'Tek sesli müziği bilmeyenlerle çok sesli müziği tartışamam'
'1983 yılında, Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü’ne bağlamamla gittim. Başta beni Türk müziğinden mezun, batı tekniğini bilmeyen, gerici biri gibi görüyorlardı. Halbuki bilmiyorlar ki ben Ruhi Su’nun talebesiyim...'
Bu hafta TRT sanatçımız İbrahim Can ile birlikte değerli TRT sanatçımız Rüstem Avcı ile söyleşimize keyifle, eğlenerek, duygulanarak devam ediyoruz. Değerli Rüstem Avcı, TRT sınavını kaybedince nasıl bir süreç yaşadığını özetledi. Hem de haftamızın türküsünün derleme sürecini anlattı:
- TRT hazırlık eğitiminden sonra atılınca önemli bir fırsatı mı kaybettiniz?
Yok, fırsat kaybolmadı. Daha sonra İstanbul'a geldim. Güz döneminde dokuz dersi vererek Konservatuvar’ı bitirdim. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı diplomasını aldım. Eğer oryantasyon sonucunda TRT’ye girseydim, İTÜ mezunu olamayacaktım.
- TRT’ye nasıl girdininiz?
Sonrasında Nida Tüfekçi hocam, “Gel oğlum. Ben senin radyoda sözleşmeli program yapımcısı yapacağım” dedi ve yaptı. Yaptığım her programda mutlaka Karadeniz’den bir İbrahim Can türküsünü çalardım. Çünkü İbrahim Can’ın türkülerini çok seviyordum. Bana göre Karadeniz türkülerinde bir numara İbrahim Can, diğerleri onun talebeleri. O arada Nida Tüfekçi Konservatuvar’da odasına çağırdı, “Oğlum seni bir okula yollayacağım, orada seninle kimse kavga edemeyecek biliyorum. Senin yapını da biliyorum. Bizim bağlamamızı oraya sen götür. Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü’nde keman var, piyano var, gitar var, bağlama yok. Derslere sen gireceksin, para da kazanacaksın” dedi. “Tamam hocam” dedim, gittim.
ÖĞRENCİNİN BİLGİÇ SORUSU
- Kaç yılında?
1983 yılında, Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü’ne bağlamamla gittim. Başta beni Türk müziğinden mezun, batı tekniğini bilmeyen, gerici biri gibi görüyorlardı. Halbuki bilmiyorlar ki ben Ruhi Su’nun talebesiyim. Bir de Nida Tüfekçi Hocam kişileri iyi tanırdı. Benimle kavga etmeleri mümkün değildi. Ben lafımı söylerim, kavga etmem. Bana son sınıf öğrencilerini verdiler ki kaçayım gideyim diye. Girdim sınıfa, öğrencilere; “Arkadaşlar nasılsınız?” dedim. Kimisi buruk, kimisi neşeli. Bir tanesi “Hocam bir şey sorabilir miyim?” dedi. Tabii sorabilirsiniz dedim. “Çok sesli müzik hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye bilgiççe sordu. Ona göre ben bilmiyorum ya. “Bir dakika” dedim, aldım sazı elime bir halay türküsü çaldım. “Bunun notasını yazabilir misiniz? Bu bir sınav sorusu değildir. Siz son sınıf öğrencisisiniz, notayı bilmeniz lazım” dedim. Bir kişi notasını yazdı şu anda orada doçent. Benim öğrencim. “Tek sesli müziği bilmeyenlerle çok sesli müziği tartışamam, kaldı ki çok sesli müziği de bilen biriyim” dedim.
ERZURUM RADYOSU’NUN SINAVINI İKİ KERE VERDİM
- Tek sesliyi bilmiyor ama çok sesliyi öğretmenine soruyor...
Tabii. Orada bir yıl hocalık yaptım. Dönem sonunda da askere gittim. Ama askere gitmeden önce Erzurum Radyosu'nda sınav açıldı. O sınava girdim jüri aynı; Nida Tüfekçi, Erkan Sürmen... Kaçış yok. Biz seni İzmir’de almadık mı dediler. Aldınız ama bir ay geçti üzerinden dedim. Gülüştüler, “Ya biz sana ne soracağız?” dediler. “Valla ne sorarsanız sorun. Geldim buraya” dedim. “Erzurum’da çalışacak mısın” dediler. “Türk bayrağının dalgalandığı her yer benim için kutsaldır, çalışırım” dedim. Neyse nota sordular, “Çık dışarı” dediler. Ben neticeyi bile öğrenemedim. Askere gittim, Tuzla Piyade Okulu’ndayım. Askerdeyken kazandığımı öğrendim. Hemen Ankara'yı aradım. Ankara'da Mehmet Özbek, Halk Müziği Şube Müdürü. “Hocam” dedim, “İzmir'de biliyorsunuz haksızlığa uğradım. Bunu bari çözelim” dedim. “Yok oğlum” dedi, “Dondurduk, görevin hazır.” Neyse ben askere gittim. Konya'da övüne övüne dolaşıyorum, “Ben Erzurum Radyosu sanatçılığını kazandım” diye. Hatta terhis olurken yolluk için gideceğim yer olarak Erzurum'u gösterdim. Geldim İstanbul'a. Oryantasyon kursuna Ankara’ya gideceğim. Erzurum’a kesin gidiyorum derken, dediler Erzurum için tekrar sınava tabisin. Niye? dedim. Sözleşme kanununa göre altı ay görevden ayrı kalanlar, tekrar sınava tabiymiş.
