Sultan Murat delirdi, Abdülhamid tahta çıktı… Nasıl olduğunu Hıfzı Topuz’dan hiç okudunuz mu?
Gazeteci-yazar Hıfzı Topuz’un ölümsüz eseri Taif’te Ölüm, Mithat Paşa’nın hayatını ve mücadelesini anlatır. Bu kitapta en ilgi çekici tarihi süreçlerden biri, Sultan V. Murat’ın yerine II. Abdülhamid’in tahta çıkmasıydı…
Sultan Abdülhamid deyince herkes kendi penceresinden çeşitli değerlendirmelerde bulunur. Kimine göre Osmanlı’yı en zor dönemlerde ayakta tutmuş yüksek dirayetli, kudretli, öngörülü ve kültürlü şahane bir lider. Kime göre istibdatın zirvesini temsil eden Meşrutiyet düşmanı bir zorba, emperyalistlere büyük tavizler ve toprak parçaları veren bir padişah…
Elbette bizim de Sultan İkinci Abdülhamid hakkında bir görüşümüz var, ancak bu yazıdaki odak noktamız, Sultan Murat’ın (V.Murat) amcası Abdülaziz’in tahtan indirilmesinden sonra tahta geçmesi ancak yaklaşık üç ay sonra trajik bir biçimde tahtan ayrılması…yerine İkinci Abdülhamit’in geçmesi…Bu süreçte en kritik rolleri oynayan kişi ise Osmanlı tarihinde ilk anayasanın (Kânûn-ı Esâsî) mimari Sadrazam Mithat Paşa’dır.
Hıfzı Topuz, Paşa’nın sarayda üstlendiği yüksek görevlerden ölümüne kadar giden süreci enfes bir dille, tarihi romanda anlatır. Romanın adı Taif’te Ölüm. Adını da Mithat Paşa’nın, II. Adbülhamid’in emriyle boğdurulduğu yer olan Taif Kalesi’nden alıyor.
Kitabın en dikkat çekici bölümlerinden biri de V. Murat’ın 93 günlük padişahlığından sonra “delirme” nedeniyle tahtan inmek zorunda kalması…Ardından hükümetteki paşaların, başta da Mithat Paşa’nın inisiyatifiyle II. Abdülhamid’in tahta çıkarılması…
ABDÜLAZİZ'İN İNDİRİLMESİ
Peki Sultan Abdülaziz neden tahtan indirilmiş ve yerine yeğeni V. Murat tercih edilmişti? Meşrutiyet yanlılarının, demokratileşme hareketinin temsilcilerinin rahatsızlıkları, doğrudan siyasal sistem üzerineydi.
* Padişahın yetkileri sınırsız olmayacak, devlet gücünü tek başına kullanmayacak.
* Egemenliğin yasal bir kaynağı olacak. Anayasa ve meclis yer alacak.
*Hükümetin yetkileri kanunlarla belirlenecek...
Kısaca sultanın keyfiliğine ve istibdatına son verilecek. Bunu talep eden de en başta padişahın yanı başındaki paşalardı, yöneticilerdi... Abdülaziz'in sadrazamlığa getirdiği Rüştü Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa, Mithat Paşa, Şeyhülislam Hayrullah Efendi... Huzursuzluk öyle bir seviyeye çıkmıştı ki medrese öğrencileri de artık sokaktaydı. Sokaklara dökülenler, artık korkusuzca BabıAliye'ye yürüyorlardı. İstanbul, gençlik hareketlerinin sarayı şiddetle salladığı günleri yaşıyordu.
Mithat Paşa, Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan, kendisinden tavsiyeler istediğinde ona yapılması gerekenler için şöyle diyecekti: "Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün herkese özgürlük ve eşitlik tanınması...Heyet-i vükelânın yetki ve sorumluluklarını belirtecek bir yasa çıkartılması." Fakat bu istenenler şimdiye kadarkilere benzemiyordu ve oldukça radikaldi.
Padişahın ailesi de artık gelmekte olanı görmüştü. Ancak Abdülaziz hâlâ baskıyı artırarak iktidarını ayakta tutmanın hayallerini kuruyordu. Kitap'ta bu durum çarpıcı olarak şu şekilde veriliyor.
"Abdülaziz bu öğrenci ayaklanmasından çok huzursuz olmuştu. Yeni nazırlara bir gün de şöyle dedi: Orduyu güçlendirmek için yeni top, tüfek ve silah aldım. Şimdiye kadar eşi görülmemiş zırhlılar alarak donanmayı güçlendirdim. Öğrencileri bu kez affettim ama, bir daha sokağa dökülecek olurlarsa düşman devletlere karşı kullanmak için aldığım silahla onlara karşı kullanırım."
