Barbaros ve denizcilik devrimi
Türk denizcileri, mazlum Doğu Dünyası’nın kahramanları olarak bilinirken; aşamadıkları ve Akdeniz’in mazlum dünyasının yağmalanmasına engel oldukları için 15.-16. yüzyılın tüm Türk denizcileri, Batı’nın nefret ettikleri insanlardı.
Büyük denizci Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa (Hızır Reis)’nın 477’nci ölüm yıl dönümü. 4 Temmuz 1546 tarihinde vefat eden Büyük Kaptan, Türk denizciliğine stratejik katkılarda bulundu. Bir anlamda kurucu oldu. Büyük izler bıraktı. Atatürk de onun önemine saygı gereği heykelinin dikilmesini istedi. “Türklüğe katkıları olanları anıtlaştıralım” isteği, İstanbul Beşiktaş’ta bulunan türbesinin yanında 1944 yılında gerçekleşti.
Çağdaş Türk denizcileri onun strateji ustası olduğunu belirtiyor. Türk denizciliğinin geliştiği, milli ve yerli gemilerin/ üretimin halk tarafından da gururla benimsendiği bir dönemde Barbaros Hayreddin Paşa ve bugün geldiğimiz yeri, O’nun askeri diyebileceğimiz Emekli Deniz Kurmay Albay Halil Özsaraç ile konuştuk. Özsaraç’ı Ulusal Kanal’daki programlarından ve Aydınlık’taki yazılarından tanıyoruz. Aydınlatıcı yazıları yol gösterici. Tabi bir de “Barbaroslar Akdeniz’in Kılıcı” dizi filminin danışmanı olduğunu hatırlatalım… Özsaraç’la konuşmamızın bir nedeni de Büyük Denizcinin hayatını kitaplaştırması… Aynı isimle kitabı var.
‘MAZLUMLARIN KALKANI OLDU’
- Sayın Komutanım, Barbaros Hayreddin Paşa’nın Türk denizciliğine stratejik katkısı nedir?
Arap ve Roma denizciliğinin 11.-16. yüzyıllar arasında sert bir düşüş yaşaması üzerine, Akdeniz ticaret yolları üzerinde ortaya çıkan boşluk, Batılı denizcilerle doldurulmaya çalışılınca Anadolu coğrafyasındaki Türkler, köleleştirilme tehdidiyle yüzleştiler. Anlayacağınız, daha 14. yüzyılda, yağmacı Batı’nın denizden erişemediği Afrika ve Amerika kıtasından çok daha önce, Anadolu “Avrupa sömürüsünün merkezi” durumundaydı.
Umur Bey önderliğindeki Türkler, Batı’nın sistematik yağmasını denizcileşerek durdurdular; 15.-16. yüzyıllarda denizcileşme serüvenini devam ettiren Kemal Reis ile Barbaros kardeşlerin ekolü ise, Anadolu ile birlikte tüm İslam coğrafyasını da emniyete almıştı. Bu anlamıyla, Çaka Bey’le çalınan denizci maya, Umur Bey ile ilk sonucunu vermiş; Kemal Reis ve Barbaros ekolleri ise Batı sömürüsünün mazlum dünyaya erişimini engelleyen birer kalkan olmuştu diyebiliriz.
Mazlum Doğu’nun “Denizlerin Padişahı” adını taktığı Barbaros Hayrettin Paşa, “yağmacı gücü etkisiz kılmak için, daha çok denize ve okyanusa hâkim olmak gerektiğini” iyi biliyordu. Ancak Barbaros, “yarı-kapalı denizlerin hâkimiyeti tezi” ile hareket eden Osmanlı Hanedanı’nı okyanuslara çıkmaya ikna edemediği için Türk denizciliği Akdeniz’de kaldı. Bu sebepten, Türk denizciliği 19. yüzyıla kadar yalnızca Akdeniz Havzasındaki mazlumların kalkanı olabildi. Barbaros’un “dünya denizleri (okyanusları) hâkimiyeti” görüşünü benimsemeyen Osmanlı Devleti ise, Akdeniz Havzası dışında kalan tüm mazlum dünyanın, yağmacı Batı tarafından sömürülmesine seyirci rolde kaldı. Okyanuslar üzerinden dünyayı yağmalayan Batılı denizciler, 19.yüzyılda Akdeniz’e de girince Osmanlı da “kendini mazlum dünyanın içinde buluverdi.”
