Sanayileşme programları ile kalkınma sağlandı! ‘Sanayi aklı plan aklıdır’
Cumhuriyetin en büyük iddiasının köylüyü çiftçi yapmak olduğunu belirten iktisatçı Prof. Dr. Bilsay Kuruç, dramın da burada başladığına dikkat çekti. Kuruç, sanayileşme ve planlamaya işaret ederek, ‘Yaparak öğrendiler ve öğrenerek kurdular. Sanayi aklı plan aklıdır.’ dedi
Türkiye İş Bankası’nın Cumhuriyetin 100. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde düzenlediği “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” konferansında Prof. Dr. Bilsay Kuruç da bir sunum yaptı. Mülkiye’de uzun yıllar iktisat dersleri veren Prof. Dr. Kuruç, Cumhuriyetin dramına dikkat çekerek, köylüyü çiftçi yapma gayretinin Bizans-Osmanlı’dan kalma duvarları aşamayarak insan kaynağı dönüşümünün yarım kaldığını söyledi. Buna karşın ilk iki sanayi devrimini kaçırmasına rağmen ülkenin kurucu kadroların çabaları ile 21. yüzyıla kadar geldiğini anlatan Prof. Dr. Kuruç, bundan sonra geçen dönemin dramı kavranabilirse ülkenin bu yüzyıldaki yolunu bulacağını vurguladı.
SERMAYE GİTTİĞİ YERİ TAPUSUNA KAYDETTİ
Finansallaşmanın üçüncü döneminde olduğumuzu, bu dönemin güvencesiz ve riskli olduğunu belirten Prof. Dr. Kuruç, “Nixon; ey dünyalılar artık dolar getirene altın vermiyoruz dediği zaman, güvenlik ağını ülkelerin altından çekiyor. Artık güvenlik ağı olmadan kapitalizmde cambazlık yapacaksınız. Ne kadar risk o kadar kazanç. 1935-1945 döneminden farklı bir dönemdeyiz. Ne kadar yüklenebilirsen o kadar kazanabilirsin dönemi. İyi cambazlık istiyor. Biz burada bocalıyoruz.” dedi.
Kapitalizmin güvenceli ve risksiz bir alan sunduğu dönemin 1958’e kadar geldiğini, kovertibilitenin olmadığını ve savaştan hiçbir para birimine sahip olmaksızın çıkan ülkelerin 1945-46’da kovertibiliteye erişmeleri sonrası istikrarsızlığın başladığına dikkat çeken Prof. Dr. Kuruç, “Alman markı ve Japon yeninin dolara karşı değer kazanmaya başladığı ve Nixon’un konuşmaya davet ettiği dönem. Sonra güvenlik ağı çekildi ve dalgalanma başladı.. Bu dönemin özelliği sermayenin serbest kalarak dünyayı dolaşması; sizler küreselleşme diyorsunuz. Basılmadık yer bırakmıyor ve bastığı yerleri tapusuna kaydediyor; tsunami gibi gidiyor.” ifadelerini kullandı.
FAİZ DÜŞERSE VARLIK DEĞERİ ARTAR
“Faizleri düşürürsek varlıkların nominal değerini yükseltiriz; faiz ne kadar düşük olursa varlık enflasyonu o kadar yüksek olur. Türkiye’dekinin tersten kanıtıdır.” diyen Prof. Dr. Kuruç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Osmanlı savaş kaybettiği için değil ekonomik gelişmeleri kaçırdığı için çöktü. Atatürk, ‘Köylü milletin efendisidir.’ dediği zaman köylüyü çiftçi yapacağız demek istiyor. Ama o dönem kırsalda basit tarım ülkesiyiz. Bu rejimde köylü çoğunlukla ağanın toprağında çalışan toprak işçisidir; marabadır. Rezervi finans üretmez aracılık eder. Rezervin yönetimi finansa aittir başta merkez bankası olmak üzere. O dönem rezerv üretimi basit tarımdadır. 1920’lere kadar milli gelirin yüzde 50’sini basit tarım üretti. Yılda ortalama 200 km demir yolu yaptı kazma kürekle. 3 bin 500 km yol devraldı bir o kadar yaptı; kazma kürekle. Sanayi yaptı. Osmanlı birinci sanayi devriminin ürünlerini bile yapamamıştı. Sırtta elbise yoktu. Ayağına ayakkabı yoktu. Sanayi programları yaptı. Plan fikrini getirerek yaptı. Sanayi programsız plansız olmaz. Plan sanayi yaratmaz, sanayi planı yaratır. Sanayi aklı plan aklıdır. Türkler tarihlerinde ilk kez yatırım yapmayı öğrendiler 1934’te. Kayseri fabrikasının temeli atıldığında. İki yılda çelik akıtıldı. Demek ki yaparak öğrendiler ve öğrenerek kurdular. Öğrenmekle kurmak ikisi iç içe.”
