09 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Silivri çadırından Kurultay’a...

Vatan Partisi’nin son kongresindeki nitelik ve coşku beni gerilere götürdü ve 2011 yılında Silivri’ye Ergenekon ve Balyoz davaları duruşmalarına gittiğim günleri hatırlattı. Soğuk bir kış günüydü ve oradaki mücadeleyi görünce içim ısındı... O günden bugüne iyi ki Vatan Partisi var diyorum...

Silivri çadırından Kurultay’a...
A+ A-
İNCİ GÜNGÖR / MİMAR

Öncelikle,  Vatan Partisi MYK’ya seçilmiş olanları kutluyor, seçilen tüm arkadaşlara başarılar diliyorum. Hala Kurultay’ın heyecanını taşıdığımı söylemeliyim. Sanırım tüm partililer de aynı heyecanda ki; kurultaydaki  konuşmalar tekrar ekranlara geldi. Ben de sanki ilkmiş gibi tekrar dinledim. Kurultay sırasında ve sonrasında hissettiklerimi; “Ne günlerden ne günlere geldik. Çok şükür bu günleri gördüm ya.” ifadeleriyle özetleyebilirim.  Hâlâ güncel olan bu duygularla aşağıdaki yazıyı kaleme aldım.

Silivri çadırından Kurultay’a... - Resim : 1

KURULTAY’IN  DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Yıl, 2011 eylül veya ekim ayı olmalı, Silivri’de bir Nöbet Çadırı kurulduğunu basından öğrenmiştim. “Kesin gitmeliyim destek olmalıyım” diyordum. Trabzon CHP’de  üye olarak görev yapıyordum ve  Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde iki ayrı bölümde 5 derse giriyordum. Yani son derece yoğun bir çalışma içindeydim. Çadıra gitmeyi ülkeme  yapılacak bir görev saydığım için Şubat tatilini programladım. CHP’de kendime yakın hissettiğim birkaç partili arkadaşa “birlikte gidelim” dedim. Anlamsız ve lüzumsuz buldular. O dönemde Trabzon’da bulunan İşçi Partisi Trabzon İl Başkanı Sayın Sabri Dilber’den tüm iletişim adreslerini temin ederek şubat ayında Silivri’ye gittim. Silivri’den ayrıldığımda bir görev yaptığım için mutluydum ama, hayal kırıklığım daha fazlaydı. Hapisteki vatanseverler nasıl çıkacaklar? ülkem bu bataklıktan nasıl çıkacak? kurtuluşumuz nasıl olacak ki? Ülkemdeki Atatürk ilkeleri, sevgisi, bağı, ilkeleri artık yok mu olacak? Beynim zonkluyordu.

Kurultayımızın bende yeniden canlandırdığı duygular ile, o günlerde yazmış olduğum “Nöbet Çadırı” isimli (hiçbir yerde yayımlanmamış) makalemi, okurlarımız ile paylaşmak istedim:

Silivri çadırından Kurultay’a... - Resim : 2

SİLİVRİ NÖBET ÇADIRI      

68 kuşağından bir kişi olarak, Silivri’de nöbet çadırı kurulduğunu öğrendiğim günden beri Silivri’ye gidip, oradaki ortamı görmek, paylaşmak, benim için bir görev, hatta bir zorunluluk olmuştu.  

2012 şubat ayının bir pazar günü, öğlen üzeri Silivri otogarındaydım. Üzerinde cezaevi yazan minibüslerin sayısal fazlalığı, ilk şaşkınlığım oldu. “Normaldir çok vatanseverimiz cezaevinde” diye düşündüm. 40 yıl yaşadığım İstanbul’da Silivri’yi de oldukça iyi bilen bir kişi olarak, yol boyu o ıssız alanlardaki marketler, yeni yeni yapılmış binalar (lojmanlar) ikinci şaşkınlığım oldu. Daha çadıra varmadan yeni bir  yaşam biçiminin Silivri’ye damgasını vurduğunu, Silivri’nin artık yeni bir misyonu olduğunu gördüm.

