06 Ocak 2025 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Emete Gözügüzelli: ‘Terörün olduğu yerde savaşın ahlâkı da yok’

‘Savaşın ahlâki boyutları, onun yalnızca fiziksel bir yıkıma neden olmadığı, aynı zamanda derin ahlâki ve etik açmazlar da yaratması üzerinedir. Savaşın etik boyutları, savaşın haklılığı ve savaş sırasında uygulanan yöntemler açısından değerlendirilmelidir’

‘Terörün olduğu yerde savaşın ahlâkı da yok’
A+ A-
HANİFE YALÇIN

İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri operasyonları; sivil kayıplar ve altyapının yok edilmesi gibi sonuçlar doğurarak ciddi ahlâki sorunlar yaratmaktadır. Bu durum, savaşın sadece askeri değil, aynı zamanda insani boyutlarını da dikkate almayı gerektirir.

İsrail’in Filistin’e yaptığı insanlık dışı uygulamaları ve soykırım, savaş etiğinin yanı sıra uluslararası hukuk sistemini de çöpe atmaktadır. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi öğretim üyesi Doç Dr. Emete Gözügüzelli ile savaşın hukuki gelişimi bağlamında İsrail’in eylemlerini konuştuk.

Emete Gözügüzelli: ‘Terörün olduğu yerde savaşın ahlâkı da yok’ - Resim : 1

- Terör örgütleri ve arkasındaki Batılı devletler masum insanları öldürüyor. Sıcak gelişmelerin yaşandığı ortamda savaş ahlâkı nasıl olmalı?

Terör örgütleri, doğası gereği uluslararası arenada en başta uluslararası hukukun en temel ilkesi olan ‘insanı koruma’ etik ve anlayışına karşı bir oluşumdur. Bunun için terör örgütleri diyoruz. Dolayısıyla terörün olduğu yerde savaşın onlar için ahlâkı yoktur. Teröristin doğasında savaşın ahlâkiliğine yönelik bir temel ilke ve varsayım yoktur.

Terörün en önemli hedefi sivillerin katledilmesi, yaralı ve hastaların hedef alınması, öldürülmesi... Teslim olan esirlerin öldürülmesi... Özellikle savaşın parçası olmayan sivil insanların fiziksel ve ahlâki bütünlüklerinin yok edilmesi... Her koşulda sınırsız ve ahlâksız bir savaş yöntemiyle kendi doğası içerisinde bulunulmasından ötürü terörizmde savaşın ahlâkı yoktur.

Bir kere savaşların uluslararası hukuktaki en temel yeri ve doğası, savaşın ahlâkiliği olduğu yönündeki tezdir. Bunun için uluslararası insancıl hukuk oluşturulmuştur. İlk adım 1859 yılında, Cenevre Kongresi öncesinde, Solferino Savaşı’nda kendisini göstermiştir.

Ardından Cenevre toplantısındaki sonuçlarıyla yaralılara nasıl davranılacağının kodları oluşturulmuştur. 1864 Cenevre Konvansiyonu sonrasında, 1906-1929 arasında hastaların korunması, yaralıların korunması, hapishanedeki esirlerin korunması için kodlar oluşturulmuştur.

Nihai olarak 1949 Cenevre Sözleşmeleriyle sivillerin korunmasından, yaralıların ve özellikle esirlere yönelik muamelelere kadar savaşın çok yönlü kodları, ahlakiliği oluşturulmuştur. Bu kodlar çerçevesinde insanlık, Cenevre Sözleşmelerini savaşın etik kuralları açısından olmazsa olmaz olarak tanımlamıştır. Bu kodlar oluşturulurken ortaya konulan “ayrım gözetmeme ilkesi” son derece önemlidir. Çünkü savaşın tarafları ve sivillerin korunması hedeftir.

