Sosyal Demokrasi Kemalizme karşı
CHP sosyal demokratlaşma sürecinin ileri aşamalarında, mülkiyet ilişkilerinin düzenlenmesinde kamu mülkiyetini dışlayan ‘devletçilik’ tanımına ulaştı. Tüccarlıktan sanayiciliğe 1946’dan sonra sıçrayabilen büyük özel sermayenin kozmopolit kesimiyle çelişkilerinden arınmayı böyle başardı
Atatürk’ün devrimci hareketini sürekli kılabilmek için siyasal iktidar etrafında, tek partili rejimle örülen duvarları mutlaka yıkmak, o duvarlarda mutlaka gedikler açmak gerekirdi. Devrimci hareket, çıkarcı ve tutucu çevreleri aşıp geniş halk topluluklarına ancak o zaman ulaşabilirdi. Bu olanak ancak 1945’te girişilen üçüncü çok partili demokrasiden sonra sağlanmaya başlayabildi.” (Bülent Ecevit, Atatürk ve Devrimcilik)
Bülent Ecevit, 1969’da Ankara’da Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonunca gerçekleştirilen Atatürk anmasında bir konuşma yaptı. O konuşmanın metnini, 1961-1968 arasında çeşitli konuşmalarından parçalar ekleyerek kitap haline getirdi. Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu tarafından Atatürk ve Devrimcilik adıyla yayımlandı.
Ecevit orada şunu savunur:
“Gerçek devrim, altyapı devrimidir. Yani, üretim ilişkilerini yeniden düzenleyen ve ekonomik güce el değiştirten devrimdir. Şimdiye kadar Türkiye’de bu anlamda bir devrim, ekonomik güce el değiştirten bir devrim bütün olarak ve köklü olarak yapılmamıştır.” (s. 61)
“Hiçbir altyapı devrimi yapılmamış mıdır Türkiye’de? Henüz bir bütün olarak yapılmamıştır ama altyapı devrimciliğine doğru bazı adımlar atılmıştır.” (s. 81)
Ecevit’e göre Atatürk’ün devrimciliği üstyapı devrimleriyle sınırlı kalmıştı ve üretim ile bölüşüm ilişkilerine müdahale etmemişti. Ecevit iddiasına kanıt olarak toprak reformunun gerçekleştirilememesini gösteriyor.
Altyapı, üretici güçler ile üretim ve bölüşüm ilişkilerinden oluşur. Özdeş olan üretim ve bölüşüm ilişkileri, bir arada ekonomik yapıyı meydana getirirler.
Ecevit’in analizinin içermediği bilgi şudur: Ulusal ekonominin emperyalist sistemle ilişkisi de ekonomik yapının parçasıdır. Kemalist Devrim, demiryollarının ve finans sektörünün devletleştirilmesiyle, dış borçların tasfiyesiyle vs. bölüşüm ilişkilerine müdahale etti. Emperyalist sınıfların Türkiye’de üretilen artı değeri bölüşmelerinin önüne geçti. Ecevit kendisini 1945’te başlayan sürecin olanaklarına bağlayarak, bu açıdan da konum belirlemesi yapıyor. O süreç CHP’nin Kemalizmle yolunun ayırmaya başladığı süreçtir. CHP’nin 1953’te 10. Kurultayında parti programının giriş bölümündeki Kemalizm sözcüğü “Atatürk Yolu” olarak değiştirmişti.(1)
1945 aynı zamanda hem Türkiye’nin emperyalist hegemonya sistemine tekrar eklemlenmesinde dönüm noktasıdır; hem de devrim döneminde kendiliğinden bir sınıf olarak kalan burjuvazinin kendisi için sınıfa dönüşme sürecinin başlangıcı.
Ecevit’in Atatürk ve Devrimcilik kitabında yer alan, devrimcilerin tutuculaşması eleştirisi ve bunun çıkarlardan kaynaklandığı tespiti ise doğrudur. Komünist partilerin önderlik ettiği devrimlerde olduğu gibi CHP’nin önderlik ettiği devrimde de nomenklatura sınıfı oluşmuş olabilir. Fakat bu sınıf 1946 ruhuna karşı durmadı, hatta önderiydi.