Paşalar için artık başka çare kalmamıştı. Abdülaziz indirilmeli ve hanedanın en yaşlı erkeği olan V. Murat yerine geçirilmeliydi. Sıra Şeyhülislam'dan alınması gereken fetvaya geldi ve gerekçe şöyle bulundu: "Padişahın kendine çok para harcaması, din ve dünya işlerini yönetememesi, devletin mallarına ve millete zarar vermesi."
Düğmeye basıldıktan sonra Abdülaziz ve saray halkı, Topkapı'ya götürüldü ve V. Murat tahtına oturdu, yeni sultan olarak eli öpüldü. Ama Sultan Murat yine de amcası için endişeliydi. Hıfzı Topuz, o endişeyi kitabında şu anekdotla aktarıyor: "Beni buraya getirdiniz, sağ olun, tahtımı her zaman size borçlu olacağım. Amcam Abdülaziz Han'a da hiçbir şey olsun istemem. Kendisine her zaman hürmetim olmuştur. Sağlığından endişe ederim. Bu hususta sizlere güveniyorum."
Abdülaziz'e ne mi oldu? Ortaköy'deki Feriye Sarayı'na taşınan Abdülaziz, üç gün sonra bileklerini keserek intihar etti. Bu trajik olay yeni padişahın psikolojisini bir hayli bozdu. Kendisinin de bir gün devrilme ve ölme ihtimali kaygısından kurtulamıyordu.
Tam bu sırada beklenmedik bir olay, çılgınca bir baskın yaşandı ve bütün planları altüst etti. Paşaların ölümüyle sonuçlanan Çerkez Hasan baskını...
ÇERKEZ HASAN BASKINI
Çerkez Hasan sarayla akrabalık ilişkisi olan bir askerdi. Serasker Hüseyin Avni Paşa, kendisini Bağdat'a sürdüğü gerekçesiyle ona husumet besledi. Hatta bir gün Paşa'yı vurmaya çalıştı. Bu olay sonrasında içeri atıldı ama çok kalmadı. Hüseyin Avni Paşa'ya öfkesi, Abdülaziz'in devrilmesi sırasında had safhaya çıktı. Çünkü saraydaki kardeşi bu esnada aşağılayıcı bir muamele gördü. Öç almak için o günden sonra planlar yapmaya başladı. Olayın devamı kitapta şöyle geçiyor:
"Abdülaziz'in ölümünden iki gün sonra bütün nazırların Beyazıt'ta Mithat Paşa'nın konağında toplanacaklarını haber aldı. Ceplerine beş tabanca ve beline de bir kasatura yerleştirerek yüzbaşı elbisesiyle konağa gitti. Kapıdaki nöbetçiler kendisinden hiç şüphe etmediler, çok önemli bir haber getirdiğini söyleyerek toplantı salonuna girdi ve girer girmez Hüseyin Avni Paşa'nın üzerine yürüyerek, "Davranma Serasker!" diye bağırdı ve hemen tabancasını çekerek Serasker'in kalbine doğru iki el ateş etti. Kurşunlar Paşa'nın karnına gelmişti, Paşa yere yuvarlandı. Nazırların içinde en yüreklisi Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa, Çerkez Hasan'ı yakalamaya kalktı, ama katil bu kez de onu kolundan ve kulağından yaraladı. Çerkez Hasan, Ahmet Ağa'yla boğuşurken Rüştü Paşa'yla Mithat Paşa kaçıp kurtuldular. Hariciye Nazırı Reşit Paşa korkudan bayılıp sandalyesinin üzerine yıkılmıştı, Çerkez Hasan salonda başka kimseyi göremeyince bu kez de onun üzerine çullandı ve silahını kafasına çevirerek ateş etti, bu da yetmiyormuş gibi kamasını çekerek Paşa'nın boğazını kesti."
Bu akıl almaz olayda bilanço ağırdı: Beş ölü ve on yaralı. Hükümetin iki üyesi öldürülmüş bir üyesi ağır yaralanmıştı.
Katliamı yapan Çerkez Hasan ise ertesi gün idam edildi.
