‘Toplumsal cinsiyet’in hedefi çocuklarımız
Toplumsal cinsiyet kavramını ortaya atanlara göre; erkeklik ve kadınlık tanımlarımız doğuştan gelmez, aile tarafından çocuğa dayatılır. Asıl hedef geleceği şekillendirmenin en temel kaynağı olan çocuklarımızdır
Toplumsal cinsiyet kavramını ilk kullanan kişi İngiliz toplumbilimci Ann Oakley. Oakley, Batı’da 1970’li yıllardan bu yana feminist mücadelenin içinde yer alıyor. Cinsiyet kavramı ile kadın ve erkeğin biyolojik farklılığına, “toplumsal cinsiyet” ile doğrudan doğruya toplumsal açıdan eşitsiz bir ayrıma dikkat çekiyor. Kavramı teorileştiren ise Amerikalı siyaset felsefecisi, feminist yazar Judith Butler. Butler 1990’da yayımlanan “Cinsiyet Belası” kitabında, standartlara ve cinsiyetin kurallara dayanan eylemlerin tekrarı sonucu doğallaştırıldığını ve doğamızın bir parçası olmaktan ziyade oynadığımız bir rol olduğunu, erkeklik ve kadınlık tanımlarımızın doğuştan gelmediğini ve bir kurgu olduğunu savunuyor. Bebeklerin biyolojik cinsiyetlerinin aile tarafından belirlendiğini, yine aile tarafından çocuğa cinsel kimlik ve cinsiyet hakkında fikirlerin dayatıldığını iddia ediyor. Butler, aynı zamanda Amerikan siyasetinde de etkin bir isim. 11 Eylül sonrası ABD’nin yeni uluslararası normlar, kurallar ve kuramlara kafa yorması gerektiğini savunuyor. Toplumsal cinsiyetin alanının genişlemesi fikrinin çıkış noktasının 11 Eylül olaylarının olduğunu belirtiyor. Butler’a göre ortaya atılan yeni kimlik; sınıf, etnik köken, ırk gibi diğer kimlikleri yok saydığında, baskı altına alınan bu kimlikler feminizmden (yani bir bakıma Amerikan planlarından) kopuk olarak yol almaya çalışır. Süreç içerisinde de toplumsal cinsiyet ABD tarafından ırk, sınıf, etnik köken, cinsel ve bölgesel kimliklerin kesişiminde kurgulanıyor. Bunun sonucu olarak da cinsiyetsizleştirme projesi bölücülükle birleştirilmiş oluyor. Bu projenin ülkemizdeki savunucularının HDP/PKK, LGBT ve FETÖ olmasının ve bu grupların eylem birlikteliğinin altında yatan gerçek de budur.
DOĞAL CİNSİYET YOK! ATANMIŞ CİNSİYET VAR!
Bugün Batı yazınında doğal cinsiyet kalmadı. Atanmış cinsiyet (sex) var. Atanmış cinsiyet; doğum sırasında ya da rahim içi dönemde, dış genital özellikler üzerinden inşa edilen, varsayımlarla kişilere atanan ve henüz bebekken üzerimize yapıştırılan cinsiyet etiketi olarak tanımlanıyor. İki cinsiyetin (kız-oğlan, kadın-erkek) kişinin iradesi ve beyanı dışında, bilimin hatta devletin ön kabullerinin işbirliği ile atanmış olduğu fikrinden dolayı cinsiyetlerimiz “atanmış “ olarak adlandırılıyor.
Toplumsal cinsiyet ise; İngilizcedeki “gender” kelimesinin Türkçe karşılığıdır ve kadın-erkek cinsiyetinin dışında her cinsiyeti, cinsiyet kimliğini ve cinsel yönelimi içeren bir kuramdır. Kişinin biyolojik cinsiyetine bağlı olarak toplumsal rollerini, cinsiyet rolünü veya kişinin cinsiyet kimliğine bağlı olarak da kendi cinsiyetini tanımlamasını ifade eder. Toplumsal cinsiyetin savunucularına göre hangi cinsiyetle doğarsanız doğun cinsel tercihiniz karşı cins veya bir insan olmak zorunda değil. Cinsellik herkesle, her şeyle yaşanabilir. Sınırsız özgürlükler barındıran tamamen hazza odaklı bir yaşam şekli. Bireye çocukluktan itibaren cinsel kimliğini ve cinsel yönelimini tercih etme özgürlüğü sunar.
