Sözde soykırım anıtlarını Almanya’da kaldıracak irade
29 Ekim 2023 tarihinde Vatan Partisi, Öncü Gençlik ve TGB’nin Almanya örgütlerinin önderliğinde Köln şehir merkezinde Türkleri soykırımcılık ile suçlayan anıta karşı protesto eylemi yaptık. Söz verdik, “bizi soykırımcı ilan ederek diz üstü getiremezsiniz’’ diyerek anıtı kaldıracağımızı ilan ettik
29 Ekim 2023 tarihinde Vatan Partisi, Öncü Gençlik ve TGB’nin Almanya örgütlerinin önderliğinde Köln şehir merkezinde Türkleri soykırımcılık ile suçlayan anıta karşı protesto eylemi yaptık. Söz verdik, “bizi soykırımcı ilan ederek diz üstü getiremezsiniz’’ diyerek anıtı kaldıracağımızı ilan ettik. Sözümüzü tutuyoruz. 4 hafta sonra zafere ulaşmak üzereyiz: Belediye Meclisi anıtın kaldırılma sürecini görüşüyor.
29 Ekim’deki eylem bize gelecek için ışık tutmakta. Türkleri yurt dışında nasıl koruruz? Bunu sadece gürültü yaparak değil, başarı odaklı gerçekleştirmeliyiz.
BU EYLEMİ NİYE CUMHURİYET BAYRAMI’NDA YAPTIK?
Çünkü isyan ediyoruz! Atatürk’ü sadece balolarda ananlara, Cumhuriyeti kokteyl partilerinde kutlayanlara isyan ediyoruz.
Abiyesi ile o gecelerde Atatürk portresinin yanında ‘selfie’ çekip sosyal medyada bunu ‘Atam izindeyiz’ başlığı ile ‘post’ yapan, masada bira içerken ‘Atam bugün bu sofrada seni andık’ diyen zihniyete isyan ediyoruz.
Kimsenin içtiğine veya verdiği poza karşı değiliz. Fakat dikkat ediniz, imgeleştirilen ve içi boşaltılan bu ‘Atatürkçülük’ iddia ettiği gibi Atasının izinde değil. Peşinde yürüdükleri izlerin sonunda Atatürk yok, Avrupa Komisyonu var, Beyaz Saray var, yani kısaca 150 yıldır Atatürk’ü ve onu oluşturan birikimi tasfiye etmek isteyen, Cumhuriyet kurucularının savaş ile mağlup ettiği Batı Emperyalizmi var.
Balolara, papyonlara ve şarap bardaklarına sıkıştırılan Atatürk ve 29 Ekim ‘coşkusu’ geceyi Cumhuriyet düşmanı Selahattin Demirtaş’a özgürlük isteyerek tamamlıyor. Bu ‘Atatürkçülük’ 29 Ekim Cumhuriyet etkinliklerinde yüksek sesle çaldıkları 10. Yıl Marşı ile önce misafirleri gaza getiriyor, ardından Tunceli’ye karşı Cumhuriyet yıkıcılığının ve feodal gericiliğin simgesi olan Dersimciliği etkinlik programına yerleştiriyor.
Kutlamada rozet takıp takım elbise giymek ile yetinen ‘Cumhuriyetçilik’ Atatürk gibi, Cumhuriyeti yıkmak isteyen emperyalizmin ‘mahv ve nabud olacağını’ ilan edemiyor. O yüzden bu Cumhuriyetçiliğin karakteri ‘Bağımsızlık ve Hürriyet’ değil çünkü bu Cumhuriyetçilik Avrupa Birliği kapısında sırasını bekliyor, NATO’nun genişlemesine el kaldırıyor, Londra ve New York bankalarında para dileniyor.
CUMHURİYET ONU FİİLİYATTA KORUYARAK VE İLERİ TAŞIYARAK KUTLANIR
Bazı dostlarımız için inanması zor olabilir, yalnız Cumhuriyeti balolarla koruyamıyoruz. Cumhuriyet yıkıcıları bizim bol bol balo yapmamızı ve işi orada bitirmemizi istiyor.
Peki ne yapılmalı?
Öncelikle Cumhuriyete yönelik saldırıların merkezinin saptanması gerekir. Ardından bu saldırıları bertaraf eden mücadele örgütlenerek Cumhuriyet ve onun kazanımları daha ileri aşamalara taşınır.