HAREKETE GEÇME ZAMANI
Çerkez Hasan olayı İstanbul'a ve saraya karabasan gibi çöktü. Amcasının tahtan indirilmesinin etkisini henüz atlatamayan Sultan Murat, kısa süre içinde yaşanan bu katliam sonrasında büyük bunalım içine girdi. Sinir sistemi bozulmuştu. Çıngınca ve anormal davranışlarının ardı arkası kesilmedi. Kendisini daha da alkole vererek tamamen kontrolden çıktı. Sarayda artık konuşulan Padişah'ın delirmeye başladığıydı. Peki deliren bir sultan karşısında ne yapılabilirdi?
Devlet Şurası'na başkanlık eden Mithat Paşa da bu sıra dışı durum karşısında sorumluluk hissediyordu ve bir şeyler yapması gerektiğinin farkındaydı. Harekete geçmek için uygun zamanı bekledi ve Veliaht Hamid seçeneği için nabız yoklamaya girişti.
Mithat Paşa, o tarihte otuz üç yaşında olan Veliaht'la görüşmenin bir yolunu buldu, kendisini Nişantaşı'ndaki konağa ziyarete gitti. Veliaht Hamid, Paşa'ya iltifatlarını sıraladı. Ardından konuya geçildi ve durumu bütün çıplaklığıyla anlatan Mithat Paşa ile veliaht arasında kitapta yer alan şu diyalog geçiyor:
-Veliaht Hazretleri, sizin de duymuş olduğunuzu sanıyorum, Zatışâhâne'nin sağlık durumu maalesef çok kötü. Viyana'dan getirttiğimiz ruh hastalıkları mütehassısı da hiç ferahlatıcı şeyler söylemedi. Bu durumda saltanat değişikliği zarurî görünüyor. Zatıâlinizi tahta çıkartmamız acil bir hal alıyor."
-Çok üzüldüm Paşa Hazretleri, Zatışâhâne'ye büyük sevgim ve hürmetim vardır. Böyle bir hastalığa yakalanmasını hiç istemezdim. Ama ne yapalım, kader, elimizden ne gelir?
- Evet, Veliaht Hazretleri, iyileşme umudu kalmadığına göre başka yollar düşünmek zorundayız."
-Evet Paşa Hazretleri, siz öyle uygun görmüşseniz başka çare yok demektir."
-Yalnız şu var, bazı şeyleri şimdiden, açık açık sizinle konuşmak zorundayım."
-Buyurun efendim, konuşalım.
ABDÜLHAMİD'E PADİŞAHLIK ŞARTI
Tarihin cilvesine bakar mısınız. Mithat Paşa, yıllar sonra kendisini acımasızca öldürtecek olan II. Abdülhamid'e henüz deneyimsiz bir veliahtken padişahlığı bahşediyordu. Mithat Paşa, karşındakinin ne düşündüğüne bakmaksızın tahta geçme şartını veliahtın önüne koyuyordu. Abdülaziz'in neden devrildiğini, halkın neden sokaklara neden çıktığını, neler beklediğini, rejimde değişmesi gerekenlerin ne olduğunu tek tek anlattı. Mithat Paşa, tarihe meşrutiyet karşıtı olarak geçecek geleceğin padişahına "mutlakiyeti yıkacağız ve Meclis'in olduğu anayasal bir düzen kuracağız" diyordu.
Aralarında şu diyalog geçiyordu:
- Bu halk artık olgunlaşmıştır. Ona ters düşecek bir yönetim uygulanamaz. Halkın sesini duyabilmesi için de bir meclisin toplanması gerekir. Biliyorsunuz, bütün Avrupa ülkelerinde böyle meclisler var. Devletin alacağı bütün kararlar önce oralarda görüşülüyor, hükümdar da halka ve meclise ters düşecek keyfi kararlar alamıyor.
- Ne kadar doğru efendim.
- Böylece hükümdarla halk arasında çok sıkı bir bağ kurulmuş oluyor, halk da yönetime katılmış oluyor.
- Çok güzel, Paşa Hazretleri, çok güzel. Böyle bir yönetim bize de nasip olur inşallah.
- Veliaht Hazretleri, siz temelde böyle bir rejimin ilkelerini kabul ediyorsanız sorun yok, o zaman Osmanlı imparatorluğunun bundan böyle meşrutiyet rejimiyle yönetileceğini ilan edersiniz. Cülus töreninin ardından okuyacağınız hattı hümayunda da bütün bu hususlar belirtilir, bunun için bir Kanunu Esasi'nin hazırlanacağını ve bir Meclis-i Mebusan’ın toplanacağını açıklarsınız.
- Elbette Paşa Hazretleri, bunlar benim için şeref olur.