Emete Gözügüzelli: ‘Terörün olduğu yerde savaşın ahlâkı da yok’ - Resim : 2

TERÖRİZMİN HEDEFİ KAOS YARATMAKTIR

Terörizmde esas hedef, siviller üzerinden terör eylemleri gerçekleştirerek toplumda veya ülkede, kaos, korku, kaygı inşa etmektir. Bu nedenle savaşın ahlakı nasıl olmalı sorusuna yanıt olarak, 1949 Cenevre Sözleşmesi ve sonrasındaki savaş hukuku ile ilgili insancıl hukuk normları oluşturulmuştur.

1949 yılından önce 1. ve 2. Dünya Savaşlarına baktığımızda çok büyük ve acı ölümler gerçekleşmiş, siviller hayatını kaybetmiş, atom bombası insanlık üzerinde uygulanmıştır. Bu kadar acı ve felaket sonrasında insanlar savaşın ahlakı ve hukuku üzerine 1949 Cenevre Sözleşmelerini toplu bir şekilde hayata geçirirken temel gaye, uluslararası barış ve güvenliğin korunması üzerine idi. Ahlâk bunun için şarttı.

Günümüzde savaş ahlâkının, Filistin-İsrail meselesi temelinde bakıldığında, açlıkla sınanan ülkelere bakıldığında, savaşın kendi içerisindeki dinamiklerine bakıldığında, bir uluslararası bir de uluslararası olmayan yönünün olduğunu görüyoruz. Hükûmet ya da devletler, iç grupların veya dışardaki terör örgütlerinin, sınırlarının ihlalini ortaya koyacak şekilde saldırılarına maruz kalıyor. Farklı eylemler karşısında kendisini gösterebiliyor.

İSRAİL’E KARŞI BÖLGE ÜLKELERİNİN BİRLİĞİ

- İsrail'in Filistinlilere uyguladığı vahşet var. Halka ve sivillere dönük. İsrail Devleti ‘vadedilmiş topraklar’ adı altında siyonizmi uyguluyor. Filistin’le beraber bölge ülkeleri nasıl savaşmalı?

İsrail’in Filistin’e karşı büyük vahşetle ortaya koyduğu eylem, uluslararası sistemin de tartışılabilir bir statüye dönüştüğünü bize göstermiştir. İsrail’in özellikle ‘vadedilmiş topraklar’ adı altında siyonizm hedefi için bugün Suriye’nin Golan Tepeleri üzerindeki askeri sığınak ve saldrılarını artırdığını görüyoruz.

Filistin üzerinde sivil halka yönelik saldırılarının devam ettiğini görüyoruz. İsrail karşısında Filistin halkına verilecek daha güçlü bir desteğin nasıl olması gerektiğine baktığımızda, esasen bu bölgeyi yeniden inşa edecek hamlelerin devreye sokulması önemlidir.

Çünkü bu coğrafyada mezhepçilik, din ayrıştırıcılığı üzerinden bölen bir emperyal sistemin kuyusundadır. Bu bölgeye baktığımızda çözümün anahtarı Türkiye’nin ellerindedir. Halk birliği, ülke birliği, toprak birliği daha güçlü bir blok oluşturabileceğini bize göstermektedir. Ülkelerin toprak bütünlüğünün önemini bize göstermektedir.

Bu bölgede amaç bozgunculuk ve işgal olmamalıdır. Savaşı yapan İsrail’e karşı güçlü bir yaptırım aracı güçlü iç dinamikte devlet otoritesi ve devletlerin kendi içerisinde güçlü savunma mekanizmalarıyla bölücülüğün karşısında olmaktan geçer.

Bölgede Türkiye’nin güvenliği için KKTC’nin statüsünün yükseltilmesi, Türk devletleri teşkilatında yerini alması. Lübnan’la kurulan ilişkilere baktığımızda bu bölgede ve coğrafyada İsrail, Güney Kıbrıs, Amerika, Yunanistan gibi aktörlerin daha önceden Akdeniz’de tasarladıkları yayılmacı politikaları karşısında bir Türk ekseni ve Türk hilali olduğunu bize göstermektedir.

