Tarih tekerrür eder mi?
140 Journos isimli Youtube kanalının yayınladığı “Tarih Tekerrür” isimli 2000’li yıllarda Türkiye ekonomisini konu alan mini belgeseli izledik.
Türkiye ekonomisini yorumlayanlar Timothy Ash, Nesrin Nas, Rasim Ozan Kütahyalı, Hakan Kara, Faik Öztrak ve Emre Alkin. Bazı isimleri konuyla bağdaşlaştırmakta zorlanabilirsiniz. Biraz düşününce hepsinin ortak bir özelliği olduğunu fark edeceksiniz: Liberalizm.
KEMAL DERVİŞLER'İN EKONOMİSİ
Mini belgeselin “ekonomistleri” 2001 ekonomik krizi sonrası Kemal Derviş ekonomisini öve öve bitiremeyerek AK Parti’nin iktidara gelişiyle beraber 2002-2006 arası yılları “keyifli yıllar” olarak adlandırıyorlar. “Oluk oluk yabancı yatırım akan yıllar…”
Gerçekte ne olmuştu o yıllarda? 24 Ocak Kararları ile birlikte yürürlüğe giren Özal ekonomisinin sonuçları, 2001 yılında dünyadaki ekonomik gelişmelerin de etkisiyle Cumhuriyet tarihinin en derin krizlerinden birine sebep olmuştu.
“Özal ekonomisi” diye adlandırdığımız ekonomi politikaları şu dört maddeyle özetlenebilir: Serbest Piyasa, Küreselleşme, Dolar Saltanatı, Özelleştirme.
Tansu Çiller’in deyişiyle “Son sosyalist devleti yıkan” bu neoliberal iktisat politikaları sonucunda:
- Türk lirası, dolara boğdurulmuş, finans sistemimiz spekülasyonlarla yönetilir hale gelmiştir.
- İhracat odaklı ekonomi rüyaları ithalat patlaması yaratmış, tüketim toplumu inşa edilmiştir.
- Türkiye sıcak paraya bağımlı hale gelmiştir. Dış borç katlanarak artmıştır.
- Serbest piyasa ekonomisi özel sektörün önemli bir kısmını güçlendirmemiş, milli sanayici ve esnafa kepenk indirtmiştir.
- Kamu iktisadi teşekkülleri özelleştirilerek Türk Sanayisine kan kaybettirmiştir. Kamu yararı ve ekonomik bağımsızlığın temelleri dinamitlenmiştir.
Yukarıda özetlediğimiz sonuçların doğurduğu 2001 krizinden çıkış reçetesi yine krizi yaratan neoliberallerden gelmiş ve emperyalizmin ekonomisti Kemal Derviş Türkiye’ye getirilmişti. Derviş, Türkiye’yi stand-by anlaşmalarıyla IMF’nin kucağına atmıştır. 15 maddelik “Derviş Kanunları” sonucu Türkiye ekonomisinin kumandası IMF ve Dünya Bankası üzerinden Batı merkezlerine verilmiştir.
AK Parti’yi iktidara getiren bu süreç sıcak para musluklarının açılmasını, tüketim çılgınlığını, özelleştirmelerin hızla devamını beraberinde getirdi. Kumandanın emperyalizmin elinde olduğu bu “keyifli yıllarda” Ekonomi ve Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’dı. Hakan Kara’nın övgüler düzdüğü yıllar Babacanlı yıllardır.
Fakat bugün ekonomi üzerinden övülen Babacan kendine özgü bir sistem uygulamadı. Kemal Derviş sistemini devam ettirdi. Ürettiğinden çok tüketen, tasarruf oranının gün geçtikçe düştüğü, yatırım yapmak için sürekli borç alan ekonomik yapıda özel sektörün borçluluk oranı olağanüstü arttı. 2008 yılında krizin başlamasından sonra dolaysız yabancı yatırımlar azalırken, artan likidite ve düşen faizler sayesinde, dış açıkların sıcak para ile finansmanı yapıldı. Ancak dünyadaki sıcak para muslukları er ya da geç kesilecekti. Nasıl mı? Türkiye kumandayı eline almak istediği zaman. Yani Amerikan emperyalizmine karşı mücadele etmeye ve onun piyonlarını temizlemeye başladığımız zaman.
Bu süreç 2013 yılında FETÖ’nün 17-25 Aralık operasyonlarıyla başlamıştır diyebiliriz. Kemal Derviş’in ekonomistlerine göre 2013, her şeyin bozulduğu, AK Parti içerisinden “reformist kadroların” tasfiye edildiği yılların başlangıcıdır. Hatta Hakan Kara’ya göre bu yıllara kadar kurumsal yapı çok güçlüdür! Bir rüya gibi anlattığı güçlü “kurumsal yapı” FETÖ’nün yapısı olsa gerek! Çünkü Türkiye bu tarihten sonra içindeki Gladyo’yu yani FETÖ’yü temizlemeye başladı. Kemal Derviş’in ekonomistleri bundan büyük rahatsız duydular. 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Genel Seçimler öncesinde Türkiye’ye yönelik bir finans operasyonu yapılırken Tımothy Ash, Twitter hesabından şu twitleri atıyordu:
“Kemal Derviş mükemmel iş çıkardı, ancak AKP ekibi, özellikle Babacan, programı otomatik pilota bağlamak başarısını gösterdi. Kilit özelleştirmeler dahil güzel işler yaptılar. İşler 2011’den itibaren kötü gitmeye başladı; belki de 2012/2013 esas dönüm noktası oldu.”
