TDK'yı mercek altına alıyoruz 2- Yazım kurallarını yerleştirmek zor mu?
‘Eskiden bu kurallar bir iki kişinin, üç beş uzmanın kafasına göre değil, yarkurullarda görüşülür, en az beş yüz kişilik genel kurulda tartışılır, bütün bir toplumun düşüncesi, tutumu yansırdı. Bu yüzden toplumca çabuk benimsenir, kamuoyu oluşur, kabul görürdü’
Kemal Ateş, Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesi ve bölüm başkanı olarak görev yapmış, dil konusunda birçok kitabı ve ödülü olan bir dil uzmanı. İmla konusunda fikirlerini açıklarken, bu konuların insanların-uzmanların kendilerini kanıtlama alanları, bir şey bulup icat etme zevklerini tatmin yerleri olmadığını belirtiyor ve ekliyor;” Birilerinin canı sıkıldıkça, kafasına estikçe, aklına geldikçe, canı buluş yapmak istedikçe, bazı makamlarda oturanlar değiştikçe dil kuralları değişmez.”
Önce şu kural dediğimiz olguyu bir iyice anlamaya çalışalım. Nedir bu kural? Halk dili yaratır, ancak kurallarını bilmez, halk kural da koymaz, dilin geleneğini bilir. Halk, dili anadan atadan öğrendiği geleneğe göre konuşur. Yazar demiyoruz, konuşur, öncelikle konuşur. Halk konuşma dilini yaratır, yazı dili daha çok aydınların işidir, yazı dilini aydınlar kurup geliştirir. Bunu halka bakarak, halka kulak vererek, halkı örnek alarak, halkla birlikte yapar. Böyle yaparken de halkın yaptığı-bozduğu her şeyin üstüne atlanmaz. Örneğin, bazıları “şarj” yerine “şarz” diyor diye, yazı geleneği hemen değişmez. Yazı biraz da bozulmayı önlemek, sağlam bir gelenek kurmak için vardır.
Dil-kural ilişkisi üzerine Ateş; “Dil, kurallardan doğmaz, kurallar dilden çıkarılır. Uzmanlar neye göre kural koyar? İki önemli dayanağımız vardır: Halktaki genel eğilime, eskilerin deyişiyle teamüle bakarız. Esas olan budur. Daha sonra dilbilgisi kurallarına sıra gelir. Kural konurken masa başındaki uydurma örneklerden çok, emek isteyen ciddi derleme ve tarama çalışmaları yapılır, yapılmalı. Bugünkü TDK’nin nasıl tarama çalışması yaptığına, okuru nasıl yanılttığına ayrıca değineceğim, sanırım siz de şaşacaksınız” diyor.
ATATÜRK’ÜN DİL KONUSUNDAKİ HASSASİYETİ
“Bakmayın şu günlerde bir bardak suda fırtınalar koparılmasına, biz Atatürk sayesinde yazımı çok kolay bir alfabeye kavuştuk. Atatürk bu konuda buyruk verip çekilmedi, bir dilci gibi uzmanlarla yıllarca süren toplantılar, görüşmeler yaptı. Son nefesine dek dil konularını düşündü. Kitaplar okudu, başka dillerden kitaplar buldu, alelacele çevirtip okudu. Osmanlı dönemindeki yazım(imla) tartışmaları öyle şapkayı, virgülü, noktayı nereye koyalım türünden değildi. Zaten Osmanlı yazısında bu imler yoktu da... 1910’lu yıllarda aydınlar ‘Türk’ sözcüğünün yazımında bile anlaşamıyorlardı, ‘vavlı Türkler’- ‘vavsız Türkler” diye ikiye ayrılmışlardı. Terzi sözü ‘dürzü-dürzî’ diye de okunurdu” saptamasında bulunan Kemal Ateş, bunlar üzerine gülünç öyküler anlatıldığını, sulu, tuzlu gibi sözcüklerdeki (u) seslerin farklı harflerle yazıldığını, oysa ikisinin de u, aynı ses olduğunu belirtiyor.
