15 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Teori ve yöntemsizlik bağlamında TBMM siyaseti ve Türkiye

Bir yanda Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘tek bayrak, tek devlet, tek millet’ vurguları, diğer tarafta onunla iki ayrı galaksideymiş izlenimi veren bu açıklamalar, bunların hangisine itibar etmeliyim tereddüdüne sebep olarak milli bloktaki seçmeni tedirgin etmektedir.

Teori ve yöntemsizlik bağlamında TBMM siyaseti ve Türkiye
A+ A-
PROF. DR. KEMAL ÜÇÜNCÜ

Kültür ve tarih bilinci olmaksızın kuşatıcı bir teori kurmak, imkânsızdır. Teori, yöntem ve kavramlar olmadan olguları kavrayıp tahlil edemezsiniz. Olayların peşinden sürüklenirsiniz. TBMM’de temsil edilen siyasi geleneklerin, siyasi partilerin kendine özgü bir teorisi ve yöntem bilgisi olmadığı için kavramlaştıramıyorlar, sorunlaştıramıyorlar, tahlil edemiyorlar. Kendilerine özgü bir perspektifleri yok maalesef.

AYAĞIMIZDAKİ PRANGA

AKP ve CHP ekseninde toplanmış iki kutuplu siyasetin zaman zaman milli hatta olduğu izlenimi veren konjonktürel çıkışlarına, -bütün iyi niyetlerine rağmen - “adem-i merkeziyet ve neoliberalizm, çok kültürlülük ” hattında olmaları bu teorisizliğin bir sonucudur. Türkiye sosyolojisini çözümleyerek yerli ve bize ait bir siyasal dile aktaramıyorlar. Bu yönüyle esasen TBMM’de tek bir parti ve tek bir siyasal görüş, “neoliberalizm” hakimdir. Gerisi dekoratif söylem ve retorikten ibarettir. Ekonomi politik tercihiniz neyse siyasi ideolojiniz de odur. Burada tartışmaya açık bir mesele yoktur. Bu kadarını bilmeden siyaset yapıyorlarsa daha da dehşet verici. Bu atıl, tarih dışı ve Türkiye gerçekleriyle uyumsuz kaotik siyasal pozisyonlar Türkiye’nin ayağını bir prangayla emperyalizmin yedeğine bağlamaktadır.

[15 Temmuz sonrasında AKP iktidarının “de facto” tehlikeyi görerek yeni bir arayışa yöneldiğini gözlemlemekteyiz. Bu arayışın teoride de milli bir perspektife eklemlenmesi Türkiye’nin bekası açısından çok önemlidir.]

TÜRK MİLLETİ HER ŞEYİN ÜZERİNDEDİR

Siyasal partilerimiz, liberalizmi ve sol ideolojiyi Türkiye’nin tarihsel ve sosyolojik koşulları ekseninde tartışarak kendine özgü bir kulvar açmayı bile düşünmüyorlar.

Demokrasi ve hukuk devleti konusunda solun da, liberal sağın da referansları küresel sermayenin talepleri ve söylemiyle uyumlu. Halkçı, müzakereci, bir demokratik perspektiften herkes kaçıyor. Zira takipçisi oldukları kapitalist, neoliberal köleci sistem eğitimin, demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin imtiyazlı bir sınıftan geniş halk kesimlerine yayılmasından Fransız ihtilalinden beri kaçıyor. Oysa ki bugünkü dijital imkanlarla hem yerelde, hem ulusal düzeyde halkın kaynak kullanma ve karar alma süreçlerine daha etkin bir biçimde katılımını gerçekleştirerek demokratik katılımı, halk demokrasisini inşa edecek imkânlar mevcuttur. Ama sol dahil, sendikalar, partiler dahil herkes sus pus, ekmeği kırmış şamandıra gibi emperyalizmin güvecine banmak için fırsat kolluyorlar.

Bütün kalkınma iktisadı tarihi gösterir ki, sermaye birikimi yetersiz bir Türkiye’nin kalkınması için bütün kaynaklarını optimum bir biçimde planlaması ve devlet desteği, öncülüğünde bir üretim devrimini başlatmasından başkaca yolu yoktur.