Batı kaynaklarından yapılan çevirilerde toplumsal cinsiyetin (gender), cinsiyet olarak tanımlanması, içeriği anlamında yanılgıya düşülmesine neden oluyor. Bazen iyi niyetle yapılan okumalar, bazen bilinçli yapılan yanıltmalar sonucu öteden beri bildiğimiz cinsiyet rolleri ile karıştırılıyor. Bilinçli yanıltmanın özellikle yoğun olduğunu görüyoruz. Bunun nedeninin, ideolojiyi meşrulaştırmanın zor olduğu ülkelerde yumuşak geçiş yapmayı hedeflemelerinin olduğunu söyleyebiliriz. Biz cinsiyet rollerini, toplumun tarihi ve kültürel özellikleri bağlamında cinsiyetlerle ilişkilendirilen özellikler, tutumlar, davranışlar, roller, sorumluluklar bütünü olarak görürüz. Örneğin, kadınların evde erkeklerin dışarıda çalışması, kız çocuklarına pembe, erkek çocuklarına mavi renk tercih edilmesi gibi. Cinsiyete göre kalıplaşmış bu davranışlar kültürel kodlardır. Bireye; aile, okul, medya gibi çok çeşitli alanlarda, sosyalleşme sürecinde öğretilir ve kişilerden toplumla ilişkilerinde bu rollere uygun davranmaları beklenir.
Ülkemizde cinsiyet rollerinde eşitsizlikler vardır. Cinsiyet rolleri, geçmişten günümüze gelmiş feodal kültürün ve kapitalist sistemin tüketime odaklı olarak insanımızda yarattığı tahribatın izlerini taşır. Bu yanlış kodlar, genellikle kadının üretim hayatının dışına itilmesiyle başlar. Ancak bu sorun, kadının üretime dahil edilmesiyle, ailenin güçlendirilmesiyle, kız çocuklarımızın eğitim olanaklarından yararlanmalarının önündeki engellerin giderilmesiyle büyük oranda ortadan kaldırılabilir. Oysa Batı, cinsiyet rollerinin tanımını ayrıca yapar. Batı’nın tanımladığı cinsiyet rolü de yine bizim tanımladığımız rollerin dışındadır. Toplumsal cinsiyet özünde cinsiyeti yok saydığı için cinsiyet rolleriyle kastettiği anlam da bu değildir. Toplumsal cinsiyet sonradan tercih edilebilecek cinsel tercihinin, cinsiyet sayesinde kalıplaştığını, savunur. Bugün Batı’da ders olarak okutulan toplumsal cinsiyet kitaplarında kadın ve erkek cinsiyetinin birer cinsiyet rolü olduğunu görürüz. Londra üniversitelerinde felsefe ve toplumsal cinsiyet derslerine giren Prof. Tina Chanter “Toplumsal Cinsiyet” kitabında rollerimizi, “İnsanlar toplumun, cinsiyet rollerini belirleyen üreme organlarıyla doğar. Toplumsal cinsiyet ise bireyin içinde önceden var olan bir öz değildir. Her zaman bedensel kültürle harmanlanmış ve tarihsel olarak inşa edilmiş bir yapı.” olarak tanımlıyor.
Batı, bebeğe kız denildiği için ileride kendisini kadın olarak tanımlar fikrini savunur ve bunu kalıplaşmış cinsiyet rolleri olarak görür. Cinsiyet rollerini, kadın erkek eşitliği için değil, cinsel yönelimin önünde engel görmektedirler. Toplumsal cinsiyet doğuştan kız veya erkek olarak görülmemizden rahatsızdır, bunu bir dayatma olarak görür ve bu anlayışı değiştirmek için vardır. Toplumsal cinsiyet; iki sabit cinsiyetin ötesinde, her cinsiyeti, cinsiyet kimliğini ve cinsel yönelimi içeren bir kavramsallaştırmadır ve cinsiyetsizleştirmenin teorisidir.