Osmanlı Devleti, “Barbaros Hayrettin Paşa gibi özverili denizcilerinin vizyonuna değer vermiş olsaydı” ve “kendini yarı-kapalı denizlere kapatmayıp” yeni nesil Barbaroslarını okyanuslara çıkarmış olsaydı; belki de sömürgecilik, tarihe “Batı’nın başarısız olmuş bir yağma girişimi” olarak geçecek ve belki de emperyalizm hiç var olmayacaktı.
Özetlersek, Barbaros Hayrettin Paşa ve diğer Türk denizcileri, -tabi oldukları devlet vizyonunun izin verdiği ölçüde- mazlum dünyanın koruyucuları olmuşlardır. Çaka Bey’in, Umur Bey’in, Kemal Reis’in ve elbette Akdeniz’den Batı sömürüsünü söküp atmış olan Barbaros’un mayasını taşıyan günümüz Türk denizciliği de okyanuslara çıkıp mazlum dünya ile birlikte yağmacı Batı’yla mücadele etmek için can atıyor. Yeter ki Osmanlı’nın “yarı-kapalı denizlerle yetinen ve okyanuslara arkasını dönen” eksik vizyonunun ötesine taşmanın, yani “tüm denizlerde ve okyanuslarda var olma”nın büyüsü keşfedilebilsin…
DENİZCİLİK LİTERATÜRÜNE KATKISI
- Bunların dışında, esas olarak Türk ve dünya literatürüne ne gibi katkısı oldu, deniz savaşlarındaki taktikleri başka savaşlarda uygulandı mı?
Akdeniz’de Barbaros Kardeşlerin korsanlık yapmaya başladığı döneme kadar askerî gemilerin korsan saldırısına uğraması rastlanabilecek bir olay değildi. Korsanlar, yalnızca ticaret gemilerini hedef alırlar, askerî gemilerden kaçarlardı. Barbaros Kardeşler ise özellikle düşman askerî gemilerine saldırınca Batı dünyasını şaşırtmış ve Batı’yı Barbaros Kardeşlere yönelik askerî önlemler almaya zorlamıştır.
Barbaros Kardeşler, Batı’nın üzerine yolladığı savaş filolarını yendikçe güç kazanmış, sonrasında Batı’nın yine şaşkın bakışları arasında mazlum Cezayir toprakları üzerinde Batı ile savaşan bir Barbaros Devleti’ni kurmuşlardır. Doğu Akdeniz’de savunma yapan Doğu dünyası, Barbaroslarla birlikte Batı Akdeniz’de yağmacı Batı’ya taarruz etmeye başlamıştır. Barbaros Kardeşler, savaş sanatında aldatma harekâtını en iyi kullanan ve esirler yerine özgür kürekçiler kullandıkları için en iyi savaş manevraları yapan denizcilerdi. Kürekçilerindeki bu “yerlilik ve millîlik” unsuru, başarılarının sırrıydı.
KORSAN MI YOKSA DENİZ GAZİSİ Mİ?
- Fethettiği yerlerde kalıcı olmasını sağlayan neydi, korsan mıydı deniz haydudu mu yoksa deniz gazisi mi?
İspanya’nın işgaline uğrayan Müslüman halkın daveti ile 1516’da Cezayir’e giden Barbaros Kardeşler, Cezayirliler ile birlikte Batı’ya karşı kurtuluş savaşı vererek Barbaros Devleti’ni kurmuşlar ve 1520’de de Cezayir’i Osmanlı’ya bağlamışlardır. Batı’nın yağmasına uğrayan mazlum Kuzey Afrika kıyılarını savunma refleksi, denizcilerimize Kemal Reis’ten aktarılmış bir gelenekti. Barbaros’tan önceki ve sonraki Türk denizcileri, Kuzey Afrika’yı sömürgeciden korumayı kendilerine misyon edindikleri için yerel halkça kendiliğinden kabul görmüşlerdir.
