirildi” iddiasının bir hurafe olduğunu göstermektedir.

10- Vergisini ödeyemeyenlere ilişkin “askeri nitelikte olmayan zorunlu kamu hizmeti” kanunda vardır. Rahmetli Arslan Başer Kafaoğlu’nun verdiği bilgilere göre birçok mükellef muvazaa yoluyla malını, mülkünü başkalarının üzerine geçirmiş ve Aşkale, Sivrihisar ya da Yozgat’a gitmeyi tercih etmiştir. Toplam 7-8 ay süren, söylendiği gibi ağır da olmayan, vergi borcundan düşülen bu hizmetin ardından 9 ay içinde kanun yürürlükten kalkınca büyük çoğunluk işine gücüne, malına mülküne kavuşmuştur. Savaş yıllarında 4-5 yıl çadırlarda askerlik yapmak zorunda kalan gariban vatan evlatlarını düşününce… Geçiniz.

11- İlginç biçimde bu “ekonomik soykırımdan” Vitali Hakko’lar, İshak Alaton’lar, Jak Kamhi’ler şikâyet etmektedir. Kendilerinin, ailelerinden miras kalan zenginliği, Varlık Vergisi kesintisine rağmen, kendi yeteneklerini de katıp sürdürdükleri anlaşılıyor. Bu aileler ve diğer birçoğu TÜSİAD’ın çekirdeğini oluşturdular. Hatta bugün Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nin başında 19. yy sonlarında İtalya’dan İstanbul’a gelip ticaret yapmaya başlayan, Allah artırsın epey de kazanan Kaslowski ailesinin 3. kuşak bir üyesi bulunmaktadır. Acaba onlar da “ekonomik soykırıma” maruz kalmış mıdır?

12- Buradan dizideki bir diğer çelişkiye bağlanalım. “Varlık Vergisi” denen “ekonomik soykırımın” üzerinden diziye göre 17 yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ İstanbul ekonomisinde özel olarak da eğlence sektöründe gayrimüslimlerin mutlak egemen olmasıdır. Bunu nereden anlıyoruz? Ay yıldız rozetli, gizemli, karanlık adam Kulüp sahibi Orhan (Niko) Bey’e gelerek “İstanbul’un eğlence sektörünü artık gayrimüslimlerin elinden alma zamanı gelmedi mi” diyor. Buradan ne anlaşılır? Tabii ki ortada bir “ekonomik soykırım” olmadığı.

13- “Ekonomik soykırım” ifadesiyle Nazizme bir gönderme yapıldığı açık. Bu dizinin ikiz kardeşi Salkım Hanımın Taneleri filminde de aynı vurguları gördük. Hitler’in Yahudilere uyguladığı soykırımı gazetelerden okuyan Türkiye Yahudileri, “iyi ki bize gelmedi bu işler” diye aralarında şükür ederken, aralarından birisi “şimdilik gelmedi, ileride ne olur, bilinmez” der. Ve hemen sonraki sahnede bilin bakalım ne olur? Varlık Vergisi listeleri panolara asılmaya başlanır! Bu aşağılık göndermelerle Cumhuriyet ile Naziler arasında paralellik kurulurken onlara yanıtı 2012 yılında 98 yaşında röportaj veren Şabat Levi veriyor. Varlık Vergisi konusundaki bütün kızgınlığını ifade ettikten sonra son sözleri şunlar oluyor:

“'Hatta ettik' demelerini isterim tabii. Ama ne değişir? Ben affettim zaten. Bizi Hitler’den kurtardı İnönü, Varlık Vergisi’ni de affettim böylece. Eğer bizi Hitler’e verseydi sabun olacaktık. Parayla hayat ölçülmez. İnönü sayesinde hayatta kaldık. Bunu unutmadım.”

KİM IRKÇI?

Varlık Vergisi ırkçı bir uygulama mıydı? Hayır. Olağanüstü, zorunlu ve devrimci bir savaş ekonomisi uygulamasıydı. Bu yönüyle de alışılagelmiş vergi uygulamalarından farklı olması kaçınılmazdı. Gayrimüslim yurttaşlarımızın daha çok etkilenmesi, daha varlıklı olmalarından kaynaklanmıştır. Asıl ırkçı olan, gayrimüslimlerin çektiklerini konu alan bütün yapımlarda Müslüman Türklerin hırstan gözü dönmüş, vasat, yeteneksiz, ahlaksız, vasıfsız, köylü kurnazı çarıklılar olarak resmedilmesidir. Salkım Hanımın Tanelerindeki Niğde Aksaraylı Durmuş ile Kulüp’teki köylü Çelebi alabildiğine kötüdür, fesattır. Bu ırkçılık o kadar yoğundur ki, Kulüp sahibi Orhan Bey, Rumluğunu gizleyip Türklüğünü öne çıkarmaya çalıştıkça daha gaddar bir insana dönüşmektedir.

Bu vesileyle bu devrimci kararı alan Şükrü Saraçoğlu’nu da anmak gerekir. 1950’lerde Varlık Vergisi’ne dönük suçlamaları neredeyse tek başına göğüslemiş ve “bugün olsa yine yaparım” demiştir:

“Varlık Vergisi benim beğendiğim işlerimden biridir. O zaman içinde bulunduğumuz şartlar, yani seferber edilen ordunun masraflarını karşılamak, darlık içine düşen hazineyi takviye etmek icap ediyordu. Bunun için iki yol vardı. Birisi fakir köylünün boş ambarına yeniden el uzatmak, Aşar Vergisi'ni yeniden diriltmek, diğeri de bu vatanın nimetlerinden istifade etmiş olan zenginlerimizin varlıklarına müracaat etmek idi, biz ikinciyi tercih ettik.

Bu kanun kendisine bağlanan ümitleri tahakkuk ettirdi (gerçekleştirdi), hazineye bugünkü kıymetten 600-700 milyon lira temin etti ve içinde bulunduğumuz para darlığını yok etti…

Bu kanuna kimse sahip çıkmıyormuş... Ona ben sahip çıkıyorum. O kanunu bu memlekete getiren benim. Sevabı da, günahı da benim boynuma olsun”

Memlekette “helalleşme” açılımlarıyla Cumhuriyet tarihinin hedefe konduğu bu günlerde, biz de İkinci Dünya Savaşında bu memleketi ayakta tutan, nöbet tutan, doyuran bütün evlatlarına “helal olsun” diyoruz.