Bu güvenlik ekseninin oluşturulmasında Türkiye’nin özellikle Mavi Vatan doktrini gibi olmazsa olmaz prensiplerinin de bu zeminde teminat altına alınacak şekilde korunma yönünde hareket edildiği görülüyor.

Suriye ile son deniz yetki alanları anlaşmasının dile getirilmesi bu güvenlik mekanizmasının Akdeniz’de kurulmasının farklı bir yönü ve parçasıdır. Buradaki denklem içerisinde Türkiye’ye düşmanlık eden ülkelere karşı Rusya ve İran’la ortak mücadele girişimi göstermiştir. Bu gücü sahada hissettirmiştir. Bu nedenle bundan sonraki süreçte Rusya ve İran’la yeni bir Astana süreci, ortak toprak bütünlüğünün korunacağı bir anlayış ve politikanın inşa edilmesini sağlayacak farklı adımların atılmasına, önümüzdeki süreçte etki edebilir.

YENİ YÜZYILDA TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE HEDEFİ

- Savaşları haklı ve ya haksız diye nasıl adlandırırız?

Bir savaş, devletin ülke ve toprak bütünlüğüne, insanların güvenliğine, canına, malına bölgesel barışa yönelikse burada devleti haklı duruma düşüren meşru müdafa hakkı doğar. Bu da olası savaşlarda haklılığın nasıl tesis edileceğini gösterir.

Fakat İsrail örneğinde meşru müdafaa adı altında yapılan uluslararası hukuka aykırı eylemlerin, sistemdeki ahlakiliği ve temel normları nasıl dezerformasyona uğratarak zarar verdiğini ve çöktüğünü göstermektedir. Dolayısıyla emperyalizme karşı bir savaş haklıdır.

Kendi ülkemiz toprak bütünlüğünü, milli birlik ruhunu korumada haklı durumdadır. Savaşlar her zaman silahla olmaz. Psikolojik savaş yöntemleri ile de icra edilebilir. Artık günümüzün savaş teknik ve stratejileri yeni teknolojilerle farklı zemine taşınmıştır. Siber savaşlar bunların ayrı bir boyutudur. Savaş kodlarının da 100 yıl içerisinde değiştiğini göstermiştir. Siber savaşlarda, yapay zeka ile yapılan savaşlarda, suikast girişimlerinde savaşın haklı ya da haksız olduğu kendi içerisinde durumlarla değişir.

Her koşulda ve ahvalde emperyalizmle savaş, her Türk’ün asli vazifesidir. Özellikle, Atatürk’ün Nutuk’unu okuyan her Türk gencinin kendi içinde benimsemesi gereken bir duruşu olmalıdır. Çünkü milli birlik ve beraberliğin tesisi, başka ulusların kültür emperyalizmine veya başka ulusların çıkarlarına biat etmek değil, bilakis milli benliği koruyarak tam bağımsız bir Türkiye’nin her anlamda güçlenmesine destek verecek şekilde geliştirilmesi ile söz konusu olabilir.

Bugün Türkiye’nin savunma sanayisinde, kendi çıkarlarını korumak için, maruz kaldığı ambargolar karşısında Türk mühendisleri, çığır açan bir noktada yeni bir Türkiye inşasında çok önemli bir rol oynamışlardır. Başta SİHA ve İHA’larla bugün Kızıl Elma ile öncülük eden mühendislerin milletine, devletine hizmet etmek adına savaşların döngüsünün değiştirilebileceğini göstermiştir. Tam bağımsız Türkiye asli görevdir.

Türkiye binlerce yıllık bir medeniyet, insanlık davasında dersler veren ve uluslararası hukuk kodlarının gelişmesine katkılar koyan, savaşın ahlakını anlamlandıran önemli bir ülkedir. Yeni yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti güçlü bir şekilde tam bağımsız olma yönünde emin adımlarla milli mücadelesini yürütmektedir.

İsrail Filistin Terör Suriye Türkiye