Türklere karşı Ermeni Soykırımı suçlaması tam da böyle bir saldırıdır. Cumhuriyetimize yönelik günümüzün en tehlikeli saldırılarından biridir. 1915 olayları Kurtuluş Savaşı tarihimizde bir dönüm noktasıdır. Doğu cephesindeki batı güdümlü isyanların bastırılması ile birlikte Atatürk’ün sonrasında bahsettiği ‘Doğuda bir istinatgâh yaratarak Türkiye’yi kurtarma stratejisi’ hayat buldu, Cumhuriyetin kuruluşuna giden yolun önü açıldı.
Bundan dolayı 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak niteleyen planlar salt bir ‘acıyı’ anma meselesi değildir, bizzat Cumhuriyetimizin meşruiyetini sorgulayan bir saldırıdır.
Soruyoruz Aydınlık Avrupa okurlarına: Soykırım üzerine inşa edilen bir Cumhuriyet yaşayabilir mi?
Cevabını Almanya tarihinde bulalım: Devletini soykırıma uğratılan 6 milyon Musevi’nin üzerine inşa eden Nazi Almanyası haklı olarak çöktü ve tarih sahnesinden silindi.
Çanakkale Zaferi ve 1915’te Doğu Cephesi’nin sağlamlaştırılması yaşanmasaydı 23 Nisan 1920’de Cumhuriyet kurulamaz, 29 Ekim 1923’te de ilan edilemezdi.
1915’teki vatan savunması olmasaydı; 29 Ekim’deki Cumhuriyet olmayacaktı.
Soykırım suçlamaları ile saldırıya uğrayan bundan dolayı sadece Talat Paşa gibi hürriyet kahramanlarımız değil, saldırıya uğrayan bizzat Cumhuriyetimizin kendisi.
Bundan dolayı biz Aydınlıkçılar 29 Ekim’de bir karar alma durumu ile karşı karşıyaydık:
Cumhuriyet Bayramı’nda kadeh mi kaldıracaktık yoksa anıt mı?
Biz elbette salonlarda kadeh kaldırmayı değil Cumhuriyete doğrudan saldıran sözde soykırım anıtını Avrupa merkezlerinde kaldırma kararı aldık. Cumhuriyet Bayramı en iyi böyle kutlanırdı.
TÜRK DEVRİMCİLİĞİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ, BATI BAĞIMLILIĞININ HEZİMETİ
Öncesinde öyle ilan etse de eylem günü anıt başında nöbet tutan Cem Özdemir’i göremedik. Biz gelmeden önce anıta çiçek bırakıp alandan hemen ayrılmış.
Karşımızda çeşitli gerici kesimlerden oluşan grupçuklar vardı. PKK’lılar, AB fonlarından beslenen sözde Ermeni grupları, Amerika’nın uslu anarşistleri ANTİFA, Almanya’nın Yeşillere ve sol liberal çevrelerine bağlı gruplar, hepsi bize karşı birleşmişti.
Tam da burada Türk devrimciliğinin üstünlüğü ortaya çıktı.
Eylem düzeni, hedefi, atılan sloganlar, pankartlar, hepsi iki oluşum arasındaki nitelik farkını net bir şekilde ortaya serdi.
Bizim sloganlarımız şunlardı:
‘Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi’, ‘Yaşasın Vatan, Yaşasın Cumhuriyet’, ‘Soykırım Yapmadık Vatan Savunduk’, ‘Die Stadt Köln ist kein Gericht’ (Köln Belediyesi Mahkeme Değildir), ‘Soykırım Yalanı Amerikan Planı’, ‘Atatürk und Talat, sie sind unser Widerstand’ (Atatürk ve Talat bizim direnişimizdir), ‘Ya İstiklal Ya Ölüm Tam Bağımsız Türkiye’.
Karşı grubun sloganları ise şunlardı:
‘Haut ab’ (defolup gidin), ‘Verpisst euch!’ (‘defolup gidin’in Almanca’da daha argo şekli), bunların çeşitli küfürlü versiyonları, ‘Haltet eure verdammte Schnauze’ (o lanet olası çenenizi kapatın), ‘Buh’ (Yuh).
