Toplumda şiddet medya eliyle normalleştiriliyor
Cumhuriyet Kadınları Derneği'nin düzenlediği panelde, medyanın kadına yönelik şiddetle mücadeledeki rolü masaya yatırıldı. Uzmanlar, şiddeti tetikleyen içeriklerin topluma etkilerini tartıştı.
Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) İstanbul Şubeleri, Tuzla Sahil Sahnesi’nde düzenlenen “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Medyanın Sorumluluğu” başlıklı panelde bir araya geldi. Panelde medyanın, kadına yönelik şiddeti önlemede üstlenmesi gereken sorumluluklar ayrıntılı bir şekilde ele alındı. Paneli Avukat Elif Eskin yönetti, oyuncu Gülsen Tuncer, oyuncu Sevtap Çapan, Sinema Eleştirmeni Tunca Arslan, Aydınlık Gazetesi Yazıişleri Müdürü Özlem Konur Usta, Klinik Psikolog Ezgi Burcu Arslantaş, Avukat Elif Sedef Çelik Babacan konuşmacı olarak yer aldı. Program, bir dakikalık saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı. CKD Tuzla İlçe Başkanı Cevher Kılıç’ın açış konuşmasını yaptığı etkinlikte, kadının toplumsal ve medyadaki konumu masaya yatırıldı.
CKD Tuzla İlçe Başkanı Cevher Kılıç konuşmasında, “‘Medyada sahte kadın, sahte aile, sahte yaşam istemiyoruz.” demek için buradayız. Cumhuriyet, kadınları eşit yurttaş haline getirdi. O günden beri de kadın bilimden sanata her alanda üretimin içinde ve olmaya devam edecek.” ifadelerini kullandı.
‘ŞİDDET EŞİTSİZLİKTEN BESLENİYOR’
Panel moderatörü Avukat Elif Eskin, konuşmasında şiddetin politik ve ekonomik kökenine dikkat çekti: “CKD, cumhuriyet devrimleriyle kazanmış olduğumuz bağımsızlığın, aydınlığın savunulması ve geliştirilmesi için çalışır. Kadına yönelik şiddet yıllar önceye, oradaki eşitsizliğe dayanıyor. Biz de kısır çekişmeler arasında kalmıyor, bunların arkasındaki politik ve ekonomik koşulları görüyoruz. Reyting uğruna gençlere, kadınlara, aileye saldırı artıyor. Emperyalizmin ve Siyonizm’in saldırısı altında olan Filistinli hemcinslerime selam gönderiyorum. Bugün de bu işin medya ayağını farklı boyutlarla ele alarak kadına şiddetin önlenmesinde medyanın sorumluluğunu ortaya koyacağız.
“Gerek devlet kademelerinde gerek toplumda bu konuda farkındalığın arttığını görüyoruz. Yalnızca şu anda yeterli çözüm yok fakat o da en kısa zamanda bulunacaktır. Burada medyaya düşen de kadınların önüne o gündüz kuşağı programları yerine nitelikli yapımlar koymaktır. Örgütlülüğün önemini tekrar hatırlatıyoruz, kendi gücümüzü yadsımayalım. Sizleri de doğru kadın örgütlerinde, Cumhuriyet Kadınları Derneği’nde örgütlenmeye davet ediyorum.”
‘KADIN, ERKEK BİRLİKTE HER ŞEYİZ’
Oyuncu Gülsen Tuncer, ilgiyle izlenen konuşmasında şu vurguları yaptı: “Biz kadın ve erkeklerin toplumda hak sahibi olarak eşit olmalarından yanayız. Bu konuda sağlıklı bilgi edinmemiz ve sorunu doğru tespit etmemiz lazım. Kadının kadına yönelik şiddetini de maalesef ki her alanda görüyoruz. Şiddette hem kadınları hem erkekleri harekete geçiren bir mekanizma olduğunu görmek gerek. Örneğin yemek programları, herkes birbirine hakaret ediyor. Toplumdaki şiddet güdüsü bu gibi programlarla ajite ediliyor. Bizler de bu sektörün insanları olarak bu zehirli atmosferi solumak zorunda kalıyoruz. Hem sektörü hem de izleyicileri bu atmosferden kurtarmanın yolunu, çözümünü bulmamız lazım.
“Yıllar önce Sümer tabletlerinde eşit iş eşit yurttaş ibaresi geçer, bu o zamanlardan beri bir sorun. İşin özü kadın erkek ortaklığıdır. Tek başımıza hiçbir şey değil, hep birlikte her şeyiz.”
