Tarımda liyakat konusu
Liyakat bilindiği gibi layık olma, hak etmiş olma durumu. Bu kelime genellikle devletin yönetim kademelerinde görev alacaklar veya görev verilenlerle ilgili bir usuldür. Verilen göreve layık olma durumu, verilen görevde yeterli bilgi ve beceri kazanmış olma durumudur. Görev alan kişi yeterli bilgi ve beceri edinerek göreve gelmiş ise başarmaya ve faydalı olmaya niyetli ve isteği varsa başarılı olur ve kurumuna güç kazandırır.
İçinde bulunduğumuz bu temmuz ayında buna tarihimizden çok güzel bir örneği var: Cumhuriyetimizin uluslararası tescili olan 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması. Lozan görüşmelerine gidecek heyete layık olanlar seçilmemiş olsaydı, yedi düvele karşı kazanılan savaş kurtuluş savaşı olur muydu? Liyakata göre seçilen ekibin gücü, savaştaki zaferle çarpan etkisi yaratıp masadaki savaşta da zafer getirmiştir. Neyse bu Cumhuriyet tarihimizin eşsiz başarısını tarihçilere bırakıp, biz esas konumuza dönelim.
AB ANLAŞMALARI
Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 1995 yılında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması sözde Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlamak için yapılmıştı. Bu anlaşma ile ülkemiz özellikle kırsal kalkınmasını tamamlayacak ve tam üye olacaktı. Çünkü AB Türkiye’nin üyeliği için kırsaldaki yapımızı sorun olarak görmekteydi. Türkiye’nin tam üyeliği için öncelikle kırsal problemlerinin halledilmesi gerekli idi. Bunun için de kırsal kalkınma projeleri sundular bize. Bu projeler AB hibeleri ile hayata geçirilecekti.
Bakıldığı zaman gerçekten de kırsal kalkınma projeleri için azımsanmayacak miktarlarda hibe destekleri verilmişti (özellikle büyükbaş hayvancılık için). Neden büyükbaş hayvancılık için? Çünkü ellerinde birikmiş üretim fazlası damızlık hayvan vardı ve verilen projelerde kullanılacak modern ekipmanlar için pazar gerekli idi. Halk deyimi ile çaktırmadan Tarım Bakanlığımızın adı Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı oluverdi. Oysa kendileri balıkçılıktan, hayvancılığa bütün tarımsal üretimler “Tarım” adı altında ifade ediliyordu, dünyada “Tarım” hepsini kapsardı.
Bakanlığın adının bu şekilde bölünme nedeni, desteklenen hayvancılık projelerine dikkatli bakıldığı zaman anlaşılacaktır. Şöyle ki; hayvancılık bir tarım işletmesinin bir koludur ve işletmede üretilen ürünlerle beslenir. Hatta şöyle de diyebiliriz; işletmenin artıklarını değerlendirir hayvancılık böyle kârlı olur. Ayrıca tarım işletmesinin sigortasıdır. İşletmede hasat zamanına kadar hayvancılık ürünleri nakde çevrilerek işletmenin nakit gereksinimini karşılayarak ayakta kalmasını sağlar.
AB TARIM KRİTERLERİ
AB’nin önerdiği projeler ise böyle değildi, hayvanlara uygun bir barınak olması hayvancılık yapmak için yeterli idi. Yemi dışarıdan alarak üretime devam edilebilirdi. Bu model hayvancılık işletmesi örneği dünyada tek ABD’de vardır. Orada hayvancılığı besleyecek ayrıca bir yem sektörü de oluşmuştur. Türkiye’de de böyle olmasının ne mahzuru var diye düşünülebilir ancak kazın ayağı öyle değil. Önerilen projelerde tarım işletmesi olarak önerilmediği için yem dışarıdan alınacak ve ürünler daha pahalıya mal olacaktı. Bu bilerek Türk tarımına kurulmuş bir tuzaktı. Nasıl olsa Türkiye’de uygulanan ekonomik model serbest piyasa ekonomisi idi. AB stoklarında da tüketim fazlası ve daha ucuz et-süt ve ürünleri vardı. Böylece bu ürünler için pazar olarak hazırlanmıştı Türkiye. Bu da yetmez Gümrük Birliği anlaşmalarına kırmızı et ve et ürünleri, süt ve süt ürünlerine AB menfaatine göre satış kotaları bile konmuştu. (TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası 2003 Tarım Çalıştayı kitabı.) Öte yandan bizim avantajlı olduğumuz sebze ve meyve ile zeytin ve zeytinyağı dallarında Türkiye’ye herhangi bir ayrıcalık tanınmamıştı. Umarım, şimdi anlaşılmıştır Tarım Bakanlığının neden “Tarım ve Hayvancılık” şekline getirildiği. Şimdi gelelim AB’de tüketim fazlasının nasıl oluştuğuna; AB ülkeleri (ki bilindiği gibi ilk yıllarda adı Avrupa Ekonomik Topluluğu idi.) 1965 yılında tarım konusu görüşülürken hazırladıkları sözleşmeye birinci madde olarak Gıda Güvenliği konulmuş ve bunun sağlanması için tarıma olağanüstü destekler öngörülmüş. Bu destekler gerçekleştirilerek üretim fazlaları oluşmuş, özellikle büyükbaş hayvancılıkta.
AYAKTA KALMA MÜCADELESİ
İşte bu tuzağın farkına varacak yeterli birikime sahip bürokrasi ve siyasetçi görevde olmadığı için bu anlaşmalar imzalanmış, yıllarca AB’den kırmızı et ve ürünleri süt ürünleri ithal edilmiş, sonunda kırsal kalkınma destekleri ile kurulan birçok hayvancılık işletmesi batmıştır. Ayakta kalıp üretime devam edenler de vardır. Ancak, nasıl ayakta kaldıkları da ayrı bir yazının konusu olacaktır. Bu yazıyı kaleme aldığımda bulunduğum ilçenin sadece bir bölgesinde küçük ve orta boy otuzdan fazla süt sığır işletmesi vardır. Bunlarda yaptığım incelemede nasıl ayakta kaldıklarını tespit ettim, dediğim gibi bunu da başka bir yazı konusu yapacağım.
Sonuç olarak, bir işletmenin ya da devleti yönetenlerin görev verdiği yönetici ve elemanlar liyakatli olurlarsa o kadar güçlü olurlar. İşletmeleri kârlı olur. Devlet de güçlü olur ve halkı refaha erişir.