Cezaevi denilen yerde minibüsten indiğimde, (Tek kat büyücek, lokal gibi) bir çay ocağı önünde, nöbet çadırı sorumlusu ile göz göze geldik, hemen birbirimizi tanıdık, anladık, kucaklaşıp çadıra geçtik. Sanırım kadın erkek 9-10 kişi vardı çadırda. Hepsini yıllardır tanıyormuşum gibi, sarılıp, kucaklaşıp, öpüştük.

Orta yerde bir büyük soba yanıyordu, bez çadırın bez duvarlarında tutuklu yurtseverlerimizin fotoğrafları asılıydı. Büyücek bir masa üzerinde tencereler, yiyecekler vardı. En ilkel şartlarda bir mekan ve yaşam koşulları oluşturdukları kesindi. Tutukluların umudunu canlı tutmak için, büyük bir inançla, güvenle, orada nöbet tutuyorlardı. Eli öpülecek insanlardı onlar. Konuşkandılar, güler yüzlüydüler, sevgi ve umut doluydular. Beni tanımak istiyorlardı. Ben ise, sorduklarına kısa kısa cevaplar veriyor, konuşamıyordum, şaşkındım, suskundum.   

Silivri çadırından Kurultay’a... - Resim : 3

SOĞUĞUN VIZ GELDİĞİ GÜNLER

O gece -6 derece soğukta 2 saatlik nöbet eyleminde, diğer 2 bayan arkadaşa eşlik ettim. Gecenin ayazında o insanlar ne kutsal bir görev yapıyorlardı. Benim nöbete katılışım gece 23.00 ila 01.00 arasındaydı. Gururluydum çok önemli bir görev yaptığımı hissediyordum. Donuyordum. Nöbet kulübesi de buz gibiydi. Zaman zaman dolaşıyordum. Ellerim ayaklarım soğuktan uyuşmuştu. Çadırdaki arkadaşlar yanıma gelip hatırımı soruyorlar bir iki soru sorup  benimle gece nöbetini paylaşmak istiyorlardı. Ama ben kısa kısa cevaplarla “beni yalnız bırakın” der gibiydim. Gecenin ayazında, uçsuz bucaksız karanlık boşluklardan  süzülen, kara yollarının ışıklarına,  uzaktan uzağa yaşamı hatırlatan, su şırıltılarına benzeyen araçların geçişlerine takılmıştım. Hayat hem varmış, hem yokmuş gibiydi. Beynim umut arayışındaydı. Geleceği yeniden kurabilmenin  umudunu arıyor, umutsuzluğunu da yaşıyor gibiydim.

Gece 01.00’da görevim bitince biraz soba başında ısınıp, yine doğru dürüst bir şey konuşmadan, konuşamadan, 2 bayanın uyuduğu kadın koğuşuna geçtim. Balık istifi yatıyorduk, zaten 3 bayandık. Herkesin 4-5 adet battaniyesi vardı. Donuyordum,  dizlerime kramp girmişti, sürekli dizlerimi ovuyordum. Ellerim bedenimi ve dizlerimi ovarken, beynim yarınki duruşmaya kilitlenmişti. Yarın pazartesiydi, hem Ergenekon, hem Balyoz duruşmaları varmış. O duruşmalara katılabileceğimi öğrenmiştim. Tesadüf bu ya, bir taşla 2 kuş vurmuş oluyordum. Balyoz’da İstanbul Hava Harp Okulu Komutanlığından tanıdığım Bilgin Balanlı Paşa vardı. Belki onu da görebilecektim. Ergenekon davasındakiler ise hepsi canlarım insanlar. İçim içime sığmıyor, dizlerimin krampları çözülmüyor, acıyorlar. Yataktan yere iniyorum, 3 adım yürüyecek kadar yer var, eğilip kalkıp sporla ısınmaya çalışıyorum. Sanırım sonrasında 1- 1,5 saat uyumuşum ki gün ışımaya başladı.