‘JOHN, CAN OLDU’
Oyuncu Sevtap Çapan, medyada çoğu yapımın yabancı menşeili olduğuna dikkat çekti: “Sanat hayatımda 30. yılıma girdim, o günden bu yana hem sanatta hem toplumda pek çok şeyin değişimine şahit oldum. Fakat bu yemek programları, başkaca yarışma programlarının kaynağı hep yabancı menşeili. Bizim toplumumuzdan çıkma ve yayınlanma durumu yok, televizyon dizileri de dahil olmak üzere. Eski Yeşilçam filmlerinde de tüm senaryolar yabancı filmlerden uyarlandı, John, Can oldu. Tiyatrolarımızda da aynı durum. Milli olan hiçbir şey kalmadı. Türk milleti sanatta, özüyle yükselmek isterse yükselir. Kadın erkek birbiri ile var oluyor, her iki cinsiyet de üretmek için gelişmek için birbirine ihtiyaç duyuyor.”
‘KATI KURALLARLA DÜZENLENMELİ’
Sinema Eleştirmeni Tunca Arslan konuşmasında kurallara olan ihtiyacı vurguladı: “Dönem değiştikçe kadına şiddet şekli, algısı da değişti. Şiddetin yüceliğinden bahsederken barışın kadınsı olduğunu düşünüyor. Bugün de şiddet denilince akla ilk erkek geliyor. Erkek egemen kültürün yansıması esasen erkeklerin kadına yönelik şiddeti ve onun filmlerde, dizilerde nasıl ele alındığından bahsediyoruz. Hatta bugün şiddet, o yapımı daha çekici hale getirmek için kullanılıyor. Sinemada uzun süredir şiddeti şiddet göstermeden tartışabilir miyiz konusu gündemde. Lütfü Akad’ın Vurun Kahpeye filminde bir linç sahnesi vardır. Oradaki çelişkiyi, ileri ve geriyi, öleni ve doğmuş olanı anlatmak mümkün mü? Kadına yönelik şiddetin medyada önlenmesinin tek yolunun, katı kurallarla düzenlenmesi gerektiğine inanıyorum. Bugün ana haber kanallarında sürekli farklı şiddet biçimlerine tanık oluyoruz. Çin’de birkaç yıl kaldım. İki şiddet olayına tanık oldum, ikisi de kadın tarafından erkeğe uygulan şiddetti. Bu da aslında yıllarca feodal bağlardan gelmiş bir toplumda kadının da değişimine işaret ediyor. Çin yepyeni bir kültür yarattı.”
‘NARİN’İ KURBAN EDEN SİSTEM DEĞİŞMELİ’
Aydınlık Gazetesi Yazıişleri Müdürü Özlem Konur Usta, medya eliyle yaşadığımız yabancılaşmaya dikkat çekti: “Medya toplumu şekillendiriyor. Gündüz kuşağı programlarından başlayarak haber bültenlerine kadar katiller, tecavüzcüler, hırsızlar, dolandırıcılar vitrine çıkıyor. Topluma sen busun deniliyor. Bizi Batı’dan fonlanan LGBT örgütleri eliyle önce kendi vücudumuza, sonra yanı başımızdaki komşumuza ve toplumumuza kültürümüze yabancılaştırıyorlar. Ekranlardan pompalanan rüzgâr bizi ‘otobüse bindiğimde yanıma oturan adamdan bana bir zarar gelir mi?’ diye düşündürüyor. Maalesef sokaklarda 8 Martlarda 25 Kasımlarda kadın hakları değil devlet düşmanlığı yapılıyor. Devlet düşmanlığı ile vatanından köklerinden koparak kadına yönelik şiddeti çözebilir miyiz? Diyarbakır’da Narinimizi kaybettik. Bütün basın köye doluştu, köyü didik didik ettiler. Sabahtan akşama kadar ekranda mahkemeler kuruldu. Katiller sürekli değişti ama sistemi sorgulayan olmadı. Devleti de suçladılar. Narin’in katili bulunacak ve cezasını alacak, ya diğer Narinler ne olacak? Devletimiz olmadan asker, polis kötü diyerek Narinlerimizi koruyabilir miyiz? Emperyalizm karşısında güçlü milletler istemiyor ve bizi yabancılaşma ile ayrıştırıyor, ulus devletlere düşman ediyor. Kadın sorunun çözümü de örgütlenmekten geçiyor. Dikensiz gül bahçesinde yaşamıyoruz. Dikenler var, sorunlar var ama o sorunları çözecek örgütler de var. Vatan Partisi iktidar hedefiyle bu çözümü gösteriyor, Cumhuriyet Kadınları Derneği kadın sorununda devletle el ele çözüm üretiyor. Örgütlenerek kadını erkeği el ele vererek sorunların üstesinden geliriz.”