Dünya üzerindeki tüm denizci devletler, 19. yüzyılın başına kadar, deniz ulaştırma yollarının kontrolü için sivil denizcileri, yani korsanları kullanmışlardır. Deniz haydutluğu ile korsanlık, filmlerin de etkisiyle birbirine karıştırılmaktadır. Korsanlar, tabi olduğu devletin hak iddia ettiği sularda dolaşan gemileri durdurup evraklarını kontrol etmekle, izin belgesi yoksa, devletin sularını kaçak kullanan bu gemilere, tabi olduğu devletin adına el koymakla görevliydiler. Bazılarının bu el koyma işlemine direnmeleri nedeniyle silahlı çatışma çıkması, korsanlara “kötü adam” rolünü biçmeyi gerektirmez. Neticede o dönemde, korsanlık devletlerin sorumluluğundaydı ve hangi devletlerin gemilerin el konulup konulamayacağını devletler belirlerdi ve deniz hukukunun meşru unsurlarındandı. Denizin gücünü kullanabildikleri kadar güçlü olduklarının farkına varabilen bu devletler, esasında korsanlarının gücü kadar güçlüydüler. Evet, Barbaros Kardeşler korsandılar; ama, günümüzde “korsanlık” kötü algılandığı için ben korsanlık yapan denizcilerimizi “Türk akıncı reisleri” ve “Türk akıncı leventleri” olarak tanımlamayı tercih ediyorum.
BARBAROS DÜNYADA NASIL TANINDI
- Büyük Kaptan yaşadığı dönemde dünyada nasıl tanınıyordu, bugünkü bahriyelimiz ondan hangi dersi çıkarıyor?
Osmanlı akıncı reislerinden Kemal Reis 1. nesil, Barbaros Kardeşler 2. nesil ve Turgut Reis de 3. Nesil olarak bilinirler. Peş peşe 3 nesil devam eden bu başarılı Türk denizcileri, mazlum Doğu Dünyası’nın kahramanları olarak bilinirken; aşamadıkları ve Akdeniz’in mazlum dünyasının yağmalanmasına engel oldukları için 15.-16. yüzyılın tüm Türk denizcileri, Batı’nın nefret ettikleri insanlardı. Batı’nın sanat ve edebiyat alanlarına bile yansıyan bu nefret, başarısız olan sömürgecinin doğal kin duygusudur. Günümüz Bahriyelisi de Barbaroslarla aynı mayadan yetişirler; emperyalizmin gücünün denizlerden geldiğinin ve emperyalizme karşı güçlü durmak için denizde güçlü olmanın farkındadır. Gönlü emperyalizmden yana değil, denizleri işgal edildiği için süreklilikle yağmalanan mazlum Asya ve Afrika’dan yanadır. Asya ve Afrika, kendi denizlerine sahip çıkamadığı sürece acı çekmeye devam edecektir. Ne yazık ki, tarih “denizlerine hâkim” olmayanların acıklı dersleriyle doludur. NATO ve diğer ortaklarının yardımıyla ABD’nin Asya ve Afrika denizlerini işgal ettiği günümüzde, mazlum dünyanın birleşerek denizlerini geri alması şarttır.
‘‘LOZAN’A GÜÇLÜ DONANMAYLA GİTSEYDİK FARKLI OLURDU’
- Cihan Harbi/Çanakkale Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda donanmamız olsaydı sonuca etkisi olur muydu?
I. Dünya Savaşı’nda Karadeniz’de Ruslarla savaşan zayıf bir donanmamız vardı. Mondros imzalandıktan sonra zayıf ve yaralı Osmanlı Donanması, Lozan imzalanana kadar Haliç’te enterne edildi, yani esir kaldı. Bakımsızlık ve eskiyen teknoloji nedeniyle çoğu zaten daha sonra da kullanılamadı. Karada yapılan Kurtuluş Savaşı, ana vatanı kurtarırken, donanmasız Atatürk ve silah arkadaşları Mavi Vatan konusunda Lozan’da istediklerini alamayıp Türk Boğazları, Kıbrıs ve deniz yetki alanları gibi bazı kritik sorunların çözümlerini ilerleyen yıllara bırakmak zorunda kaldılar. Venediklilerden ve Cenevizlilerden aldığımız Ege Adalarının çoğunun bugün Yunanistan egemenliğinde olması ve Yunanistan’ın bunu esas alarak aramızdaki denizi (karaları değil) yarı yarıya paylaşmakta isteksiz davranması, bugüne kadar emperyalizmin kontrol ettiği bir gerilim alanına dönüşmüştür. Lozan’a TBMM’nin emrinde güçlü bir donanmayla gitmiş olsaydık her şey çok farklı olacaktı.