TOPLUMSAL CİNSİYETİN BÖLÜCÜLÜĞÜ
Toplumsal cinsiyetin yok etmeye çalıştığı sadece cinsiyetlerimiz değildir. Irk, sınıf, etnik köken, cinsel kimliklerin kesişim noktasında kurgulanmıştır. “Toplumsal cinsiyet, toplumun yapı taşlarını, pratiklerini yönetmeyi hedefler. İnsanı yaşadığı topluma, tarihine, köklerine yabancılaştırmak ve emperyalist-kapitalist sistemin 'yeni' insanının inşa sürecidir. Amerikalı tarihçi Merry E. Whesner-Hanks “Tarihte Toplumsal Cinsiyet” kitabında “İnsanların toplumsal cinsiyet anlayışları, onların yalnızca kadınlara ve erkeklere dair düşünce tarzlarını etkilemekle kalmamış, genelde toplum hakkındaki düşünce tarzlarını da şekillendirmiştir.” tespitinde bulunur.
Toplumsal cinsiyetin amacının insana dair bütün değerlerin de etkilediğinin itirafını yapmış olur. Kişinin cinsiyetini dünyaya nasıl sunduğu, dünyanın toplumsal cinsiyetleriyle nasıl etkileşime girdiği ve onu nasıl şekillendirdiğini belirleyen süreçtir. Devletin ve hakim güçlerin, kişileri kendi ideolojileri sonucu etkilemesi nedeniyle cinsiyetin kadın ve erkek olarak kodlandığını savunur. Ulus devlet, toplumsal cinsiyet ideolojisinin önünde engeldir. Kadınların ve gençlerin ulus devlet yapısını korumak için yürüttüğü mücadeleden rahatsızdır. Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi ulus devletler aileyi bir kurum olarak görür. İkincisi milliyetçilik, ulus devletin temel direğidir. Aile kurumu ve milliyetçilik, toplumsal cinsiyetin yaşamasına olanak tanımaz. Bu nedenle toplumsal cinsiyet savunuculuğu sadece cinsiyetsizleştirme projesi değil, aynı zamanda aile ve devlet düşmanlığının ideolojisidir.
BİLİM DÜŞMANLIĞINDAN BESLENİR
Amerikalı tarihçi Sonya O. Rose, “Toplumsal Cinsiyet Tarihçiliği Nedir?” adlı kitabında toplumsal cinsiyet tarihçilerinin, Fransız postmodernizminden güç aldıklarını aktarır. Toplumsal cinsiyet, bilimi kendisinin karşısında ideolojik bir yaptırım olarak tanımlar. Bilimi, “papazlarının yerine geçen, laik kültürlerin temel özelliği” (Richard Rorty) olarak görür ve bilimin bütün öğretilerini reddeder. Bilimi reddeden her fikir gibi toplumsal cinsiyet de aydınlanma karşıtıdır. Bu yönüyle de toplumsal cinsiyet uydurma, akıl dışı, hurafelere dayanan, gerici bir safsatadır. Savunucularına göre iki cinsiyetten bahsetmek ideolojik bir baskıdır. Toplumsal cinsiyet derslerinde bu gerçekliği örtenin bilim olduğu, kadın ve erkek cinsiyetinden bahsetmenin ideolojik oluşumlarla ortaya çıktığı, bilim sayesinde yaygınlaştığı ve doğallaştırıldığı anlatılır. Batı’nın uzmanlarına göre, toplumsal cinsiyet bilime meydan okur. Bilimsel yöntemlerin mevcut sistemi ayakta tutmak için erkek egemen iktidar savaşlarının bir sonucu olduğunu iddia ederler. Onlara göre kadınlığın ve erkekliğin saf bilimsel bir tanımı yoktur. Kadınlık ve erkeklik kavramlarını kabul etmek, geleneksel otoritenin güçlenmesine katkı sağlar. Cinsiyet onlara göre geleneksel ve kültürel ön yargıları yansıtır. Bilimi reddedenler, hormonal bozuklukların tedavisini de reddediyor. Tıbbi müdahaleyi kişilerin bedensel özerkliklerine müdahale olarak görüp ve bu durumu çocuğun insan haklarının ihlali, istismar ve çocuğa şiddet olarak yorumluyorlar. Onlara göre müdahaleler ikili cinsiyete dayalı gerçekleştirilmesi nedeniyle toplumsal cinsiyeti yansıtmamaktadır. Operasyon geçiren çocukların cinsiyetlerini belirleyenin aileleri, bilim ve bilimi kabul eden devletlerin olduğunu öne sürerler. Bu durumu çocukların farkında olmadan yine ikili cinsiyete hapsetmek ve özgürlüklerini kısıtlamak olarak değerlendirirler. Toplumsal cinsiyet, bu yönüyle de çocuk istismarı demektir.