Türk iktisat tarihinin en başarılı sonuçlarının 1923-1938 döneminde bu modelde elde edilmesi bunun en bariz göstergesidir.

EGEMENLİK TÜRK MİLLETİNE AİTTİR

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları kurulunun görüşleri, Y-CHP’nin anayasa taslağıyla birebir örtüşmektedir. Yüksek Kurulun “yükseklik” sıfatıyla pek de mütenasip olmayan görüşlerine bakalım: “Türkiye Toplumu çok kimlikli bir toplumdur… Bizim toplumumuz farklı kimlik gruplarının bir bileşkesidir.”

“Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak, gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum âdeta maruf ve meşhur bir vakıadır.”

Zırva tevil götürmez, diye bir tabir vardır. Sosyal bilimler alanında doktora derecesine sahip insanların böylesine gelişigüzel doğaçlamasını sadece cehaletle izah edemeyiz. Kurulun bu görüşlerine bilim adamı titizliğine ve etiğine sahip iki araştırmacının araştırmalarıyla çürütelim:

Alman Araştırmacı Peter Alfrod Andrews’in, “Türkiye’de Etnik Dağılım” Raporu’na göre; Türk yüzde 86.21, Kürt 8.36, Çerkez 2.14, Arap 1.63, Zaza 0.53, Laz 0.02, diğer 1.02.

- AB Eurobarometer’nin Eylül 2005 anketinde de, ana dil yüzdeleri, Türkçe 93, diğerleri 7 olarak ölçülüyor.(1)

Bu iki araştırmayı teyit eden onlarca literatürü burada saymayacağım. Sorun bu ülke insanın bu anlayışlarla nasıl formatlandığı ve mankurta dönüştürüldüğü sorunudur. Bu karanlık zihniyeti aydınlatmalıyız.

“Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum âdeta maruf ve meşhur bir vakıadır.”

Türkiye’de oy verme davranışının Kürtler arasında bile “etnik ve kimlik temelli olarak temayüz etmediğini” bütün partilerde her etnisiteden aday ve temsilci olduğunu bilmiyorlar mı? Türkiye toplumu değil, Türk milleti vardır. Burada egemen bir millet vardır. Bu milletin içerisinde sosyolojik bir kategori olarak “toplumlar” vardır. Önce bu kavramları öğreniniz. Biz bu dili “halklara özgürlük” çağrılarından, “hendek siyasetinden” tanıyoruz. HDP’ye o zaman hangi gerekçeyle ne cevap vereceksiniz? Tam da sizin söylediğiniz şeyin “kimliğin” siyasetini yapıyorlar. Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti toplumlar bileşkesi değildir. Türk bu milletin ve 5 bin yıllık bir tarihin adıdır. Bu ülkenin içerisinde Müslüm gayrı Türk ve gayrı Müslüm yurttaşlar vardır onlar anayasal olarak Türk yurttaşıdırlar, tarihsel olarak Türk kültür havzasının mütemmim cüzleridirler. Etnik olarak kendileridirler, hukuki özne olarak Türk kabul edilirler.

Adı Türkiye Cumhuriyeti olan bir yerde kendi tarih ve kimliğine, egemenliğine sahip çıkmayan Türklerin Haymana’da olduğunu zanneden kütle insanları içerisinde bu sohbetler zaten yeterince hüzün vericidir. Üstelik onun milliyetçi partilerinin bu açıklamalar karşısında kola/fanta yerine karpuz önermesi trajedidir. Fantacılar biraz buruk bu arada!

