Tasarruf tedbirleri
Maliye Bakanı tasarruf tedbirlerini açıklayınca olan bizim hizmet aracına oldu. Hizmet aracı dediysek de makam aracından farkı yok
Maliye Bakanı tasarruf tedbirlerini açıklayınca olan bizim hizmet aracına oldu. Hizmet aracı dediysek de makam aracından farkı yok. Sabahları şoför evin önüne geliyor. Ben binerken kapıya açıp “ buyurun efendim” diyor. Bakanlığa doğru yola çıkıyoruz. Arka koltukta yayılıp haberleri okuyorum. Termostaki kahvemi yudumluyorum. İki yıl önce müdür olup araç verilince çabucak alıştım rahata.
İlk gün kendi arabamla gideyim dedim. O kadar uzun süre kullanmamışım ki akü boşalmış. Uzun bir uğraştan sonra çalıştırdım arabayı. Yola koyuldum. Dur kalk, dur kalk, sürekli kornaya basan sabırsızlar, sinyal vermeden dönenler, makas atanlar… Sinirlerim bozuldu. Üstüne üstlük depo bir haftada boşalınca ben de pes ettim.
Evim metroya uzak olduğu için ikinci hafta belediye otobüsüyle gitmeye başladım. Neredeyse bir saat sürüyor yol. Hele bir de trafik sıkışıksa bir buçuk saati buluyor. Her durakta en az on kişi biniyor. Otobüs şoförü sürekli sesleniyor “İlerleyelim beyler, ilerleyelim”. Sıkıştıkça sıkışıyoruz. Ter, parfüm.. bütün kokular birbirine karışıyor. Kravat ve ceket iyice sıkıyor. Otobüsten sırılsıklam iniyorum… Çekilir gibi değil.
Bir gün köyden dayım geldi. Benim dertlendiğimi öğrenince ,beraberinde bir at getirmiş. Bir de güzel süslemiş rengarenk boncuklarla.
“Artık Rüzgar’la gidersin işe” dedi.
“Olur mu hiç dayı?”
“Olur . Olur. Adı gibidir maşallah. Yarım saate kalmaz Kızılay’dasın. Hem de yeni eyer yaptırdım. Müdür oldun ya kıçın rahata alışmıştır senin..”
Ertesi sabah Rüzgar’ın alnına bakanlık amblemini iliştirdim; yola çıktık. Fırsatını bulunca dörtnala koşuyor. Trafik sıkışınca da arabaların arasından geçip dıgıdık dıgıdık gidiyoruz. Herkes dönüp dönüp bize bakıyor; Rüzgar’a ve üstündeki lacivert takım elbiseli binicisine.
Bir ara sol şeride geçti. Ben yelesine yapıştım. “Hadi Rüzgar hadi oğlum” diyorum. “Ha gayret! Az kaldı finişe” . Biraz da trafiği birbirine katarak, burun farkıyla genel müdürün makam aracını geçip bakanlığa vardık.
Rüzgar’ı bahçeye bağladım. Çiçekleri yemeye başlayınca boş bir depo bulduk Rüzgar’a.
Birkaç gün içinde Rüzgar yolları ezberledi. Sanki doğma büyüme Ankaralı. Mesai bitiminde Tunalı’da bir tur atıyoruz. Yol kenarındaki masalardan birine oturuyorum. Rüzgar’ı da direğe bağlıyorum. Garsona sipariş veriyorum. “Bir kahve bir kova da su”. Kahve keyfinden sonra dıgıdık dıgıdık eve dönüyoruz.
Benim Rüzgar’la mutlu hayatıma özenen, makam aracını kaybetmiş müdür arkadaşlar da at almaya başladılar. Bir , iki derken birkaç ay sonra atlar depoya sığmaz oldu.
Bakanlığa atla gelmek yasaklanır diye düşünürken bir de duyduk ki Bakan Bey onay vermiş; ahır yapılacakmış bakanlığın bahçesine. Nasıl bir tesadüfse ihaleyi Bakan Bey’in yeğeninin şirketi kazanmış. Ahırları kısa sürede bitirdiler. Atlarımızı yerleştirdik.
Seyissiz ahır olur mu hiç? Bir hafta sonra seyis işe başladı. Atları bağlarken konuşuyoruz. Daire başkanının hemşehrisiymiş. “Başkanım” diyor başka bir şey demiyor. Bir zaman sonra öğrendik. Aynı köydenmişler. “Uzaktan akraba oluruz” dedi. Daha da sormadık.
Bir ay sonra ikinci seyis de işe başladı. Herhalde ilki yetişemiyordu bizim atlara. Baktık daha ilk günden çok samimiler. Merak ettik. Sorduk. Köylüsüymüş.
Atlı yaşam sohbetleri de değiştirdi ister istemez. Önceden birbirimize, “Arabayı hangi servise götürdün? Lastikleri nerden aldın?.. diye sorarken şimdi nalbant soruyoruz. Ha deyince nalbant da bulunmuyor. Bizim sıkıntımız Genel Müdür Yardımcısının kulağına gitmiş. Sağ olsun, derdimize çare oldu. Bir haftaya kalmadan nalbant da işe başladı. Öğrendik ki Genel Müdür Yardımcısının dünürünün kardeşiymiş.
Atlarımıza ahır yapılmış. Seyislerimiz, nalbantımız var. Daha ne isteyelim?
Bir gün Genel Müdürün ahırı denetleyeceği tuttu. Baktı iki seyis bir nalbant, üç personel var. “Başlarına bir amir gerek” dedi.
Birkaç gün sonra ahır şefinin masasını koydular. Şef de iş başladı. Ahıra bir düzen geldi. Atlara birer kart hazırlamış şefimiz. Gelişi, gidişi, yediği, içtiği her şey kayıt altında. Atlarımızın da keyfi yerinde.
Bazen kişneyecekleri tutuyor. At bu, kişneyecek tabii ki.
Geçenlerde müdür arkadaşlardan birinin atı kişnemeye başlamış. Öyle bir kişneme ki durmak bilmiyor. Bakan Bey’in odasına kadar gitmiş ses. Bakan Bey de toplantıdaymış. Toplantı düzeni bozuldu diye çok sinirlenmiş. Kesin bizim atlar yasaklanır dedik. Yanılmışız.
Çok geçmeden bakanlık binasında ses yalıtım çalışmaları başladı. Koskoca bina ses geçirmez oldu. Bu kadar da tesadüf olur mu diyeceksiniz yine Bakan Bey’in yeğeninin şirketi almış ihaleyi.
Kişneme seslerini duymayınca Bakan Bey de mutluydu artık. Yüzü gülüyordu. Gülen yüzüne geçenlerde bir televizyon programında rastladım. Heyecanla anlatıyordu:
“…….Hizmet araçlarını yarı yarıya azalttık. Her müdüre bir araç devri bitti artık. Yeni araç da almıyoruz. Maliye Bakanımız tasarruf tedbirlerini açıkladığından beri hızla uyguluyoruz, dörtnala koşarcasına...”