‘DENİZCİLEŞME DEVRİMİ ŞART’
- Cumhuriyet dönemini denizcilik tarihi açısından nasıl değerlendirebiliriz. Yeterli işler yapıldı mı? Denizciliğimizin ilerlemesi açısından.
Yıldızı katlanarak parlayan Cumhuriyet Donanması, ayağındaki NATO prangasına rağmen özellikle son yıllardaki “yerlileşme ve millîleşme” çabaları ile millî gücümüzdeki gerçek yerini almaya başladı. Ancak, kazandırılan altyapısına rağmen deniz ticaret sektörü, hâlâ bir “bebek”. Potansiyele rağmen, ticaret denizciliğinin istenilen kıvamda olmaması nedeniyle denizci kültürün gelecek nesillere aktarılması konusunda yapacak çok iş var. Esasında, eksik kalan bu alanda atılım için daha fazla gecikmeyip bir “denizcileşme devrimi” gerçekleştirmek zorundayız.
‘EN BAŞARILI ANFİBİ HAREKÂT’
- Komutanım, Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında ben 9 yaşındaydım. Büyük heyecan ve gurur duyduğumu unutmam. Çok etkilenmiştim. Orada tam manasıyla amfibi bir çıkarma yapıldı. Bugünden bakarsak o harekâtı nasıl değerlendirmeliyiz. Malum 20 Temmuz Kıbrıs zaferi ayındayız…
Kıbrıs, savunma ve güvenlik açısından Anadolu’nun yumuşak karnıdır. Emperyalizme veya emperyalizmin melez savaşçısı rolündeki devletlerin kontrolüne bırakılamayacak kadar değerlidir. Ayrıca, Orta Asya’da karaya kilitli durumdaki Türk Dünyası’nın Türkiye’den başka diğer bir denize çıkış noktasının da KKTC olduğunu unutmamak gerekir. Dünyanın en başarılı amfibi harekâtı olarak literatüre giren Kıbrıs Barış Harekâtı, dünyanın önde gelen savunma kolejlerinde ders olarak okutulmaktadır.
‘ASYA DENİZLERİ ASYALILARIN OLMALIDIR’
- Komutanım, bugün gemiler, denizaltılar, İHA-SİHA gemileri ve mühimmatlar yapıyoruz. Halkımız da bunları yakından takip ediyor ve gurur duyuyor. TCG Anadolu’ya yapılan ziyaretler bile büyük ses getirdi. Bugünkü yerimizi nasıl değerlendirirsiniz. Tekrar büyük denizlere açılma adımları mı bunlar? Bir de dünyada dengeler değişti ve Türkiye bu ara aktif işler yapıyor? Önümüzdeki yılları da dikkate alırsak nasıl bir strateji izlenmeli?
Asya kıtası ile birlikte emperyalizme karşı iş birliği ve güç birliği yapması gerektiğini her geçen gün daha iyi anlayan Türkiye, Mavi Vatanına sahip çıkmak için daha uzak denizlere taşmanın ön hazırlıklarını yapıyor. Mavi Vatan, bir Türk deniz alanı olmasının yanı sıra bir Batı Asya denizidir. Birbirine bağlı dünya ticaret rotalarının en kritik noktalarını üzerinde bulunduran Asya denizleri, Asyalıların olmalıdır. Asya denizlerinin yüzyıllardır Batı emperyalizmi tarafından kontrol edilmesi, kıta Asya’nın gücünün denizler yoluyla emperyalizm tarafından yutulmasına yol açmaktadır. Bundan kurtulmak için Asya’nın Türkiye dâhil bütünleşik şekilde denizcileşerek denizden savunma ve güvenlik iş birliği anlayışını geliştirmesi şarttır.
