Süreyya Operası’nda 'Zaman ve Mekân'
Franz Kafka, “Bir kitap içimizdeki donmuş denize inen bir balta gibi olmalı.” demiş. Yani sarsıcı, yıkıcı, alaşağı edici. Bu bir konserle de mümkün olabiliyor bazen. İçimdeki donmuş denize balta gibi inen, buzlarımı eriten, sularımı ısındıran o konsere gitme hikayemi en başından anlatmak istiyorum.
Gönüllü olarak destek verdiğim Dede Efendi Müze Evi’ne bir gün bir araç yanaştı ve içinden devasa boyutta ihtişamlı bir enstrüman indi. Bu bir arptı. Koca konağın salonuna, bahçe penceresinin yanına oturdu. Birkaç gün sonra ona ses soluk veren sahibi Şirin Pancaroğlu Hanımefendi de konağa geldi. Flütist Elif Yurdakul ve arpist Şirin Pancaroğlu “Zaman ve Mekan” adlı konserlerinin provalarını o gün konakta aldılar. Bense gün sonunda odaya girme cesaretini gösterip onların nezaketiyle provalarını dinleme şansına eriştim. Sahibi dokundukça denizde yüzen bir tekne gibi salınıyordu arp. Dalgada salınan bu tekneye seslerle beraber hikayeler de binince yolculuk bir başka oldu. Şirin hanım hem Elif hanımla olan dostluklarını hem de İzmir’e taşınınca İstanbul’da evsiz kalan arpının hikayesini anlattı. Anlaşılan müzikteki ahenk yalnızca flütle arpın uyumunda değil müzisyenlerin yılları bulan dostluğunda ve enstrümanlarına olan bağlılıklarında da yatıyordu.
DAYAN MÜZİK İLE
13 Şubat 2023 konser günü çeşitli heyecanı bir arada duymak mümkün oldu. Hem Süreyya Operası’nı solumak hem de provasını dinlediğim konseri sahnede birçok insanla tekrar dinlemek, onlarla bu coşkuyu paylaşmak arzusuyla Kadıköy’e gittim. Önce sahnede bekleyen arpla selamlaştık. Süreyya Operası’nın tavan freskleriyle peri heykelleri arasında arp sahneye çok yakışmıştı. Ardından Yeşil ve mavi elbiseleriyle sahneye sanatçılar çıktı. Elbiselerinde aynı çiçek desenlerinden parçalar taşıyorlardı, dostluğun izini küçük detaylarda sürmek mümkündü. Konser boyunca salonda geleneksel, klasik ve çağdaş eserler yankılandı. Mısır esintilerinden, İspanya’ya; Şirin Pancaroğlu’nun birkaç hafta önce bestelediği Mukavemet’ten Astor Piazzolla’nın Psicosis adlı tangosuna kadar geniş yelpazede bir yolculuk yaptık. Konser boyunca enstrümanlarını adeta dans eden eder gibi icra eden sanatçılar eser aralarında bestelerin hikayeleri ve hisleriyle ilgili kelam ederek dinleyiciyle kurdukları teması hep güçlü tuttular.
O gün Süreyya Operası’nda Şirin Pancaroğlu’na ait Veda ve Mukavemet ile John Downland’a ait Flow My Tears (Süzül Gözyaşlarım) olmak üzere üç ağıtla depremdeki kayıplarımızın yasını tuttuk. Beni en çok etkileyen eserlerden biri olan Mukavemet’in hikayesini Şirin Hanımdan dinledik. Depremden sonra günlerce içinden enstrüman çalmak gelmediğini ama duygularını beste yoluyla akıtmak istediğinde ortaya bu eserin çıktığını ifade etti. Bu hikayeyi dinlerken hepimiz Adıyaman, Hatay, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Osmaniye ve Gaziantep’te gibiydik. Dayanıklılık anlamına geldiği için esere Mukavemet adını verdiğini söyledi. Kendisinin anlatımıyla dilimizde 20’den fazla “dayanıklılık” anlamına gelen kelime var. Sözlü yollarda bu kadar çok kullanılan bir şeyi hayatın içinde başaramamanın hüsranını kalbimizde duyduk. Mukavemeti seslerle anlatıp ruhumuza şifa verirken, aynı anlama gelen diğer kelimelerle de ilerleyen zamanlarda başka besteler yaparak hatırlamaya ve hatırlatmaya devam etmek gerektiğini ekledi. Şirin Pancaroğlu’na ait bir diğer beste olan Veda’yı arpla solo dinledik. Hintli müzisyen Ravi Shankar’ın L’aube Enchantee (Sihirli Şafak), flüt ve arp bestelerine Fransız esintileri katan Ravel ve Faure’den iki eser, Colin Brumby’nin Dört Egzotik Parça’sını ve Carl Nielsen’den Sis Kalkıyor adlı eserler çalındı. Aslında hikayenin özü tüm zaman ve mekanlarda, vuslat ve hicranda yolculuktu.
BİR ÇİFT ELLE BİR ZARİF SESİN GÖLGESİ
Konser esnasında hayatımız boyunca izini taşıyacağımız iki çift el kalbimize dokundu. Arp salındıkça üstüne düşen ellerin gölgesi onu çalan ellerden daha büyüktü. Kalbimize dokunan ellerse görünenlerden daha büyük eller olmalı ki konser sonundaki büyük alkışlarla sanatçılar tekrar sahneye çıktı. Bu sefer flüt sustu ve arp, Elif Yurdakul’un sesine eşlik etti. Kendisinden Kurt Weill’in Youkali adlı Fransızca tangosunu dinledik. Profesyonel olduğundan bir an bile şüphe duymadığımız bu okşayıcı sesi sahnede nadiren duyabilen seyircilerden olma şansına eriştiğimizi öğrendik. Hem Elif Yurdakul’un mütevazı sesi hem Şirin Pancaroğlu’nun evsiz arpını kararlı, güçlü, duygu dolu sesleriyle işittik. Konser salonunun kapıları kapanırken biz işittiğimiz müziklerin yanında seslerin hikayelerini, her iki harika müzisyene olan hayranlığımızı ve insanlığın ortak hislerini heybemize doldurarak çıktık. İcradan besteciliğe, yorumdan eser seçimine, elbiselerinden duruşlarına her anlamda kadın eliyle yaratılmış bu konser bir özen timsali olarak zihinlere kazındı. Hepimiz bu sihirle kapıdan çıkarken şu dileği diledik, mukavemet yalnızca bir eser adı olarak kalmasın.