“Bunları ezberleyeceksiniz. Başka bir sorun da elma, atmak, ötmek, olmak, ulumak, ütmek, ilim gibi sözcüklerin hepsi eski yazıda aynı harfle başlar. Birbirine hiç mi hiç benzemeyen onca sözcük aynı harfle (elifle) başlar. ‘Üç’ yazarsınız, uç, öç de okunur. İlk kez duyduğunuz bir sözcüğü okuma şansınız yoktur. Türkçenin zengin ünlülerini gösterecek harfler yoktu çünkü. Altı yüzyıllık denemeler sonuç vermedi, yığınla yazım sorunu, anlaşmazlıklar sürüp geldi” diyen Ateş, 1860’lı yıllarda alfabe konusunda tartışmalar başladığını, devrimin açıkça geliyorum dediğini, öyle bir gecede olmadığına da vurgu yapıyor.
Bugün fakültelerimiz her yıl binlerce Osmanlıca uzmanı yetiştiriyor. Osmanlıdan kalan bütün yapıtlar yeni harflerle yayınlandı, yeter ki okur bulun siz. Devrimle hiçbir şey kaybetmedik, tersine çok şey kazandık.
İMLA KILAVUZU CUMHURİYET’LE ORTAYA ÇIKTI
Yazı, dil, eğitim, saray çevresinden çıkıp bir avuç azınlığın değil de kitleleri ilgilendirmeye başlayınca, dil, alfabe, yazım (imla) sorunları da kitleleri ilgilendiren sorunlar arasına girdi. Atatürk işte böyle bir zamanda el attı bu konulara. ‘İmla kılavuzu’ kavramı da zaten Cumhuriyet’le birlikte ortaya çıktı. Yeni alfabeyle gelen önemli yazım sorunlarının nerdeyse hepsi Atatürk döneminde, onun da içinde bulunduğu toplantılarla çözüldü, sağlam kurallar kondu.
Kemal Ateş, 1928 yılında basılan Türkçenin ilk İmla Lügati’ndeki kimi sözcüklerin düzeltildiğini, kimi yeni kuralların konduğunu, İbrahim Necmi Dilmen yönetiminde hazırlanan 1941 yılındaki İmla Kılavuzunun, Türk Dil Kurumu’nun ilk kılavuzu olduğunu belirtiyor.
Bu kılavuz 23 yıl kadar kullanıldı. 1965 yılına gelinirken bazı değişikliklere gerek duyuldu. Bu değişikliklere baktığımızda, gereksiz olduğunu söylemek olası değil. Ateş bunu bir örnekle şöyle anlatıyor; “Türkçenin ekleri dediğinizde ‘Türkçe’ büyük, ‘Türkçe şarkılar’ derken küçük yazılıyordu. Aynı sözcük birinde admış, diğerinde sıfatmış, bu nedenle öyle olacakmış. Gelin işin içinden çıkın” diyor ve şöyle devam ediyor; “1941 kılavuzunda ayrıca kullanışa uymayan başka kurallar vardı: ‘Gözüyle, sözüyle’ dediğimiz sözcükler 1941 kılavuzunda ‘göziyle, söziyle’ diye yazılıyordu.‘Tren-tiren’, ‘program-purogram’ gibi ikili yazılışlar vardı.”
Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu başkanlığında çalışan kurul, bileşik sözcükler konusunda iyi bir araştırma, geniş bir rapor hazırladıktan sonra 1967 yılında kılavuzun üçüncü baskısında sağlam kurallar konuldu. Konular ve sorunlar, çok kalabalık katılımcı toplantılarla ele alındı.
YARKURUL’U BİLİR MİSİNİZ?
Kemal Ateş o dönemdeki çalışma şeklini şöyle anlatıyor; “TDK dernekken, ‘yarkurul’lar vardı bilir misiniz? ‘Komisyon’ denmezdi, ‘yardımcı kurul’ anlamında ‘yarkurul’ denirdi. Beş yüz üye içinden seçilirdi yarkurullar.