Peki bizler bağımsızlıktan, hukuktan, emperyalizmden ve cumhuriyet kazanımlarından bahsederken, karşı grubun sloganları niye 1 saat boyunca aynı sözlerin etrafında döne döne ‘defolup gidin’ ifadesini aşamadı? Bu kötü bir hazırlığın sonucu mudur?
Kuşkusuz Türk devrimcilerinin Almanya’nın bu sözde sol çevrelerinden daha örgütlü, disiplinli ve düzenli olması önemlidir. Fakat belirleyici başka bir etken var: Bizim sloganlarımız harf yığınlarından oluşmuyor. 150 yıldır verdiğimiz bir mücadele programının içinden doğuyor.
O sloganların arkasında Namık Kemal’in ‘Vatan Yahut Silistre’si var.
O sloganların arkasında Enver Paşaların İstibdat dönemini sona erdirmesi var.
O sloganların arkasında İngiliz emperyalizmine direnen Mustafa Kemal Paşa var.
O sloganların arkasında 1 Mart Tezkeresi’ni engelleyen, Batı’nın Ergenekon davalarını çökerten, 15 Temmuz’da Amerikan Gladyosu’nu ezen irade var.
Zalim ve büyük bir emperyal güce karşı 150 yıldır mücadelede kavrulan bir program burada sloganlaşıyor. Mücadelemiz bu kavgaya dayanıyor.
Fakat bir siyasî oluşum Avrupa Birliği fonlarına dayanır, Beyaz Saray’ın NED vakfının projeleri ile meydanlara inerse sloganları da ‘defolup gidin’ ifadesinin ötesine geçemez. Çünkü o oluşum yıllardır süregelen bir mücadeleye, hak, adalet, bağımsızlık kavgasına dayanmamaktadır. Bizim mücadelemiz Belgrad Ormanları’nda hayat bulmuştur. Bu oluşumlar ise hâkim sınıfların para musluğunu açtığı kadar hayat buldukları için programsız, stratejisiz ve slogansızdır.
Hatta bir süre sonra eylemde bu grupçuğun içinden bir kişi birdenbire ‘Fortuna Köööln’ (Alman futbol takımı) diye peş peşe bağırmıştır. Bu alakasız ani çıkış iki tarafı güldürse de aslında karşı tarafın üzücü hezimetini göstermekte ve kesinlikle tesadüf değildir, programsızlığın itirafıdır: Bizler gibi mazlum milletlerin mücadelesine dayanmayıp, emperyalizmin aleti olarak meydanlara sürülen kalabalıkların davasız siyaseti sonu tribün tezahüratlarında bulmaktadır. Batı tarafından fonlanan suni ‘mücadelelerin’ sloganları elbette ‘Ne ABD ne AB Tam Bağımsız Ermenistan’ olamaz. Programsız ve halkının ihtiyaçlarına dayanmayan, ecnebilerin çıkarlarına dayanan hareketler kaçınılmaz olarak kendilerini futbol takımına tezahürat ederken yakalarlar.
Köln meydanlarında biz Türk vatanseverleri şiir okuduk, İzmir Marşı’nı söyledik. Dolu dolu, derin ve iyi hazırlanmış bir programımız vardı. Bir zaman sonra bizim yanımızda cılız kaldığını fark eden karşı grup ise ‘biz niye onlar kadar yaratıcı olamıyoruz’ çaresizliği içerisinde ‘Bella Ciao’ marşını söylemeye başladı. İtalyan Partizanlarına ait bu marşın, o meydanda buluşma sebepleri ile hiçbir bağlantısı olmadığını anlayan kalabalık bunu birkaç saniyeden fazla sürdüremedi ve mırıldanmayı yarıda kesti.
DÜŞMANIMIZ KİM?
Millî güçlerin tümü soykırımcılık iftirasına karşı ve onunla mücadele etmek istiyor. Buraya kadar bir sorun yok. Fakat bu dostlarımızın hepsi soykırım yalanını bertaraf edecek yöntemleri uygulamıyor.
En başında şu saptanmalı: Tehdidin kaynağı nedir? Düşmanımız kim? Cumhuriyetimizi soykırımcı ilan eden siyasetlerin merkezi neresidir?