“Eğer Erdoğan kazanırsa Cumhurbaşkanı Yardımcısı pozisyonlarından birinin yatırımcı ve piyasaların güvendiği biri tarafından doldurulması kritik öneme haiz. Evet, Şimşek gibi biri.”
Bu kadar Amerikancı bir araya gelmiş ama biri eksik gibi değil mi? Evet, doğru bildiniz, Abdullah Gül. Adı zikredilmese de övgüler düzülen dönemden bahsedilen kısımlarda kendisinin boy boy görüntüsünü koymuşlar. Ne de olsa pirleri, es geçmek olmaz.
PARANOYA
Başlığımız mini belgeselin bölümlerinden birinin adı. Aslında bu yapıma belgesel denemez. Çünkü ortada belge ve bilgiye dayalı bir şey yok. Ortada bir psikolojik savaş malzemesi var. FETÖ ve PKK terörünü silahla ezdiğimiz, devletimizin içine yuvalanmış Gladyo’yu temizlediğimiz, Amerikan emperyalizmle göğüs göğüse geldiğimiz bir dönemde Türkiye’yi kuşatan tehditlere “paranoya” diyen bir “belgesel” düşünün. Böyle bir “belgeseli” yaptırsa yaptırsa Amerika yaptırır ve bu algı imalatı ancak Amerikan emperyalizminin Türkiye’de yaratmaya çalıştığı hegemonyaya hizmet eder.
Yapımın Türkiye düşmanlığını bir sahnede dahi anlamak mümkündür. 15 Temmuz darbe girişiminden aktarılan görüntü, askerlerin ağlayıp vurmayın dediği görüntüdür. Türk ordusunu zayıf gösterme amacı, 15 Temmuz darbe girişimini sanki vurmayın diyen masum askerlerin olduğu bir kalkışma gibi göstermek olsa olsa FETÖ’nün yapacağı iştir.
Devam edelim. Rasim Ozan Kütahyalı, Türkiye’nin son yüz yılda iki “açık kalp ameliyatı” geçirdiğini söylüyor. Bunu da “Türkiye’de 80 yıllık rejim çöktü, askeri vesayet rejimi ya da Kemalist rejim diyebiliriz. Bir de Gülenist rejim çöktü. 2 tane devrim oldu.” diye açıyor. Utanmazlığa, kepazeliğe bakın siz! Amerikan Gladyosu FETÖ ile Cumhuriyeti kuran Kemalist rejim aynı kefede. Bunlar ancak bir işgal memurunun edeceği sözlerdir.
Rasim Ozan Kütahyalı bu kadarıyla da yetinmiyor ve asıl derdini söylüyor. 15 Temmuz görüntüleri ekrana yansırken diyor ki “fiilen devlet sektörü paramparça oldu.” Türkiye’nin FETÖ ile mücadelesi devleti güçlendirmemiş, aksine paramparça etmiş! Yaratılan algıya bakın. Gerçek bu mu? Gerçek; devlet iliğini kemiren Amerikan ajanlarını, Gladyosunu tasfiye etmiş, hapislere tıkmış. Türk devleti bunları yaparak parçalanmaktan kurtuldu. Mili devlet ve milli ordu direndi. Türk milleti ayağa kalktı. Amerika’yla savaştık, şehitler verdik ve Türkiye’yi emperyalizmin pençesinden kurtardık. Bu pervasız “15 Temmuz’dan sonra devlet paramparça oldu” sözleri, Amerika’nın FETÖ’ye duyduğu özlemin bir ifadesinden ibarettir.
HAVUÇ-SOPA SİSTEMİ
“Türkiye’de havuç-sopa sistemi var. Yani ödül-ceza sistemi. Burada hukuktan bahsedemezsiniz.” Bu sözler de Nesrin Nas’a ait. O da videonun başrol oyuncularından. Amerikan’dan önüne konan havuca kanmış olacak ki Türkiye’deki sistemi böyle zannediyor. “Hukuktan bahsedemeyiz” denilen ülkede toplum ve devlet ilişkilerini düzenleyen bir kamu gücü yoktur denilmektedir. FETÖ’nün temizlendiği, PKK/HDP, DHKP-C, Adnan Oktar örgütü gibi terör ve irtica merkezlerinin yerle bir edilmesi ve hapislere atılması Nesrin Nas’ı rahatsız etmiş olmalı. Nesrin Hanım’ın hukuktan bahsedebildiği dönem Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla vatanseverlerin hapislere atıldığı dönemler midir? Açılım masallarıyla şehirlerimizin altına bombalar döşendiği dönem midir? Nesrin Hanım’ın Twitter sayfasından eksik olmayan Selahattin Demirtaş ve diğer PKK vekilleri için bugün hukuk işlemektedir.