LGBT HAREKETİ TOPLUMSAL CİNSİYETE DAYALI OLARAK BÜYÜR
Leeds Üniversitesinde Sosyoloji ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları bölümünde çalışan, toplumsal cinsiyet çalışmaları merkezlerini bir araya getiren “SEXGEN” isimli ağın kurucularından Doç. Dr. Sally Hines’e göre, “Toplumsal cinsiyet, değişken veya şekillendirilebilirdir. Kişinin cinsiyet kimliği sabit kalabilir veya zaman içinde değişebilir. Biyolojik cinsiyetiyle örtüşebilir veya ona zıt olabilir. Toplumsal cinsiyet ifadeleriyle dışa vurabilir veya çelişebilir, ve bu duruma bilimin müdahale etmesi bir dayatmadır.” Bilimi reddin arkasındaki temel düşünce toplumsal cinsiyetin akışkan olduğu, o nedenle cinsiyet operasyonuna gerek olmadığıdır. Merry E. Wiesner-Hans, “Tarihte Toplumsal Cinsiyet” adlı kitabında trans hareketinin, toplumsal cinsiyet sisteminin kabulünü teşvik ettiğini itiraf eder. LGBT Hareketi toplumsal cinsiyetten beslenir, toplumsal cinsiyet de LGBT hareketinin meşrulaşması için bir araçtır. Toplumsal cinsiyete göre bebek yapmak için heteroseksüel bir çift olmaya gerek yoktur. Tina Chanter derslerinde, toplumsal cinsiyet sayesinde artık cinsiyetin eski anlamını taşımadığını, lezbiyen ve gay (taşıyıcı anneler sayesinde) çiftlerin de bebek sahibi olabileceklerinin bilgisini verir. Günümüzde Batı merkezli faaliyet gösteren birçok tüp bebek merkezinde bu durum çoktan uygulamaya geçti. Çocuk sahibi olmak için aile olmanıza gerek yok. Önünüze sınırsız seçenekler sunuluyor. Bu seçeneklerin hepsi lezbiyen ve gay çiftlerin de çocuk sahibi olabilmesine yönelik olarak düzenlenmiş durumdadır.
'MİLLİ' EĞİTİMİN YERİNE 'KAPSAYICI' EĞİTİM
Toplumsal cinsiyet ideolojisi, milli devletlerin altını oyma planıdır. Hedefi cinsiyetsiz, kimliksiz, yurttaş olma bilincini yitirmiş nesiller yetiştirmek, devletsizleştirmektir. Bu nedenle de sadece kadın hareketi açısından tehlikeli değildir. İstanbul Sözleşmesini iptal etmiş olmamız dayatılan bu sinsi planı yok etmeye yetmemiştir. Çok daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Asıl hedef geleceği şekillendirmenin en temel kaynağı olan çocuklarımızdır. Bu sinsi proje bugün başka bir maskeyle okullarımıza sızmayı başarmıştır. Toplumsal cinsiyet Milli Eğitim Bakanlığımızın “Kapsayıcı Eğitim” projesiyle evlerimizin içindedir.