Bu soruları ‘Ermeniler’ diye cevaplayan siyasetler yenilmeye mahkûmdur. Ermenistan gibi küçük düşmanlıklar ile boğuşanlar Türkiye’ye yönelik tehditleri saptayamıyor.
Ermeni Soykırımı yalanının merkezi Batı emperyalizmidir. Kaynağı ABD ve AB’de olan bir saldırı ile karşı karşıyayız. Ermenileri baş düşman ilan eden girişimler asıl kaynağı gizliyor. Hatta bu tutumlar öyle uç noktalara varıyor ki, zaman zaman ‘Ermeni diasporasının Amerika’yı parmağında oynattığı’ bile ileri sürebiliyor. Düşünebiliyor musunuz, bu düşüncelerine göre ABD Dünya Bankası’nı, Birlemiş Milletleri, Dünya Ticaret Örgütü’nü, NATO’yu, hatta Avrupa Birliği’ni kontrol ediyor, her iklimde yüzlerce askerî üs kuruyor, deniz yollarını tutuyor, askerî darbelerle başka ülkelerde hükümet deviriyor, fakat mesele Ermeni diasporasına gelince Amerikan emperyalizmi boyun eğiyor.
Türkiye’yi bölme, Cumhuriyeti yıkma, Atatürk’ü tasfiye etme planları Erivan’da üretilmiyor. Bunlar Vaşington ve Brüksel merkezli emellerdir.
Sadece bazı örnekleri:
- Avrupa Parlamentosu’nun kararlarının hepsinde Türkiye’nin AB’ye girme şartı olarak soykırım yalanının kabul edilmesinden bahsedilir.
- ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komisyonu’nun 15 Eylül 2005 tarihli kararına göre ABD’nin Türkiye’nin AB’ye girmesini desteklemesinin önkoşulu soykırım yalanının ‘zorla’ kabul edilmesidir.
- 2 Haziran 2016 tarihinde Alman Parlamentosu aldığı kararla Türkleri soykırımcılık ile suçlamıştır.
- 24 Nisan 2023 tarihinde ‘Ermeni Soykırımı Eğitimi Yasası’ ABD’de Temsilciler Meclisi’ne sunulmuştur.
- Aynı tarihte Beyaz Saray 1915 olayları için ‘soykırım’ ifadesini kullandı.
Türkiye’yi bölme girişimleri için Batı’nın Ermenistan’a ihtiyacı yok. Belirleyici güç ABD’dir Ermeniler değil. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ‘Ermenileri değil, büyük devletleri hedef gösterdiği’ için AİHM zaferini kazanmıştır. Bundan dolayı biz de 29 Ekimlerde ‘kahrolsun Amerikan Emperyalizmi’ sloganlarını attık, Ermenileri hedef göstermedik.
Almanya’daki Türk toplumu, dernekleri, parti temsilcilikleri ve konsolosluklar da gelecekte Ermeniler gibi küçük gruplarla değil Türkiye’yi soykırım yalanı üzerinden bölmek isteyen ABD ve AB ile mücadele kararlılığına sahip olmalıdır.
BAŞARI ODAKLI SİYASET: TARİH TARTIŞMASI MI HUKUK MÜCADELESİ Mİ?
Yine iyi niyetli ama başarı odaklı olmayan siyasetlerin bir diğeri de şu: Tarih tartışması. ‘Amerikalılar önce Kızılderililere yaptıkları soykırıma baksın’, ‘Asıl Ermeniler Hocalı’da soykırım yaptı’, ‘1915’te Ermeniler çok daha fazla Türk öldürdü’ şeklinde tutumlar tartışmayı bitirmiyor aksine uzatıyor.
Türk devletinin, yukarıda belirtildiği gibi, Amerika ve Avrupa ile mücadeleden kaçındığı ortamlarda ‘tarih tartışmaları’ öne çıkmıştır. ‘Açın arşivleri, bakalım kim kimi öldürmüş’ gibi çıkışlar, tarihçileri bir araya getirip 1915 olaylarını tartışmak isteyen teşebbüsler ‘Düşmanımız Kim?’ alt başlığında ele alınan tehdidin kaynağını saptayamıyor.