ATLANTİĞİN KISA İPİNE SARILANLAR
Video eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Ahmet Hakan’la yaptığı röportajdan bir kesitle başlıyor ve aynı kesitle bitiyor. Herkesin bildiği “Dolarla mı maaş alıyorsunuz? Dolar borcunuz mu var? Dolarla bir işiniz mi var?” sorularını yönelttiği kısım. Ardından “Türkiye 1980’li yıllardan itibaren serbest piyasa ekonomisine geçtiğinden beri bir kur algısıyla ekonomiyi ölçmeye yönelik bir psikolojik iklime girmiş, on yıllardır.” sözleri geliyor. Albayrak devamında da yeni bir ekonomik modelden, ayakları Türkiye’ye basan bir finansal istikrar sistemi kurmaktan söz ediyor.
Derviş’in ekonomistlerini esas rahatsız eden de bu kısımdır. Liberal sistem içerisinde para politikası araçlarıyla kısa vadede kur artışı önlenebilir, faiz ve enflasyon oranları baskılanabilir. Uzun vadede ise “piyasalar” bu duruma tepki verir. Kurlar TL aleyhine değişir, girdi fiyatlarının yükselmesiyle enflasyon artar, gözler faize yönelir. Para politikası yapıcıları çözümü faizi arttırmakta bulur. Çünkü ülkeden çıkan sıcak parayı geri getirmenin ve enflasyonun önünü kesmenin en kısa yolu sistem tarafından faiz silahını kullanmak olarak gösterilmektedir. Bu ekonomisi zincire vurulmuş ülkelerin kısır döngüsüdür.
Eğer zincirlerden kurtulmak istiyorsak kur-enflasyon-faiz kıskacından ekonomi politikası üretilemeyeceğini ve ülke ekonomisini ölçmenin bir yöntemi olarak bu zincirleri göremeyeceğimizi tespit etmemiz gerekir. Türkiye emperyalizme ve piyonlarına karşı verdiği savaşta emperyalizmin ekonomik tahakkümü altında başarıya ulaşabilir mi? Ulaşamaz. Bu yüzden yeni bir ekonomik sisteme ihtiyacı vardır. Tasarruf, yatırım, istihdam, üretim olarak ifade edebileceğimiz ekonomi yol haritasını hayata geçirmek zorundadır.
Berat Albayrak’ın ortaya koyduğu yeni ekonomik sistem fikrini Kemal Derviş’in ekonomistlerinin dillendirmelerini beklemiyoruz. Onlar ancak Atlantik sisteminin zincirlerine dönmeyi savunabilir. Bunun fikirsel temellendirmesini de yapamayacak zayıflıkta oldukları için Atlantiğin kısa ipine sarılırlar. Sorun kuyunun derinliği değil hedefe ulaştırmayan ipin kısalığıdır. Türkiye o kısa ipi kesip atmaya mecburdur. Türkiye’nin geleceği, sıcak para faizinin borç batağında değil, Üretim Devrimi’ndedir. Üretim Devrimi’nin gerçekleşeceği iklim de bize zincirleri vuran Atlantik’te değil, o zincirleri kıran Asya’dadır.
TARİH TEKERRÜR ETMEYECEK
Tarihin tekerrür etmesini ve Türkiye’nin yeniden Atlantik sistemine bağlanmasını umanlara kötü haberlerimiz var. Türkiye’nin Atlantik sistemine geri dönme şansı yoktur, ihtimal sıfırdır. Deniz bitti, sistem seçeneklerini tüketti. Albayrak’ın “sürdürülemez hale geldi” dediği Özal ekonomisinde ısrar edenler, Derviş modeline ricat için hayaller kuranlar için de yolun sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu belgesel, onların ölüm döşeğindeki çırpınışıdır.
Lenin’in “Emperyalist kapitalizm çağında serbest piyasa, tekellerin diktatörlüğünden başka bir şey değildir.” tespiti geçerliliğini koruyor. Koronavirüs, mevcut sistemin çürümüşlüğünü bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Dünya yeni bir ekonomik sistem ve finans sistemi arayışındadır. Türkiye bu arayışta milli ve bağımsız ekonomiden yana konumlanmaktadır. Üretim Devrimi ve Asya iklimi, iktisadi bağımsızlığın mecburi rotasıdır. Tarihin tekerrürü de olsa olsa emperyalizmin yenilgisi anlamında söz konusu olabilir.
KAYNAKÇA
Şevket Pamuk, Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, İş Bankası Yayınları, Sy.291-292
Teori Dergisi, Özal’ın Özel Sektör Yıkıcılığı, Sayı 142