Süleyman Şenel, Aydınlık'a konuştu-2: 'Yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ulaşılır'
'Kastamonu merkezli başlayan bu keşif dönemi de bana, genel olarak ülkemiz kültür sanat hayatını daha geniş ölçekte tanıma imkanı sağladı ve hatta kıtalararası kültür coğrafyasına ulaşan yol güzergahımı da şekillendirdi'
TRT sanatçımız İbrahim Can ile birlikte İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Sanatçı Öğretim Görevlisi, araştırmacı, yazar Dr. Süleyman Şenel ile söyleşimize Balkan Savaşı’nın kahramanlık türküsü ile devam ediyoruz. Türk Halk Müziği’nin filozofu olara tanınan Sayın Şenel, bu hafta hocalarının tavsiyesiyle doğduğu şehrin, Kastamonu yöresinin türkülerini araştırmaya yönelmesinin nedenlerini ve sonuçlarını anlatıyor.
- Yüksek lisans tez konunuz neydi?
Lisans eğitimi dönemimde âşık sanatı üzerine çalışmaya başlamıştım. O alana devam ettim. Hem lisans hem de lisans üstü eğitim süresince hep âşık müziği üzerine çalıştım. Tezim, "Kastamonulu Âşık Yorgansız Hakkı Çavuş" hakkında idi.
AŞIK YORGANSIZ HAKKI ÇAVUŞ
- Âşık Yorgansız Hakkı Çavuş kimdir?
Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine intikal eden şehir çevresi âşıklık tipinin son temsilcilerinden birisi idi Hakkı Çavuş. Onun müzik hayatını ve şairlik yönünü işitsel, yazma ve basılı belgeler üzerinden çalıştım. Daha sonra da "Kastamonu Âşık Fasılları" konusuna yöneldim. Ülkemiz müzik folkloru alanının orijinal konularından birisi idi. Bir taraftan da çok iyi bilmediğim ama araştırmaya gönüllü olduğum için anadan babadan memleketim Kastamonu ve çevresinin müzik hayatını keşfetmeye çalıştım. Kastamonu merkezli başlayan bu keşif dönemi de bana, genel olarak ülkemiz kültür sanat hayatını daha geniş ölçekte tanıma imkanı sağladı ve hatta kıtalararası kültür coğrafyasına ulaşan yol güzergahımı da şekillendirdi.
Kastamonu türkülerine ne zaman yöneldiniz?
Bu yönelmem, hocalarımın tavsiyesiydi bana. "Önce ailenden ve en iyi bildiğin yakın çevrenden başla, sonra daha geniş bir sahaya yayılırsın", demişlerdi.
- Türkü kaynağı açısından aileniz çok zengin. Aile çevrenize yöneldiniz mi?
Evet, ben de öyle yaptım ve bu prensibi hayatıma uyarladım. Çekirdek ailemin yanına, mensubu olduğum Kastamonu’daki büyük kültür ailesini ve yaşam hattını kattım. Bu tercihler başlangıçta beni çok heyecanlandırdı. Çünkü, ilk kez, liseyi bitirince gördüğüm ana baba memleketi Kastamonu, kısa sürede beni kendine çekti. Manevi bağlılık, beni adeta o coğrafyanın kültür hayatını çalışmaya sevk etti. Bundan da hiçbir zaman pişmanlık duymadım.
KASTAMONU KOLUMDAKİ ALTIN BİLEZİK
- Bu yönelim size neler kattı?