Önerilen bu tarih tartışması taktiklerine göre Batı, soykırım yalanlarını emperyal hedefler ile değil belge eksikliğinden dolayı piyasaya sürüyor. Bu naif tutuma göre Beyaz Saray’a, AB Komisyonu’na, NATO’ya ilgili belgeleri gösterirsek, onlar çıkıp ‘sahiden biz yanılmışız’ diyecek ve geri adım atacak. Böyle bir şey mümkün mü?
Batı’nın soykırım yalanını piyasaya sürmesinin kaynağı bir belge eksikliği veya bilgi yanlışı değil. Artık anlayalım: Genişlemesi için Mecliste oylama yapacağımız NATO, üyesi olmak için kapısında beklediğimiz AB, stratejik müttefikimiz olarak gördüğümüz ABD bizi bölmek istiyor!
Bunların bir tarih yanılgısı yok. Konferans yaptığımız için Türkiye’yi bölmekten vazgeçmeyecekler. Bugün PKK’ya 20 bin tır silah gönderen, HDP’nin kapatılmamasına kalkan olan, FETÖ’yü devlet içine yerleştiren ABD. Soykırım yalanlarının sahibi de ABD.
Tarih tartışması yaparak kazandığımız mevziinin gerisine düşmemeliyiz. O mevzi nedir? Perinçek-İsviçre Davası’nda kazandığımız AİHM zaferi. Bu hukuk zaferi tüm tarih tartışmalarına noktayı koyuyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına göre:
- Soykırım bir tarih tartışması değil suç tanımıdır, hukukî bir terimdir
- Soykırım suçunu sadece yetkili kurumlar saptar
- Bu kurumlar Uluslararası Ceza Mahkemesidir veya Türkiye’deki bir yerel mahkemedir
- Yetkili mahkemelerin soykırım hükmünü veren bir kararı olmadığı sürece soykırım da yoktur
AİHM kararına göre dünya âlem birleşse, bütün tarihçiler bir araya gelip soykırım var dese hepsi yok hükmündedir çünkü soykırım kararını yetkili mahkemeler verir, tarihçiler değil.
29 Ekim eyleminin bir diğer başarı sırrı da budur: Biz o gün bir tarih tartışması yürütmedik. Köln Belediyesine net ve yorumsuz olan Avrupa Hukuku’nu uygulaması gerektiğini hatırlattık.
ALMANYA’DAKİ İTTİFAK BİRİKİMİMİZ
Tehdidin kaynağının ABD ve bu mücadeleyi başarıya götürecek aracın AİHM kararı olduğunu saptadıktan sonra hangi güce dayanarak ilerleyeceğiz sorusu önümüzdedir.
Almanya’da vatanıyla bağını hiçbir zaman koparmayan milyonlarca Türk’ün tümü bizim güç kaynağımızdır. Sağ sol demeden emperyalizme karşı Türkiye’yi savunan tüm dernekler ve partiler birlikte hareket etmelidir, güç birliği oluşturmalıdır.
Aynı zamanda başta Almanya’da Amerikan hegemonyasını kabul etmeyen Alman kurumları, partileri ve aydınları da bizim ittifak birikimimizi oluşturmaktadır.
Tarih tartışması yürüterek Almanlar içinde hiçbir gücü kazanamayız. Fakat bu meselenin bir siyasî tartışma olduğunu, aynı ABD’nin aynı araçlarla Almanya’yı da kıskaca almak istediğini gösterirsek, Amerika’yı yalnızlaştırarak Almanya içindeki ittifak birikimimizi değerlendiririz. Almanlara şunu göstereceğiz: Sizin Kuzey Akım borularınızı Amerika nasıl havaya uçuruyorsa, Ukrayna’da sizi felakete sürükleyerek ekonominizi nasıl batırıyorsa aynı şekilde soykırım yalanları ile bizim ülkemizi çökertmeye çalışıyor.
Bu doğrultuda Almanya ile çıkarlarımız örtüşmektedir. Uzun vadeli görevimiz Almanya’ya Türkiye ile dostluğun kendi çıkarlarına olduğunu, Atlantik ittifakının ise kendilerine zarar verdiğini göstermektir.
Önümüz açıktır. Daha nice anıtlar kaldıracağız. Bu mücadele sonunda Alman Parlamentosu’nun hukuku çiğneyerek aldığı soykırım kararının geri çekilmesi var. Kendimize güvenelim!