PARAYA SAYGI DUYDULAR!
Cumhuriyet kadrolarının denk bütçe yaptığını, paraya saygı duyduğunu ifade eden Prof. Dr. Kuruç, “Osmanlı’nın parası yoktu, para onun değildi. Cumhuriyet o emisyonu aldı korudu, para basmadı. Enflasyon olmasın diye. Sonra merkez bankası kurdu. Bir ülkenin parası, bağımsızlığının simgesidir. Merkez bankacılığı bilen yoktu, yaparak öğrendiler. Rezerv yönetimini öğrendiler. Rezervleri basit tarım getirdi, onlar yönettiler. O zamanki anlayışa göre iktisat politikası ortodoks politikaya göreydi. Ne kadar altın o kadar para. Sanayi programlarının getirdiği büyüme ile tarımda yeni toprakların açılmasıyla ikisini birleştirdiler. İstikrar ile büyümeyi iç içe yaptılar. 30’lar böyle bir tablo getirdi. Köylüler ülkesinde rezerv yönetimi yaptılar ve her şeyi sıfırdan öğrenerek yaptılar.” mesajı verdi.
‘CUMHURİYETE İNSAN VERMEYİZ’ DEDİLER
“Dram burada başlıyor; köylü efendimizdir yani ‘çiftçi yapacağız’ın karşısında bir duvar vardı. Bu 1930’larda kendini belli etti, 40’larda ortaya çıktı. Bizans’tan gelen Osmanlı’da devam eden büyük topraklar üzerindeki mülkiyet duvarını yıkmayı göze almıştı. Tarımda köylüyü alıp onu cumhuriyetin insanı yapmayı göze almıştı. Ama bu duvara çarptı.” tespitini yapan Prof. Dr. Bilsay Kuruç, şu mesajları verdi:
“Dediler ki; vermeyiz. Neyi vermeyiz? Köyü, toprağı ve köylüyü. Yani cumhuriyete insan vermeyiz dediler. Köyün insanını cumhuriyetin insanı yapmayız dediler. Bu gerçeği bilmezsek, aklımızla irdelemezsek bugünkü sorunları çözemeyiz. ‘İnsanı vermeyiz’ ilk o zaman söylendi. Köyün insanını aydınlatmak ve onu çiftçi yaomak; bağımsız çiftçi ocakları kurma ve köy enstitüleri ile denendi ama duvara çarptı. Köylü efendi olamadı. Ortakçı, yarıcı oldu. Ya bu olacaktı ya da kentlere göçüp ucuz işçi olacaktı. O zamandan başlayarak ucuz işçilik günümüze kadar geldi. 1953-54’ten sonra tarımın yıllık artış hızının ortalama 3 daha doğrusu 2’den yukarı çıkmadığını görürsünüz. Bir sektör ki birinci vites gidiyor. Neden? O mülkiyetle o kadar yapılabiliyor. Lokomotif takatsiz kalınca ekonomide ciddi açıklar. Ne yapalım? Öderiz. 70 yıldır açıkları ödüyoruz.”