Ecevit’in Redd-i Mirasına CHP içindeki muhalefetin liderliğini eski genel sekreter Kemal Satır yapmıştır. Fakat Satır da halk hareketini ve özellikle köylülerin toprak mücadelelerini hedef alıyor, Ecevit’i devrimci köylü hareketleriyle birleşmekle suçluyordu.(2) CHP içinde sosyal demokratlaşmaya devrimci muhalefet ya ortaya çıkamadı ya da etkisiz kaldı. Ecevit’in 1980’den sonra sosyal demokrasinin pratiğini paylaşmaktan kaçınmaya çalışması da Türkiye’de sosyal demokrasi tarihindeki rolünü ortadan kaldırmıyor.
SOSYAL DEMOKRASİNİN İTTİFAKLARI VE DEVLETÇİLİK TARTIŞMASI
Modernleşme; yani örgün eğitim, modern maliye sistemi, modern bürokrasinin inşası, laik yargı, bütün bunlar finansman gerektirir. Okullar ve mahkemeler açılmalı, geniş memurlar sınıfı için maaş sistemi kurulmalı, modern sistemi yürütecek kadrolar kamu kaynaklarıyla eğitilmelidir.
Osmanlı İmparatorluğunda modernleşmenin finansmanını sağlayacak ulusal sınıflar olmadığından, Tanzimat’tan itibaren Babıâli açığı Avrupa mali sermayesiyle işbirliği yaparak kapatmaya çalıştı. Demiryolu imtiyazları, dış borçlar ve diğer finansal yatırımlar o işbirliğinin pratikleriydi. Kemalist Devrim modernleşmeyi milli sınıflarla gerçekleştirmeye yöneldiğinde, altyapıyı Devletçilik ilkesiyle düzenledi. Yeni Düzenin emperyalist sınıflarla tekrar işbirliğine dayanmadığı koşullarda zaten başka seçenek de yoktu.
1930 ve 1940’larda sanayi burjuvazisinin ve burjuva toplumunun inşasında önder roller oynamak isteyen, dönemin önemli isimlerinden Süreyya Paşa, Kemalizmi özel sermayenin sanayi burjuvazisine dönüşmesini engellemekle suçlamıştır. Kemalist devletçilik için, “halkın açık hakkı olan fabrikatörlüğü elinden aldı” demişti. Kemalist devletçiliği “Bolşevikliğin bir sistemi” olarak görüyordu.(3)
İşadamları 1948’de İkinci İktisat Kongresi adı altında geniş katılımlı, 5 gün süren önemli bir toplantı örgütlediler. İstanbul Tüccarlar Derneği tarafından düzenlenen kongrenin açış konuşmalarında, derneğin Genel Sekreteri Ahmet Hamdi Başer, “Bütün tekliflerimizin hülasasını, siyasi sahada olduğu gibi iktisadi sahada da vasillik rejiminden kurtulmak şeklinde kısaltabiliriz” diyerek, Kemalist devletçiliğinin özel sermaye üzerinde vasilik rejimi kurduğunu söylemişti. Aynı kongrede “Türkiye İktisat Kongresi artık memleketin iktisadi mukadderatına meslek ve ihtisas adamlarının da karışmak kararında olduğu” açıklandı. Kongre, o güne kadar vasillik altında kendiliğinden bir sınıf olarak kalan burjuvazinin memleketin iktisadi mukadderatına karışarak kendisi için sınıfa dönüşeceğini ilan ediyordu.(4)
Plancı Kemalist devletçiliğin tasfiyesinde 1946’dan sonra Türkiye gelen Amerikalı uzmanların rolünü de unutmamalıyız. Hem 1948 Kongresini düzenleyenlerin hem de Amerikalı uzmanların tartıştığı, altyapıdaki devrimlerin sonuçlarından başka bir şey değildir.
6 Ok’u parti ilkeleri olarak belirleyen CHP’nin 1931 programındaki “iktisadi sahada devleti fiilen alakadar etmek” ifadesi, pratiğe yatırımcı ve işletmeci devlet olarak yansıdı. Günümüzdeki CHP programı ise devletçiliği halka hizmet, katılımcı yönetim, demokratik hukuk devleti kavramlarıyla tarif ediyor. “Bizim Devletçilik anlayışımız; yurttaş devlet için değil; devlet yurttaş için anlayışının yaşama geçirilmesidir” yazıyor CHP programında. Devlet sadece düzenleyici ve denetleyicidir; devletçilik ise “özel yararlarla toplumsal yararlar arasındaki dengenin sağlıklı oluşması için getirilmiş bir güvence”. Devletçilik tanımındaki dönüşüm, en iyi şekilde, CHP’nin dönüşüm ile Avrupa’da sosyal demokrasi tarihinin paralellikleri incelenerek anlaşılabilir.