- Çok teşekkür ederim.
‘DENİZCİ OLMADIĞIMIZ YALAN’
- Türklerin karacı olduğu söylenir. Hatta denizcilikte geri olduğumuz vurgulanır. Anlattığınız olaylardan çıkardığımız, bizim eski bir denizci oluşumuz… Niye böyle bir yargı yer etti? Gerçeği nasıl tarif etmeliyiz?
Dünya denizciliğinin bilinebilen 4.500 yıllık hikâyesi, ticaretin düğüm noktası olan Akdeniz Havzası’nda şekillenmiştir. Akdeniz’de kalıcı ve güçlü olmanın tek bir koşulu vardır; o da denizci olmaktır. Eski Mısır’dan, Mezopotamya’ya, Yunan’dan, Pers’e, Fenike ve Kartaca’dan, Roma’ya, Katolik Avrupa’dan, İslam’a ve Türk uygarlığına kadar Akdeniz’in çetin coğrafyasında gücünden söz ettirebilen tüm uygarlıklar, bu “denizci olma” koşulu sayesinde kalıcı olmuşlar ve güçlü varlıklarını ispatlayabilmişlerdir. Osmanlı’nın gerileme ve yıkılma dönemine kadar Türk denizciliği ile Akdeniz’de rekabet etmek Avrupalıların cesaret etmekte zorluk çektiği bir konuydu ki; Avrupa, Türk denizciliğinden korkmakta son derece haklıydı. Fakat Osmanlı Devleti, 18. yüzyılda denizcilikte gerilemeye başlayınca bütünsel gücünü de yitirdi; 20. yüzyıl başında denizciliği çökünce de yıkıldı. Cumhuriyet dönemi ile Türk denizciliği küllerinden yeniden doğdu ve artık eskisinden çok daha güçlü olmak üzere iyi bir ivmeye sahip. Türklerin tarihin hiçbir döneminde denizci olmadıkları yalanı, emperyalist Batı kaynaklıdır. Denizcilikleri dönemsel sekteye uğramış mazlum dünyaya dayattıkları emperyalist yalan örneklerinden biri olduğu için fazlaca ciddiye almamak gerekir. Asıl sıkıntı, Türk denizcilik tarihinin okullarımızda iyi öğretilmiyor olması; bu nedenle, bu tür emperyalist yalanlar, bazılarına inandırıcı gelebiliyor.
BÜYÜK DONANMAYA NE OLDU
- Komutanım, yakın tarihe gelecek olursak, Sultan Abdülhamid’in tahta çıktığı günlerde Türk donanmasının İngilizlerden sonra dünyanın en büyük donanması olduğu söyleniyor. Bu doğru mu? Neden gerileme ve yıkılma döneminde bu donanma etkin kullanılamadı. O meşhur iki baskının etkisi bunda var mı?
‘Yerliliği ve Millîliği’ olmayan, tümüyle dışa bağımlı olan, başkalarının eskimiş teknolojisini kullanan ve dünyanın dev okyanusları yerine sadece Marmara Denizi gibi iç sularda kullanılan hiçbir donanma büyük değildir. Osmanlı, emperyalizmin hazırladığı reçeteler üzerinden emperyalizm ile mücadele edemezdi. Baskınlar konusuna gelince; emperyalizm, aralarında kontrollü ve kalıcı gerilim alanları oluşturduğu Osmanlı, Çarlık Rusyası ve Yunanistan’ı yarı-kapalı denizlerde birbirine kırdırmak suretiyle Türkleri ve Rusları okyanuslardan uzak tutmuştur. Bu sayede, dünyayı sömürürken “Türkleri ve Rusları” daha sonra sömürmek üzere buzdolabında bekletmiştir. Bu gerçeği gören Türkler ve Ruslar, I. Dünya Savaşı’ndan sonra birbirleriyle savaşmaktan vazgeçmişlerdir. Yunanistan için bu durum hâlâ söz konusu değildir.