23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul 14°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Televizyon mahkemelerini durdurun!

Gündüz kuşağında topluma dayatılan TV programlarıyla aile içi ve bireyler arası özel iletişim teşhir ediliyor, kadının ikincil konumu pekiştiriliyor, emperyalizmin yıkıcı kültür politikalarına hizmet edilirken toplumun sorunlar karşısında direnci kırılıyor

Televizyon mahkemelerini durdurun!
A+ A-
SILA KEMAHLI / ANKARA

“Susma”, “Paylaş Benimle”, “Umudun Olsun”... Televizyonların gündüz kuşağındaki programlar, cinayetlere, cinsel tacizlere, aile içi şiddete, kişiler ve olaylar üzerinden “çözüm” bulmayı amaçladıklarını iddia eden yayınlar yürütüyor. Uzmanlara göre ise “çözüm” denilerek topluma gözyaşı, öfke ve mağduriyet yükleniyor, yargı olumsuz yönde etkileniyor. Son olarak Ece Üner'in sunduğu gündüz kuşağı programı “Susma”nın fragmanında yer verilen, annesi öldürülen bir çocuğun çığlık sesi tartışmaları yeniden alevlendirdi. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun bu tür programlara izin vermemesi çağrısı yapılırken, vatandaşların da programları şikayet etmesi ve izlememesi önerildi.

KANAYAN YARAYI DAHA FAZLA KANATMAYIN!

Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkan Yardımcısı Avukat Nuriye Kadan programların yargıya olumsuz yönde müdahale ettiğini belirtti. Kadan, programlarla bir algı yaratılmak istendiğini belirterek şöyle konuştu:

“Kadına yönelik şiddeti, çocuk istismarını magazinleştirerek, reyting uğruna, devam eden davalar üzerinden yanlış bilgilerle, bu uğurda verilen mücadeleye zarar veriyorsunuz. Bunlara prim vermeyin! Son zamanlarda mantar gibi bu programlar türemeye başladı. Yaşanan acılar üzerinden duygu sömürüsüyle algı yaratmaya çalışıyorlar. Lütfen bu programları izleyerek kadın ve çocuk üzerinden kanayan yarayı daha da kanatmayalım. Bu türden programları da şikayet edelim. Tüm dünyanın sorunu olan kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarında hep birlikte doğru çözümler için mücadele edelim.”

'YASAL SORUMLULUĞA BAĞLANMALI'

Kadan, TV programlarının yasal bir sorumluluğa bağlanması gerektiğine işaret etti. “Televizyonlarda yapılan bu türden programlar ile basılı yayın organlarında yapılan haberler hukuki açıdan da yaptırımı olan konulardır” diyen Kadan, Basın Kanunu’nda on sekiz yaşından küçük tüm suç faili ve mağdurların kimliklerinin açıklanarak yayın yapılmasının yasaklandığını hatırlattı. Kadan, Basın Kanunu’nun 21. maddesiyle mağdur hakları açısından yaptırım altına alınan fiillerin sadece süreli yayınlar için olduğunu belirterek, “Süreli olmayan bir yayın yoluyla gerçekleştirilmiş ise suç oluşturmamaktadır. Yine Basın Kanunu’nun 21. maddesi ile yasaklanan fiil, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’da yasaklanmamış ve suç olarak yaptırıma bağlanmamıştır. Dolayısıyla süreli yayın yoluyla işlendiğinde suç oluşturan fiil; radyo, televizyon veya veri yayını yoluyla işlenir ise suç oluşturmayacaktır” şeklinde konuştu.

ALTI BAŞLIKTA PROGRAMLARIN ZARARLARI

Sosyolog Özge Yaren Enç ise özellikle 2000'lerden sonra gündüz kuşağına "suç" başlıklı programlar eklendiğini belirterek, medyada aile içi ilişkilerin, bireyler arası iletişimin kamuoyu önünde teşhir edildiği bir sürecin başladığını anlattı.

“Bu programlarla birlikte dedikodu neredeyse toplumun en büyük gerçekliği gibi lanse edilmeye başlandı ve birçok mesele 'kulaktan kulağa' çözülür hale getirildi" diyen Enç, programların topluma nasıl zarar verdiğini altı başlıkla açıkladı: Medyada aile içi ve bireyler arası iletişim teşhir ediliyor. Kadının ikincil konumu pekiştiriliyor. Cinsiyet ayrımcılığı ayyuka çıkarılıyor. Seyirci bir gözetleme öznesi haline getiriliyor. Emperyalizmin dayattığı yıkıcı kültür politikalarına hizmet ediliyor. Toplumun sorunlar karşısında direnci kırılıyor.

KADINI MAGAZİN MALZEMESİ HALİNE GETİRİYORLAR

Enç şunları kaydetti: "Kadın programı olarak adlandırılan bu projelerde kadın genel olarak ev içi işlerde ön plana çıkan, evinde yemek yapması, süslenip püslenmesi, evini pırıl pırıl hale getirmesi gereken bir konumda yansıtılıyor. Bu da toplumda kadının ikincil konumunu pekiştirir nitelikte bir sonuç ortaya koyuyor. Cinsiyet ayrımcılığını daha da ayyuka çıkaran programlarda kadın, büyük oranda bir magazin malzemesine dönüştürülüyor.”

‘KÜLTÜREL YOZLAŞMA ARACI’

"Özellikle suç temalı programlarda kişilerin özel hayatlarına dair en ince ayrıntılar bile teşhir edilerek seyirci bir gözetleme öznesi haline getiriliyor. Bu programlar sadece kadınların duygularını, sorunlarını değil aynı zamanda kimi zaman bedenlerini de teşhir etmesi yönünde baskılayıcı bir nitelik taşıyor. Mahremiyet anlayışını ortadan kaldıran bu tür programlar, kültürel yozlaşmanın en önemli araçlarından biri haline gelerek, emperyalizmin dayattığı yıkıcı kültür politikalarına birebir hizmet ediyor.”