Koluma taktığım bir altın bilezikti "Kastamonu". Bu tercih ile ana-baba toprağının kültür-sanat hayatını çok daha yakından tanımak ve tanımlamak imkanı buldum. Sonuçta şu hususun altını çizeyim. Bu yöntemi, talebelerim başta olmak üzere bilhassa yolun başındaki meslektaşlarıma tavsiye ettim ve ediyorum. Zira, bilhassa müzik folkloru araştırmacılarının, kendilerine bir aidiyet ve bir merkezi kültür zemini oluşturmaları çok önemli. Fikirlerine, çalışmalarına, üretimlerine, görgülerine, bilgilerine bir altyapı hazırlayabilmeleri için buna ihtiyaçları var. Meslek hayatımda bunun yararını çok gördüm. Bu çerçevede pek çok çalışma konumda Kastamonu'dan toplanmış müzik malzemelerini kullandım. Bunu, Kastamonu milliyetçiliği yapmak adına değil, o topraklardan topladığım müzik malzemelerinin orijinal kültürel kimliğinden dolayı yaptım. Kastamonu malzemeleri üzerinden, "ulusal düşünce ve kültür dünyasına" hizmet edecek bir çalışma alanı geliştirdim kendime, kendimce. Yani hem kendimi geliştirdim hem de eserlerimi…
KASTAMONU SANCAĞI VE İSTANBUL İLİŞKİSİ
- İBRAHİM CAN: Kastamonu, Anadolu coğrafyasında, kendine has özellikleri olan bir yurt köşesi… Ve Kastamonu; Osmanlı Devleti’nde bir dönem,
Üsküdar'a kadar ulaşan çok büyük bir toprak parçasının adı olarak da anılır. Bunun yanında, Kastamonu; "Çanakkale" demek, "Balkanlar" demek, "İstanbul" demek... Ve bu noktada Kastamouaraştırması da bir yandan baktığınızda, kendi iç dinamikleriyle Anadolu'nun temel halk kültürüne geçiş bölgesi demek. Kafkaslarla Balkanlar arasında bir omuz, bir dağ gibidir Kastamonu. Bunun için de kendi köklerinde, genlerini keşfettiği zaman büyük bir madene ulaşmış Süleyman Şenel Hocam, anlaşılan...
Ne güzel tanımladınız sevgili İbrahim Can... Gerçekten de öyle... Bir de o genetik müzik malzemelerinin orijinalliğini fark etme meselesi var. O zaman çok daha farklı oluyor sonuç... "Kastamonu" ve "Kastamonululuk" düşüncesini başka alanlara da endeksleyebiliriz bu bağlamda. İstanbul muhayyilesi üzerinden okuyalım bu düşünceyi mesela...
ANADOLU’NUN TEMSİLCİSİ KASTAMONU
- İstanbul’u hayal ettiğinizde Kastamonu ile nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
İstanbul'un gündelik hayatı ve genel olarak halk sanatları algısı içindeki "Anadoluluk" kimliği, tiplemesi ve düşüncesi de Kastamonu'yu tanımlar çoğunlukla. "Anadolulu" tipi, son dönemde yani yirminci asır başlarına kadar "Kastamonulu" olarak tescil edilmiş gibidir. Literatürde de okuyabilirsiniz.
- Nasıl?
Ortaoyunu'nda, Karagöz'de, Tuluat'ta... "Anadolu Havası" diye tanımlanan hava da Kastamonu kimliği ile tanımlanır. "Çiftetelli" ile "düz oyun" ya da "Seymen havası-Halay havası" arası bir ezgi ve oyun tipini tarif eder ki sanatçılar, vücudunun bütün hatlarıyla oynarlar o sahnelemede. Oyunun stresini atan bir rahatlama halidir söz konusu olan... Biraz da kendi doğallığı ve saflığı içerisinde "makaraları koy vermek" halidir. Kısacası, İstanbul algısında böyle bir oyun havası tipinin Anadolu bağlantısını akla getirmesi ve tamamen Kastamonu kimliği üzerinden Anadolu'yu çağrıştırması, kültürel bir kodlama ile alakalı olmalı. Müzik tiplerinin yaşayan gerçek insan tiplerine benzetilmesi bakımından olduğu kadar terminolojik açıdan da Kastamonu ve İstanbul bağlantısını ortaya koymak burada büyük önem taşır. Sonuç ne olursa olsun, Anadolulu bağlantısı; İstanbul muhayyilesinde özel bir anlam taşıyor. İyice irdelenmesi gerekiyor. İbrahim Can'ın söylediği çok doğru... Zira, Kastamonu büyük bir Sancak. Eski teşkilat yasasına göre Çankırı'yı, Çorum’u, Sinop’u, Zonguldak’ı, Karabük'ü, Amasra'yı, Bartın'ı Bolu’yu, Sakarya’yı, Adapazarı’nı, İzmit'i içine alan büyük bir kültür coğrafyası... Tarihte de on beşe yakın medeniyetin bizzat başkentliğini üstlenmiş çok farklı bir kültür ve medeniyet iklimi.