Bileşik sözcükler konusunda Hatiboğlu’nun hazırladığı rapor önce yazım yarkurulunda görüşüldü, sonunda beş yüz kişilik genel kurula getirildi, uzun uzun tartışıldı. Behçet Necatigil de düşüncesini söyledi, Prof. Doğan Aksan da… F. H. Dağlarca, Cahit Külebi, Melih Cevdet de düşüncesini söyledi, Prof. Macit Gökberk, Prof. Gündüz Akıncı, Prof. Vecihe Hatiboğlu da… Bu kurallar böyle kabul edildi…”
Daha sonra 12 Eylül darbesiyle kurum devlet dairesine dönüştü, atama yoluyla başkanlığa getirilen Prof. Dr. Hasan Eren bileşik sözcüklerin nerdeyse hepsini ayırdı. Kendine göre kurallar koydu. İş çığırından çıktı, yol yöntem, gelenek bozuldu. Ateş; “Bu durum karışıklık yarattı, tepkiler gördü, çünkü Türkçenin en çok sözcük yapılan yollarından biri, belki de en önemlisi yok ediliyordu. Tepkiler karşısında kurumda yeni yöneticiler yavaş yavaş eski kurallara dönmeye başladılar, ancak tam da dönmediler. Örneğin, şu ‘önsöz’ sözcüğünün bileşik yazılacağını bir türlü kabul ettiremedik. Daha başkaları da var… ‘Deniz altı’yı ayrı yazarken, ‘denizaltıcı’yı bitişik yazıyorlar, ‘denizaltıcı’nın bitişik yazılmasının da Deniz Kuvvetleri’nin baskısıyla olduğu söylenir” vurgusu yaparak o dönemi anlatıyor.
GÜVEN, SAYGINLIK ÖNEMLİ
Kemal Ateş son dönemde kelime yazılışlarıyla ilgili yapılan değişiklik konusunda da şunları söylüyor; “‘Çiğbörek’, ‘çi börek’ olmuş… Bizim bildiğimiz ‘çiğ’ ile ilgisi yoksa, ‘çi’ sözcüğünün ‘çiğ’ olmadığından eminseniz, bu yeni fark edildiyse, hiç değilse ‘çibörek’ diye bitişik yazın. ‘Çi’ sözcüğünün kullanıldığı başka örnek ben görmedim. ‘Çi’ sözcüğünü hangi mantıkla ayrı yazıyorsunuz? Bu sözcüğü başka nerede kullanacaksınız?
“Eskiden bu kurallar bir iki kişinin, üç beş uzmanın kafasına göre değil, yarkurullarda görüşülür, en az beş yüz kişilik genel kurulda tartışılır, bütün bir toplumun düşüncesi, tutumu yansırdı. Bu yüzden toplumca çabuk benimsenir, kamuoyu oluşur, kabul görürdü.’Yeşil soğan, kırmızı biber’ ayrı mı, bitişik mi? TDK’nin son işleri bunlar. Bunlar çok önemli değil bence. Keşke sorun yalnız yeşil zeytin, kuru soğan olsaydı…”
Bu konudaki görüşlerini şöyle devam ediyor Ateş; “Ah keşke sorun yalnız ‘çibörek’ olsaydı!..
Adam babasına demiş ki, ‘Bizi hana almıyorlar, sen kılıcımı nereye asacağım diyorsun!..’
Temel sorunları halletmeden ayrıntılarla uğraşanları anlatır bu söz.
Yani TDK çok temel sorunları halletmemiş, yerleşmiş kuralları bozup karıştırmış, şimdi birkaç ayrıntıyla uğraşıyor. Bozdukları yaptıklarından çok daha fazla…
Kısaca söylemek istediğim şu: Katılımcı olacaksınız, bu kuralları katılımcı toplantılarla kamuoyu yaratarak çözeceksiniz. Sık sık da kural değiştirmeyeceksiniz.
Konu çok uzun, karışık da sayfalarca yazsam bitiremem. İlgi duyan, bu konularda daha geniş bilgi edinmek, düşünmek isteyen okurlarımıza, benim Dil Hurafeleri (İmge Y.), Kendi Diliyle Kavrulmak (Bilgi Y.) gibi kitaplarımı önereceğim. Aynı sorunları ben tekrar tekrar yazmaktan yoruldum.”