Bir zamanlar denizdi bugün ise ova!
Bir zamanlar Ege denizinin sularıyla kaplı bu yolda ilerlerken, körfeze girip çıkan savaş gemilerini, Prien, Milet ve diğer liman kentleri arasında gidip gelen, içleri şarap dolu amforaların yüklü olduğu ticaret gemilerini, kargaşa ve koşuşturmayı görmezden gelemiyorum
Antik Çağ’da kentler, elverişli iklim ve yaşam koşulları, ulaşım ve ticarette kolaylık, kent savunması ve benzeri nedenlerden dolayı çoğunlukla deniz ya da su kenarlarında kurulmuştur. Ege Denizi kıyıları bu bakımdan önemli bir yerleşim bölgesidir.
Antik Çağ tarihi boyunca çeşitli topluluklar bu kıyılara gelip yerleşerek kentler kurmuşlar, kimi zaman var olan kentlerin yerine yenisini yapmışlar, zaman zaman da bu kentleri eskisinden daha görkemli bir hale getirmişlerdir. Bazı topluluklar bu topraklara yeni bir kültür getirmiş, bazılarının kültürü var olan kültür ile karışarak ortaya farklı bir kültür çıkmış, bazıları ise önceki kültürün içinde zamanla eriyip yok olmuştur.
Çoğumuzun bildiği gibi Ege kıyıları oldukça girintili çıkıntılıdır. Antik Çağ’da bu kıyılarda bugün olduğundan daha büyük ölçekte girintiler, yani koy ve körfezler bulunuyordu. Nehirlerin getirdiği alüvyonlarla dolan bu girintiler zamanla ortadan kalkmış ya da oldukça küçülmüştür. Başlangıçta deniz kıyısında olan kentler sonraki zamanlarda kıyıdan içerlerde kalmıştır. Ege kıyıları boyunca kuzeyden güneye inci taneleri gibi dizilen Troya, Efes, Prien ve Milet gibi antik kentleri gezenler bunu bilirler.
HELEN UYGARLIĞI MI ANADOLU UYGARLIĞI MI?
Bu kentlerden Prien ve Milet on iki İon kentinden biridir. İonya, Antik Çağ’da İzmir’in kuzeyinde Foça’dan başlayıp güneyde Didim’e kadar uzanan dar bir kıyı şeridindeki yerleşim bölgesinin adıdır. Sakız ve Sisam adası da bu bölgeye dâhildir. İonlar, bilim, sanat ve felsefede, özellikle mimaride Ege’nin iki yakasında yayılan büyük bir uygarlık yaratmışlardır. İonların kökeni yerli-yabancı tarihçi ve arkeologlar arasında tartışma konusudur. Bu konuda iki farklı görüş bulunmaktadır.
İlki, İonların Anadolu’ya Antik Yunanistan’dan (Hellas) göç eden bir Yunan (Helen) kavmi olduğudur. İkincisi ise İonların Anadolu’nun yerli halklarından olduğudur. Kendi uygarlıklarının kaynağı olarak Antik Yunan’ı gören “Batı”lı tarihçi ve arkeologların büyük çoğunluğu ilk görüşü savunmaktır. Çünkü İonların Anadolu kökenli olması, Yunanlılara mal edilen uygarlığın Anadolu’da yaratıldığını ve buradan yayıldığını kabul etmek anlamına gelecek ve bu da pek hoşlarına gitmeyecektir.
“Tarihi coğrafya” tarihin ayrılmaz bir parçası sayılır. Üzerinde yaşadığımız toprakların, geçmişte belirli bir zaman dilimindeki coğrafi özellikleri bilmek en az tarihini bilmek kadar önemli olabilir. Bu bağlamda Antik Anadolu’nun en önemli kentlerinden Prien ve Milet’in “tarihi coğrafyası” diğer kentlere kıyasla biraz ilginçtir.