Sabah 07.00’de bir hareket, bir hareket cezaevi önünde... Kitaplar yazılır. İnsan inanamıyor orada oluşan, oluşturulan yaşam biçimine, eylemlere. Ben sadece izliyorum, tüm duyu organlarımı algılamaya seferber etmişim; hiçbir kareyi kaçırmak istemiyorum...

Önce Ergenekon davasına katıldım. Hurşit Tolon Paşanın sözde davası görülüyordu.  Salona ilk girdiğimde duruşma başlamamıştı. 100-110 cm yüksekliğindeki bariyerlerden uzanıp oradaki tüm tutuklulara yüzlerce öpücük gönderdim. Sanki onlar da beni tanıyorlardı. Sevgi dolu bakışlar ile selamımı aldılar. Bir ara Mustafa Balbay’a  Trabzon’dan geldiğimi söyledim. Bana kardeşini gösterdi, “ağabeyim, onunla konuşabilirsin” dedi. Ne konuşacaktım ki, ben orada suçlu gibiydim, onlar bizim için hapisteydiler. Abisine ne diyecektim ki. Bugün duruşma günüydü ve sanki onların bayramıydı. İnsan içine çıkmışlardı. Renkleri biraz solgundu ama, traşlı, üstleri, başları gıcır gıcır, güler yüzlüydüler. Tüm gelenlere moral aşılıyorlardı. Duruşma başlayınca bir sempozyum salonundaymış gibi, sunumları koca koca iki ekrandan izliyorduk. Avukat savunmasını yapıyordu. Ekranda belgeleri görüyorduk, savunmayı iki saat kadar boş gözlerle izledim. Zaten hakimlerin yüzünde de hiçbir dinleme belirtisi  yoktu. Bir ara bir hakimin, “Sen konuş, belgeleri bırak, biz onlara sonra bakacağız, sana hemen cevap vermemiz gerekmez” manasında, savunma avukatına cevabını duydum. O anda duruşmada olduğumu fark ettim; çok utandım, nedenini bilmiyorum ama kendimi suçlu hissettim, görünmez olmak istedim.

Öğleden sonra da Balyoz duruşmasına katıldım. Dinleyicilere ayrılan yerde oturdum. Özel bir anfideydim sanki. Çıkıp çay içtikçe de son derece bilimsel ve önemli bir konferansa katılmışım gibi geliyor... Gördüklerim ve hissetliklerim bendeki alt yapıya, bilgilere oturmuyordu. Kameralar, mikrofonlar, incecik iplerle başımızın üzerine kadar uzanmışlar, “tüm suçlular gelecek konuşacaklar ve yakalayacağız dikkat edin” der gibiydiler. Oysa herkese açık demokratik olduğunu bağıran ekranlar tam tersi duyguları çağrıştırmak içindi. Şaşkınlığım artmıştı. Dinleyenler var mıydı yok muydu, kaç kişiydiler, sonuç bildirisi hazır mıydı, bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum...

Biraz mutlu, çokça da hüzünlü olarak Silivri’den ayrıldım.  

3 gün sonra “iyi ki gitmişim” diyorum. Memleketim için mutlaka bir şeyler yapmam gerektiğini, hâlâ buna gücüm olduğunu, yapabileceklerimin neler olabileceğini, bana Silivri öğretti...

“Atatürk ve memleket sevdalısıyım” diyen herkesi orada bir gün geçirmeye davet ediyorum.”

İşte o günden bu güne 10 yıldan fazla süre geçmiş. İnanamıyorum bu kadar kısa zamanda nasıl da hızla bu günlere geldik. Tabii ki Vatan Partisi ve değerli Genel Başkanımız… İyi ki Vatan Partisi var ve anlatılacak çok söz var.  Ancak şu anda tek cümle yeterli.  “DEMEK Kİ LİDERLİK BÖYLE BİR ŞEY!”

Son Dakika Haberleri