‘MEDYA DUYARSIZLAŞTIRIYOR’
Klinik Psikolog Ezgi Burcu Arslantaş, medya eliyle üretilen sahte kimliklere dikkat çekti: “Sosyal ve ana akım medya devamlı olarak sahte kimlikler yaratıyor. Özellikle yerli dizilerde ekonomik özgürlüğe sahip olmayan, evde vakit geçirilmesi önerilen ve hatta ekonomik zorluk yaşandığından eşinden şiddet gören bir kadın profili idealize ediliyor. Çocuğun eğitimi ailede başlıyor fakat artık çocuklar anne ve babalarından önce medya yoluyla öğreniyor. Bu yönüyle de medyanın geleceğimize dair de bir sorumluluk alanı olduğunu görüyoruz. Çocuklar birebir şiddete maruz kalmasa bile ekranda gördüklerini kopyalıyorlar. Medyada, televizyonda gördüğümüz şeyler aslında bizi duyarsızlaştırıyor. İnsan bunlara ne kadar sıklıkla maruz kalırsa onu gerçeklikle karıştırma oranı artıyor. Gündüz kuşağı programlarında ise kötü dünya bilinci hâkim gelmeye başlıyor. İzleyici devamlı olarak şiddetin biçimlerine maruz kalıyor. Bazı dizilerde ise şiddet belli durumlarda kabul edilebilir hale getirilmeye çalışılıyor. Medya ikircikli bir durum yaratıyor. Örneğin bir mafya; çok yardımsever, iyi bir insan fakat işi gereği insanları öldürüyor. Fakat onun yardımsever olması uyguladığı şiddetin üzerini kapatabilir veya kabul edilebilir olarak gösteriliyor.”
‘6284 KONUSUNDA YANLIŞ ALGI VAR’
Avukat Elif Sedef Çelik Babacan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun içeriğini ve kapsamını anlattı:
“Kanun aynı haneyi paylaşsa da paylaşmasa da her türlü fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddeti de ev içi şiddeti kapsamına alan bir kanundur. Tedbirler, önleyici ve koruyucu olarak ikiye ayrılır. Bilhassa koruyucu tedbirler yargılama konusu olan alanlarda, aktif ve hızlı şekilde şiddet görenin korumasını hedeflemekte ve doğrudan amaca hizmet etmektedir. Önleyici tedbirler ise hem kaymakam, vali yani mülki amirler tarafından hem de kolluk kuvvetleri tarafından verilebilen tedbirlerdir. Burada barınmanın sağlanması, geçici maddi yardım bunun yanısıra mesleki, hukuki ve sosyal danışmanlık hizmeti imkânı sağlanmaktadır. Hatta gerekli şartların sağlanması halinde kreş hizmeti de verilmektedir. Şiddet gördüğü için evini terk etmek isteyen ancak hayatını idame ettirmek için çalışması gereken ve çocuğuyla beraber bu işi yapacağı için önünde bir engelle karşılaşan mağdurların böyle bir imkânı mevcuttur. Ciddi anlamda kapsamlı bir düzenleme. Yine daha uç örnekler için kişinin iş yerinin, adresin değiştirilmesi mümkündür. Bu kanunlar var fakat uygulanmasında hem bizim haklarımızı bilmememiz hem de özellikle küçük yerlerde tüm davalara aynı hakimlerin girmesinden kaynaklı belki de hiç bu kanunları görmemiş, bu haklardan haberdar olmaması uygulamayı zorlaştırıyor.
“Sosyal medyada kanunlar uygulanmıyor ya da hakimler belli bir bakış açısıyla karar veriyor gibi söylemler var. Bizim kanunlarımız uygulanıyor. Hem ceza kanunumuz hem 6284 sayılı kanunumuz titizle hazırlanmış ve oldukça da yeterli kanunlar. Elbette hukuk sisteminde İnfaz Kanunu başta olmak üzere çeşitli aksaklıklar var. Sürekli olarak değiştirilen, içeriğini hukukçuların bile takip edemediği kanunumuz aslında kadın yönelik şiddete mücadeleye zarar veriyor. Bilhassa 6284 sayılı kanunun erkeğe şiddet uygulandığı ve aile yapısını bozduğuna dair yanlış bilgiler var.”