CHP sosyal demokratlaşma sürecinin ileri aşamalarında, aynı Avrupa sosyal demokratları gibi, mülkiyet ilişkilerinin düzenlenmesinde kamu mülkiyetini dışlayan “devletçilik” tanımına ulaştı. Tüccarlıktan sanayiciliğe 1946’dan sonra sıçrayabilen büyük özel sermayenin kozmopolit kesimiyle çelişkilerinden arınmayı böyle başardı.
BİR SINIFSAL İSTİSMAR: ATATÜRK’Ü YENİDEN İMAL ETMEK
Kemalist Devrim bugün de sosyal demokratlar ve büyük burjuvazinin kozmopolit kesimi tarafından üstyapı devrimi olarak algılanıyor; ama Ecevit’ten farklı olarak bu sefer eleştiriyle değil. Sosyal demokrasinin Kemalist Devrim algısında eleştiri zıddına dönüşmüş, yüceltme halini almıştır.
En Batıcı sınıflar “üstyapı devrimciliğine” indirgenmiş Atatürkçülüğü çok sevdi. Holdinglerin TV reklamları, o sınıfın nasıl bir Atatürk ile hangi ilişkiyi kurduğunu gösterir. Her zaman olduğu gibi burada da o sınıfa Koç grubu önderlik etti.
İndirgemeyi yapan sosyal demokrasidir; eleştiriyle yola çıkılıp zamanla övgüye dönüşmesi, sosyal demokratlaşma sürecindeki sürekliliği ortadan kaldırmıyor.
Atatürkçülüğün üstyapı devrimciliğine indirgenmesi, CHP ile büyük sermayenin kozmopolit kesimleri arasındaki ittifakın Atatürk üzerinden topluma sunulmasının önündeki engelleri temizledi. Fakat “Atatürk imalatı” on yıllara yayılan meşakkatli süreçtir. Avrupa sosyal demokrasisinin referansları olmadan bu iş başarılamazdı.
Adam Przeworski’nin şu tespiti yol gösterici olabilir: “Eğer devlet özel sanayiyi gerektiğinde belli bir düzene sokabilirse ve piyasa güçlerinin serbest hareketlerinin etkisini hafifletebilirse, doğrudan mülkiyet gereksiz ve akıl dışı olurdu: Bu, Keynesçi devrim sonrası dönemde sosyal demokrasinin mottosu olmuştur.”(5)
Burada doğrudan mülkiyet kamu mülkiyetini, piyasa güçlerinin serbest hareketlerinin etkisini hafifletmek ise sosyal liberalizmi ifade ediyor. Przeworski’ye göre Keynesçilik Avrupa sosyal demokrasisi için kamu mülkiyetinden vazgeçebilme olanağı anlamına gelir.
1960 ve 70’lerde CHP’ye hakim olan Demokratik Sol programda kamu mülkiyeti, en azından teorik düzeyde belirleyici yer tutuyordu. CHP’nin kamu mülkiyetinden uzaklaşma süreci ile Avrupa sosyal demokrat partilerin kamu mülkiyetini terk etmesi ne kadar eş zamanlıdır veya değildir, ayrıca incelenmeli. Ama bugünkü CHP programındaki devletçilik tanımının Keynezyen ve sosyal demokrat olduğunu söyleyebiliriz.
Kozmopolit batıcılığın Atatürk’ü yeniden imal süreci ile onun mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerine müdahalelerinden arındırılması arasında bağ var. Sosyal demokrasi bu ilişkinin politik taşıyıcılarından biri oldu; bugün ise merkezidir.
Hatta şunu da söyleyebiliriz: Üst yapı devrimciliğine indirgenmiş Atatürk, artık Türk sosyal demokrasisinin mottosudur.
DİPNOT:
- Hikmet Bilâ, Sosyal Demokrat Süreç İçinde CHP, Milliyet Yayınları, s. 208.
2- Kemal Satır, CHP’de Bunalım, Nüve Matbaası, Ankara, 1972, s. 35.
3- Süreyya Paşa’nın Anıları “Teşebbüslerim Reisliklerim”, Günümüz Türkçesine çeviren: Cuma Boynukura, Kadıköy Belediyesi Sosyal Dayanışma Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, s. 120.
4- Kongre tutanakları için bkz. 1948 Türkiye İktisat Kongresi 22-27 Kasım 1948, Derleyen: Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Planlama Teşkilatı Yayın ve Temsil Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1997.
5- Adam Przeworski, Kapitalizm ve Sosyal Demokrasi, Phoenix Yayınevi, Ankara, 2012, s. 68.