NİDA HOCA: NE SORULDU İSE ONA CEVAP VER
- Sınava girdiniz mi?
Evet ama “Bugün, sınav yaptınız, yaptınız yoksa sınava girmiyorum” dedim. Mehmet Özbek, “Oğlum bunun şakası yok, çalış sınava gir” dedi. Avrupa'da çocuk koroları yönetmiş ünlü bir isim, ismini unuttum. O benden önce girdi. Dedim bu garanti girer, benim şansım sıfır. Aynı soruyu o kişiye de sormuşlar, bana da. “Ankara misket, bozuk düzen bağlamada çalınır mı?” Ben bağlamayı çok iyi çalamıyorum ama bağlamayı biliyorum. Bozuk düzen, si karar çalınır mı, çalınamaz mı? O diğer kişi çalınır ama tat vermez demiş. Ukala bir şekilde. “Çık dışarı, biz bilmiyor muyuz tat vermeyeceğini” demişler. Aynı soruyu bana sordular. Nida Hoca'nın bana söylediği bir söz vardı. Hiç kulağımdan gitmez: “Oğlum sınavda sana ne sorulduysa, ona cevap ver! Ben bunu da biliyorum diye havalarına girme kaybedersin” demişti. “Çalınır efendim” dedim. Ben kazandım o kaybetti.
RUMELİ'NİN KINA HAVASI
- “Altın Yüzük Parmağımda Kan Taşı” derlemesi kime ait?
Derlemesi bana ait.
- Kaynak kişilerle nasıl derlediniz?
Kaynak kişisi Osman Şanlıtuna. Silivri Çeltikköy’ünde oturuyor. İstanbul’da akrabam Şafiye Kahraman’dan daha önce birçok türkü derlemiştim. Şafiye Kahraman 1900 doğumluydu. Benim anneannem Hatice Hatipoğlu’nun hem akrabasıydı hem de gençlik arkadaşıydı. İkisi de 86 yaşında rahmetli oldular. Osman Şanlıtuna “Altın Yüzük Parmağımda Kan Taşı” türküsünün sözlerini tam bilmediği için birlikte nineciğe gittik. O da Bulgaristan Osmanpazarı’nın yakın köyünde, on beş yaşında yapağı diderken öğrenmiş bu türküyü. Osman Şanlıtuna’nın sesinden tam sözleriyle teybe kaydedip, notaya aldım.
- Hikayesi var mı?
Hikayesi şöyle. Nasıl Anadolu’da kına yapma havası varsa bu da gelin ağlatma havasıdır. Kızın bir sevdiği vardır. Sevdiği “Annen, baban seni bana vermiyor, kaçalım” diyor. Kız “Ben kaçamam, bizde öyle bir adet yok, kaçmayız” diyor. Ailesi de kızı, Anadolu’da yaygın olduğu gibi komşusuna beşik kertmesi yapmış. Yani komşusuna “İleride büyüdüğü zaman senin oğluna benim kızı vereceğiz” diyor. Ama kız beşik kertmesi yapılan genci sevmiyor. Kızın sevdiği de “Kaçırayım” diyor, kız kaçmıyor. Böyle iki arada sıkıntılı günler geçiriyor. Sonunda kız karar veriyor. “Ne anamın, babamın dediği olacak ne de benim dediğim olacak. İlk gelen kısmete gideceğim” diyor. Ve kız ilk gelen kısmetle evleniyor. Aradan yıllar geçiyor. Kız köyünde kına yakma törenine gidiyor. Başlıyor bu türküyü söylemeye: “Altın yüzük parmağımda kan taşı”. Evli ama hala içinde kalmış bir yara, duygulanarak bu türküyü söylüyor. Onun için; “Annem, babam kıymetimi bilmedi” diye bitiriyor türküyü.
- Rumeli-Silistre-Rağva köyünde kına törenlerinden kısaca bahseder misiniz?
Kına türküleri, genelde Anadolu’nun her yöresinde gelin ağlatma havaları olarak söylenir. Gelin hem giderim hem ağlarım hesabı bu türkülerde biraz hüzünlenir.
Balkanlar’da özellikle Bulgaristan’da Türk köylerinde kına yakma havaları da çok eğlenceli geçer. En bilinen türkü Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar. Altın Yüzük Parmağımda türküsü hem çok hüzünlü hem de anne babaya sitem içerir.
Rüstem Avcı’nın meşhur ettiği türkü: Altın Yüzük Parmağımda
Altın Yüzük Parmağımda Kan Taşı
Aktı Gitti Irmak Oldu Göz Yaşı
Bağlantı:
Yandı Bağrım Ateşiyle Sönmedi
Annem Babam Kıymetimi Bilmedi
Abisi Der Ki Ben Araya Giremem
Yengesi Der Ki Ben Çeyzini Seremem
Bağlantı
Annesi Der Ki Ben Kızımı Veremem
Babası Der Ki Ben Sözümden Dönemem
Yöresi:
Rumeli-Silistre-Aşağıbağya
Kaynak Kişi:
Osman Usta Şanlıtuna
Derleyen ve Notaya alan:
Rüstem Avcı
Makamsal Dizi: Kürdi
Konusu: Kına-Düğün
Ses Genişliği: 7 Ses