“Çeşitlilik ve Kapsayıcılık” sadece eğitim alanında değil, onun dışında birçok alanda ele alınan, Birleşmiş Milletler (BM) uzmanlarının üye devletler için hazırladığı ve uygulanmasını istediği çok yönlü bir proje. Eğitim alanındaki ismi de “Kapsayıcı Eğitim.” Projeyi BM Çocuk Fonu UNICEF yürütüyor. BM, Kapsayıcı Eğitim anlayışını sosyolojik, politik, felsefi ve ideolojik bir kavram olarak tanımlıyor. Üye ülkelerden, hazırladıkları bu eğitim projesine uygun müfredat geliştirmeleri, eğitim politikalarını bu anlayışa göre düzenlemeleri talep ediliyor. Proje, 90’lı yıllarda engelli çocukların eğitim erişimlerinin sağlanması, eğitim olanaklarından eşit şekilde yararlanmaları, öğrenme ortamlarına katılabilmeleri için hazırlandı. Buna uygun olarak da ülkemizde birçok okulda engelli çocuklara yönelik kaynaştırma sınıfları oluşturuldu, engellilere yönelik eğitim kurumlarının sayısı arttırıldı. Proje, 2000 yılından itibaren engelli öğrencilerin dışındaki “dezavantajlı” gruplara yönelik olarak genişletildi. BM ve UNICEF uzmanları; projeyi, çocukların, yaş, etnik köken, ırk, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik, engellilik, sosyal ekonomik düzey, dil, din, coğrafi konum gibi özelliklerinin doğasını yargılamadan olduğu gibi kabul etmeyi ve sosyal dışlanmayı ortadan kaldırmayı amaçlayan bir projeye dönüştürdü. Toplumsal cinsiyet ideolojisi doğrultusunda hazırlanan projenin ana sloganı “Herkes İçin Eğitim” olarak değiştirildi. Böylelikle küreselleşme politikasının yeni insanını şekillendirebilmek için ellerindeki en önemli sahayı değerlendirme fırsatı buldular.
Emperyalist Batı’nın cinsiyetsizleştirme, kimliksizleştirme ve devletsizleştirme planı, milli eğitimimizin temel projesi haline getirildi. Toplumsal Cinsiyetin müfredatlara ve eğitim politikalarına nasıl yansıtılacağına dair özel raporlar hazırlandı. Bu raporların en önemlisi “Herkes için Eğitim, Eşitliğe Doğru Sıçrama Özel Raporudur.” Bu raporla birlikte Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Birleşmiş Milletlerin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri arasında üst sıralarda yerini aldı. 2013 yılında BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un Kapsayıcı Eğitim toplantısında “Lezbiyen, gay, biseksüel ve trans bireylerin tümü, herkesle aynı haklara sahiptir. Onlar da özgür ve eşit doğarlar ve mücadelelerinde onlarla omuz omuza duruyorum.” açıklaması müfredatımızın kimler tarafından, nasıl değiştirilmek istendiğinin en önemli kanıtıdır.
UNICEF 2014 yılında “Ayrımcılığın Kaldırılması, Çocuklara ve Ailelerine Karşı Cinsel Yönlendirmeye Dayalı ve Cinsiyet Kimliği” başlıklı raporunda yer alan “Toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde tüm çocuklar cinsel yönelim ve cinsel kimlik temelinde ayrımcılıktan uzak sağlıklı bir çocukluk hakkına sahiptir. Bu ilke ebeveynlerinden bağımsız olarak tüm cinsiyet kimliğine ve cinsel yönelime ait çocuklar için geçerlidir. Cinsel yönelimden dolayı hiçbir çocuk ayrımcılığa, istismara, herhangi bir türden sömürüye, marjinalleştirilmeye maruz bırakılamaz. Özgürlüklerinden mahrum edilemez. Aksi tutumları değiştirmek için daha ileri adımlar atılmalı ve çocukları, aileleri cinsel yönelim ve cinsel kimlik ayrımcılığına karşı korumalıyız. UNICEF'in görevi tüm çocukların haklarını desteklemek ve korumaktır.” açıklamasında kastedilen “herkes”in kimler olduğu somut şekilde ortaya çıktı. UNICEF, okullarımızda cinsel kimlik ve cinsel yönelim ”özgürlüğünü” hayata geçirme görevini açıklamış oldu.
YARIN DEVAM EDECEK