Günümüzde bu kentlere Germencik çıkışında İzmir-Aydın otobanından ayrıldıktan sonra, Söke yönünde batıya doğru ilerleyerek ulaşmak mümkün. Söke-Prien ve Piren-Milet arası yaklaşık 20 kilometredir. Bugün Ege Denizi kıyılarından biraz içerlerde, karada bulunan bu iki kent, Antik çağda denizin kıyıdan içerilere doğru geniş ve büyük bir girinti yaparak oluşturduğu Latmos körfezi kıyılarında yer alıyordu. İkisi de birer liman kentiydi; Prien, körfezin kuzey kıyısında; Milet ise körfezin güney kıyısında. Belki de sokakları ve tapınakları meşalelerle aydınlatıldığında birbirlerinin ışıklarını karşı kıyılarda görebiliyorlardı.
PRİEN MİLET YOLUNUN HATIRLATTIKLARI
Bu iki antik kentin kalıntıları, bugün de aynı konumdalar, kuzey-güney doğrultusunda birbirlerine bakışıp duruyorlar. Ancak, arada bin yılların yarattığı önemli bir fark var. Antik çağda bu kentlerin birinden diğerine deniz yoluyla, teknelerle gidilirken, bugün karadan herhangi bir araç ile gidebiliyorsunuz. Latmos Körfezi artık yok. Körfez, binlerce yıl önce Büyük Menderes (Meandros) nehrinin getirdiği alüvyonlarla dolmuş ve zamanla bir kara parçasına, bir ovaya dönüşmüştür. Bugün burası verimli Söke ovasıdır.
Bafa Gölü, alüvyonların körfezin güney doğusundaki bir koya ulaşamaması nedeniyle göl olarak kalabilmiş ve bugünlere gelebilmiştir. O zamanlar Milet’in biraz daha batısında, körfezin girişinde bulunan Lade Adası da körfezi dolduran alüvyonlardan nasibini almıştır. Artık kara parçası üzerinde önemsiz bir tepe olarak varlığını sürdürmektedir.
Lade Adası yakınlarında İonlar ile Persler arasında tarihin en büyük deniz savaşlarından biri gerçekleşmiş, maalesef İonlar bu savaşı kaybetmiştir. “Maalesef” diyorum, çünkü ne de olsa bu toprakların evladı sayılırlar.
Prien-Milet karayolu güneye doğru devam edilirse bir sapaktan Didim’e ve Milas’a yol ayrılır. Milas üzerinden de Bodrum’a ulaşılır. Bu bölgenin tarihi coğrafyasını bilmeyenler, yaz tatillerine bu yoldan giderlerken, ezelden beri kara parçası olan bir yerden geçip gidiyorlarmış gibi yola devam etmişlerdir mutlaka, ilk seferinde aynı benim yaptığım gibi.
Ancak benim için Prien-Milet yolunu artık öylece geçip gitmek pek mümkün değil. Bir zamanlar Ege denizinin sularıyla kaplı bu yolda ilerlerken, körfeze girip çıkan savaş gemilerini, Prien, Milet ve diğer liman kentleri arasında gidip gelen, içleri şarap dolu amforaların yüklü olduğu ticaret gemilerini, limanlarda yükler boşaltılırken çıkan sesleri, kargaşa ve koşuşturmayı görmezden gelemiyorum.
Her seferinde farklı sahneler, farklı görseller. Göremesem de hissediyorum. Hani bazen bir sokaktan geçerken havaya yayılan sıcacık ekmek kokularını duyarsınız. İlk bakışta görmeseniz de oralarda bir yerde bir fırın olduğunu anlarsınız, hissederseniz.
Bu da öyle bir şey işte. Belki de o günlerden, körfezden kopup gelen bir meltemin ılık esintisidir size tüm bunları hissettiren, kim bilir. Bu yolda ilerlerseniz eğer, bunları bir düşünün ve yola öyle devam edin, ancak gözünüzü yine yoldan ayırmadan.