Programlarda yaratılmak istenen "sahte duyarlılığın" çözüm olmadığına işaret eden Enç, "Toplumun bu sorunlar karşısında direnci kırılıyor. Sadece ahlayıp vahlayarak insanların vicdan rahatlatmasına yaranılıyor" dedi.

MESLEKİ TECRÜBE İÇİN PROGRAMLAR YAPILMALI

Bu programlara alternatif yaratılması gerektiğini belirten Enç, "Kadınların kamusal alanda var olduğu, bu varoluşun birçok başarıya gebe olduğu unutulmadan, medyada temsiliyetleri de bu çizgide yansıtılmalıdır. Bunu da ancak Türk toplumunun kendi kılcal damarlarına inerek aşabiliriz. Kadın programı adıyla illa ki bir program yapılmak isteniyorsa; kadınlara mesleki tecrübe kazandıracak, eğitim imkanlarına ulaşamamış kadınlara bu imkanları elektronik ortamda sağlayacak, kadınları aciz ve yardıma muhtaç hale getirmeden onların sorunlarını dile getirebilecekleri tarzlar geliştirmek gerekiyor." diye konuştu.

ATASOY: SÖYLEYECEK SÖZ BULAMIYORUM

Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Bağımlılık ve Adli Bilimler Enstitüsü Müdürü Sevil Atasoy ise, 'Susma' programının fragmanındaki “Adaletsizliği değiştiremezsin. Ama adaletsizlik karşısındaki duruşunu değiştirebilirsin” ifadesini eleştirerek sosyal medyada şu paylaşımda bulundu: “Adaletsizliği değiştirememek ne demek? Bu nasıl bir umutsuzluk, nasıl bir çaresizlik. Sanırım anlatılmak istenen bu değildi. Çocuk çığlığı hakkında ise söyleyecek söz bulamıyorum.”

'YAPMACIK EMPATİ'

“Susma” adlı tv programının fragmanında annesi gözü önünde öldürülen bir kızın çığlık sesine yer verilmesine vatandaşlar sosyal medya üzerinden tepki gösterdi. Bazı paylaşımlar şöyle:

*Utanmanız yok mu? Travmayı tekrar tekrar nüksettirerek, programınızı satmak için bu korkunç şiddeti normalleştiriyorsunuz. İğrençsiniz.

*Bu tanıtımı hazırlayanlar, çekerken çığlığın süresi üzerinden ne kadar gözlerini kapalı tutacağını çığlığın süresinden hesaplayıp, kurguda çığlık sesinin yerini, yüksekliği falan ayarlayıp 'Hah! Böyle güzel oldu' dediler.

*Hepimiz o çocuğun yerinde olabiliriz. Televizyonu her açtığımızda karşımıza o anki vahşeti hatırlatan, acıyı hatırlatan ses ve görüntülerle karşılaşabiliriz. Bu kadar anlayışsız ve prim peşinde olmayın artık yorulduk sizlerden.

*Adaletsizliği neden değiştiremiyoruz, bu kadar mı umutsuzlaştık? İnsanların kamera karşısında travmalarını tekrarlatarak adaleti sağlayabileceğinizi nasıl düşündünüz, üstelik bu yapmacık empatiyle...

*Annesi gözleri önünde katledilen kızın "Anne" diye attığı çığlıkları reklamlarınızda bol bol dinlettirirsiniz o kıza. Annesinin gözü önünde öldürülmesi yetmemiş gibi bi de siz o anı unutturmadan her gün dinlettirirsiniz. Helal, süper reklam.

*Kadın bedenleri üzerinden ellerinizi çekin. Ağlayan bir çocuğun sesini nasıl reklam yapabilirsiniz?

VATANDAŞIN GÖREVİ: İZLEMEMEK!

Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) Genel Başkanı Prof. Dr. Tülin Oygür, RTÜK'ün bu tür programlara nasıl izin verdiğini sordu. Oygür, topluma da görev düştüğünü belirterek şöyle konuştu:

“Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, çocuk istismarı ve tecavüzler gibi içimizi yakan sorunlarımızı, devletin kurumları ve toplumun işbirliğiyle üzerine yürüyerek çözme uğraşı içindeyiz. Burada medyaya da büyük görev düşmektedir. Fakat görüyoruz ki medya yönünden bu sorunlar sadece reyting aracıdır. Yaptıkları iş, insanların acılarını teşhir ederek izlenirliği artırmak ve acılar üzerinden para kazanmaktır. Açıkça kadın ve çocuk istismarının başka bir boyutudur. Bu gibi programlar RTÜK’ten nasıl geçiyor, anlamak mümkün değil. Toplum olarak üzerimize görev düşüyor. Tepkimizi koymalıyız. Aklı, vicdanı olan herkesi bu programları izlemeyi reddetmeye davet ediyorum.”

Vatan Partisi Öncü Kadın Genel Başkanı Meltem Ayvalı, gözyaşıyla reklam yapıldığını belirterek şu eleştiride bulundu: “Gözlerinin önünde annesi öldürülmüş küçücük bir çocuğun çığlığını reklam malzemesi yapıyorsunuz! Sahte gözyaşlarınız ile seyirci avına çıkıyorsunuz! Acılarımızı satılığa çıkarıyorsunuz, kullanıyorsunuz! Gerçekten duyarlı olan yalandan ağlayamaz. Kendiniz için 'konuşuyorsunuz'.”

Son Dakika Haberleri