- Bu alanda çalışmanın zorlukları nelerdir?
Netice itibarı ile kültür ve kültürel hayat kolay oluşmuyor. Esas olan "süreklilik"... Kişilerin bunu keşfetmelerinin çok da bilinçli ve kolayca olduğunu düşünmüyorum. İçinde yaşıyorsa sorun yok! Belki de içinde yaşayıp da bu ayrımı fark edebilmek önemli olan, ama en zor olan da bu galiba. Biraz zaman alıyor, ama bazen fark etmeden yaptığımız tercihler de bizi bir yerlere götürüyor işte. Biraz da bunun örneğini yaşadım meslek hayatında. Tabii iyi örnekler de vardı etrafımda. Güzel fikirler veren, akıl veren, yol gösteren, yardımcı olan... Velinimet olarak saydığım çok kişi var, ama bunlardan bazıları çok daha özel.
HOCALARIM: TÜFEKÇİ, ATAMAN, PAŞMAKÇI, GÖKYAY VE ASLANOĞLU
- O kişiler kimler?
Mesela Nida Tüfekçi Hocam... Elimden tutan ve elime ekmek veren kişidir... Hocamdır... Yol rehberimdir. "Türk Halk Musikisi Bilgileri" derslerini daha sağlığında bana emanet etti. Asistan-Hoca olarak sekiz sene çalıştık. Daha 1981 yılında tanıştığımı ve talebesi olduğumu da hesaba katarsanız 12 yılım geçmiş hocamın yanında. Ayrıca rahmetli Sadi Yaver Ataman Hocamı da her daim rahmet ve minnetle anarım. Onun yanında da on dört sene kaldım. Bunun yanında, Sadi Yaver 'Bey'in oğlu efsane şefimiz Adnan Ataman Hocam... Yücel Paşmakçı hocam... Buna bağlı olarak sanat camiası içerisinde önde gelen pek çok sanatkar, eğitimci ve alim... Meslek hayatımın şekillenmesinde İbrahim Aslanoğlu’nu da çok önemserim mesela; âşık edebiyatı çalışmalarımda çok büyük katkı sağlamıştır bana... Merhum Orhan Şâik Gökyay Hocamı da asla unutamam. Hayatımda çok önemli bir mihenk taşıdır. Bu arada Edebiyat Hocam Dr. Saadet Güldaş'ı da bilhassa anmak isterim, elimden tutup beni doğru yazmaya yönlendiren odur.
- Sizin bir tane askerlik türküsü derlemeniz var, değil mi? “Eğil dağlar eğil üstünden aşam”.
Notasını yazdım o türkünün Aşık Mümin Meydânî'nin sesinden. Yunan savaşıyla ve Yemen savaşıyla alâkalı bir türkü. Balkan Savaşı'nın kahramanlık türküsü Kurtuluş Savaşı'nda umut veriyor. Eğil Dağlar Eğil Üstünden Aşam türkümüz, “Yemen Türküsü”, “Çanakkale Türküsü” gibi hasret, kahramanlık ve seferberlik türküsüdür. 1897 Yunan Harbi’nde Gazi Edhem Paşa ordusunun Atina’ya doğru yürüyüşü sırasında yakılmış bir türkü olduğu söyleniyor. Gazi Edhem Paşa 1844-1909 yılları arasında yaşamış, o dönemin başkumandanı ve Harbiye nâzırı. Hayatı cephelerde geçmiş, değerli bir kumandan ve kahraman. 1897 yılında Osmanlı-Yunan Savaşında ordu komutanlığından başkomutanlığa getirilmiştir. Bu savaş sırasında Osmanlı Orduları Başkomutanı olarak komutasındaki orduyla Atina’ya doğru ilerleyen yiğit ordunun neferleri arasında söylenmiş bir türküdür. Halk arasında asker türküsü, Yunan türküsü, talim türküsü diye meşhur olmuştur.