Rahmetli Durmuş Hocaoğlu’nun zikrettiği gibi “… 410 yılında Gotlar Roma’ya girdiklerinde sokaklardan dereler gibi kan akıttılar. Ama, Hıristiyanlara dokunmadılar. Çünkü, Imperium Romana’nın çift başlı kartalı kendileri için bir değer ve anlam ifâde etmez bulan Hıristiyan Romalılar Gotlara, kendilerine dokunmadıkları sürece onlara karşı mukavemet etmeyeceklerini bildirmişlerdi.”(2)

Biz bu tipolojiyi “milli mücadelecilere eşkıya fetvası verip, Yunan ordusunun moral gecelerinde arz-ı endam edenlerden tanıyoruz. Ne kadar benzer bir halet-i ruhiye. Psikoanalitik kuram bilinçaltı birikiminin mağmanın yerkürede bulduğu çatlaktan fışkırması gibi zaman ve zemin bulduğunda bilinç düzeyine ve söyleme yansıyacağını bildirir, üstatlar ne kadar haklıymış.

İnsan Marco Polo’dan utanır, sizden bin yıl önce bu coğrafyaya Micro Turchia Hazar ötesine Macro Turchia diyor.

Sizleri temsil eden ortasında Ayyıldız, çevresinde 16 imparatorluğu temsil eden o Cumhurbaşkanlığı forsu 12 milyon km² yayılan 300 milyon insanın medar-ı iftihardır.

Bir yanda Sayın Cumhurbaşkanımızın “tek bayrak, tek devlet, tek millet” vurguları, diğer tarafta onunla iki ayrı galaksideymiş izlenimi veren bu açıklamalar, bunların hangisine itibar etmeliyim tereddüdüne sebep olarak milli bloktaki seçmeni tedirgin etmektedir. Millet Türk milletiyse, bayrak Türk bayrağıysa, devlet Türkiye Cumhuriyetiyse, burada Sayın Cumhurbaşkanının 15 Temmuz sonrasında izlediği siyasete karşı, Cumhur İttifakına karşı açık bir sabotaj vardır.

Bu ikazı yapmak durumundayız. Türkiye’nin muhafazakâr ve mütedeyyin seçmen kitlesi arasına sızmış “fetövari veya daha kapalı yöntemlerle çalışan, “pelikan, ördek! vb çeteler” dış mihraklarla ilişkili, anti Türk etnik siyasal bilince sahip bu mevzilerini İslamcılıkla örten nispeti az ama organize bir ekip Türkiye’nin “tek vatan, tek bayrak ve tek millet” olma iradesini aşındırmak ve siyaseten tökezletmek için öteden beri etkin bir gayret içerisindedirler. Türk milliyetçileri olarak biz bu yönelimi biliriz. “Kraliçe’ye ve Atlantik’e iltisaklı Müselmanlara” dikkat gerekir. Mirza Elekber Sabir bu Müselmanlar’dan çok çekinirdi ve “harda görsem gorhıramgardaş” derdi.

ERDOĞAN’IN ARKASINDAN ATEŞ EDENLER

AKP’nin 15 Temmuz sonrasında MHP ve Vatan Partisi ile kurmuş olduğu pozitif diyalog ve istişare sürecini hazmedemeyip, “parti MHP’leşti, Perinçek yönetiyor” gibi bozguncu ve fitneci mihrakların içeride bulunan ve deşifre olmayan kesimleri AKP iradesini kullanarak milli, ulusalcı hedeflere, kişi ve kurumlara dindarların ve Sayın Erdoğan’ın arkasından ateş açmaktadır. Bu diyalog sayesinde Çin, Rusya ilişkileri, Karadeniz jeopolitiği, mavi vatan perspektifi devlet iradesine yansımış, MHP sayesinde de asli kurucu unsurla Türklük hassasiyeti ve devlet sadakatle bağlı, devlet sınıflarıyla ve bürokrasisiyle güç tazelenmiştir. Bu köprü sabote edilmek istenmektedir.

YARIN DEVAM EDECEK.

Dipnotlar:

(1) Sadi Somuncuoğlu, Türkiyede anadil ve aidiyet duygusu, Yeniçağ.
(2) “2023 Senesinde Türkiye Mevcut Olmayabilir” [Mülâkat, 2023- , ISSN 1303-0434., Sayı: 101., 15 Eylül 2009
Son Dakika Haberleri