Süleyman Şenel meşhur etti:
Eğil Dağlar Eğil
Üstünden Aşam
Eğil dağlar eğil üstünden aşam
Yeni talim çıkmış varam gidem alışam
Ölmeden bir dahi yare kavuşam
Bağlantı:
Aldılar yarim elimden uyan uyansın
Buna taştan yürek ister nasıl dayansın
Çalınan davulu düğün mü sandın
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın
Askere gideni gelir mi sandın
Bağlantı
Kalenin kapısı demir değil mi
Demir eriten kömür değil mi
Harbe gitmek Hak'tan emir değil mi
Bağlantı
Gümüş cezvelerim kaynar ocakta
Yunan çöllerinde kaldım sıcakta
Altı aylık yavrum kaldı kucakta
EĞİL DAĞLAR VE YAHYA KEMAL BEYATLI
“Eğil Dağlar” Yahya Kemal Beyatlı’nın kitabının adıdır aynı zamanda. Kitaba adını veren kitapta Kurtuluş Savaşı’nı anlatan yazısından birinin başlığıdır. Türkünün sözleri ile Yahya Kemal’in bahsettiği türkünün sözleri aynı ama türkünün kaynağı, yöresi hakkında bilgi verilmemiş. ‘93 harbinin verdiği umut ve mücadele ruhu kitabına neden türkünün ismini verdiğini açıklıyor. Henüz millî mücadele sürerken yazılmış bu makalede, Yahya Kemal türküyü bir uyanış olarak takdim ediyor. Gün gün yazılan bu makalelerle İstiklal Savaşı’nın nabzı tutulur. Öte yandan bu yazılar zor zamanlarda topluma mücadeleyle ilgili bilgi vererek moral de veriyor. Atatürk’ün bu yazıları kesip sakladığı ve daha sonra Yahya Kemal’e gönderdiği biliniyor. Kitaba ismini veren makale, 1921 yılında Celal Nuri İleri’nin çıkardığı günlük İleri gazetesinde yayımlanmış. Makale, adını “Eğil Dağlar Eğil” türküsünden almış. Bu konuda Beyatlı şunları söylüyor: “Bu türkü yeni Türk şiirinin ilk ve maatteessüf son güzel eseridir; çünkü ondan beri bu kadar şevkli, atılışlı, canlı mısralar söylenemedi. Üst tabakanın edebiyatı ya bir nazire gevelemesi yahut da sıkıntı veren bir sinir iniltisi halinde iken alt tabakanın insanları köylüler: ‘Eğil dağlar, eğil!’ tarzında ne kadar atılışlı bir hayalle kıyam ediyorlardı, yeni talim çıktığını haber almış koşuyorlardı, yeni ve muntazam bir millet olmaya ne kadar şâyân-ı dikkat bir heves gösteriyorlardı.” (Beyatlı, Yahya Kemal, (1966), Eğil Dağlar İstiklal Harbi Yazıları. sf. 165)
SÜLEYMAN NAZİF TÜRKÜ İLE İLGİLİ NE DİYOR
Şair, yazar, halk edebiyatçısı, Ahmet Talat Onay’ın Akçağ Yayınları’ndan çıkan “Türk Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev'i” adlı kitabında, o dönemin şair ve edebiyatçısı Süleyman Nazif’in bir mektubunda bu türküyle ilgili duygularını şu şekilde övmektedir: “Geçen Yunan Muharebesi esnasında Anadolu’nun “Eğil dağlar eğil üstünden aşam!” mısraıyla başlayan bir türküsü bütün memleketin gönül tellerinden bir cereyan geçirmiştir. Bir kur’a veya redif (yedek) askerlerinin köyünden kıtasına giderken torbası omzunda geçtiği şimendifersiz, yolsuz, köprüsüz, geçit vermez dağlar karşısında keder ve boyun eğmişliğini fakat pek kahramanca bir surette ortaya koyan bu saf mısra, erkan-ı harp muhtıralarından daha veciz ve manidardır.‘Al yeşil bayrağı gelin mi sandın!’ ilk söyleyen köylü bu sehli mümteni, belki söylenmesi çok güç mısraına ne kadar duygular, manzaralar ve tablolar dercetmiş… Bizim gibi şiiri aruz ve belagat kitaplarından öğrenmiş olan bin kişi bir araya gelse şu iki mısraı tanzir ve taklit edemez.”