Türk Devrimi ‘devlet biçiminin etkisi üzerine’ bize ne söyler?
Türk Cumhuriyetinin çok katmanlı gelecek tasarımının en derin yerinde bulunan özgün üniter ulus devlet (emperyalistlerin tahayyüllerindeki dünyanın sürekli olumsuzlaması zorunluluğu esasında) ulus adına kullanılan iktidarın piyasa normlarının üzerinde konumlandırılmasını gerektirmektedir
(*) Bu sunuşumda;
- Önce Türk Devrimi üzerine birkaç saptama yapacağım.
- Ardından söz konusu devrimin “hedeflediği ve gerçekleştirdiği siyasal biçimin toplumsal işlevi” üzerine yüksek düzeyde soyutlamalar içeren önermeler sunacağım.
- Sonuncu olarak da günümüzde devlet biçiminin etkisine odaklanmanın somut açılımları üzerine (cevapları kendilerinden önce verilmemiş) sorular sorup, çağrıştırma yapmaya imkan verebilecek örnekler vermeye çalışacağım.
Türk Devriminin demirden zamanı için neler söylenebilir şu durumda? Önerilebilecek bir takım tespit şöyledir:(1)
1. Türk Devrimi, klasik emperyalist dünya sisteminin Türk yurdunu kendi değerlenme süreçlerinin nesnesi haline getirme teşebbüslerine karşı örgütlü milli bir isyanın sürgünüdür. Bu haliyle emperyalistlerin tahayyüllerindeki dünyanın sürekli olumsuzlamasıdır. Osmanlı Devleti hiçbir zaman yalnızca bir ülkede başlayan “genişletilmiş yeniden üretim çevriminin” yarattığı hammadde, pazar ve işgücü arayışlarının tam bir uzantısı haline gelmemiş olsa da toplumsal enerjinin yönlendirilmesi yeteneğini büyük ölçüde yitirerek, Türk Devrimi ve onun sürgünü olan Türkiye Cumhuriyeti’ne bayrağı devretmiştir.
2. Türk Devrimi, varlığını, emperyalistler-arası rekabete rağmen, tahakküm altına alınan toplumların kurtuluş ya da başarı şansı olmadığı bir uluslararası ortamın tesisine dayandıran klasik emperyalizme karşı gerçekleştirilmiştir. Bu anlamda karşılaştığı zorluklar İkinci Dünya Savaşı sonrasının biçimsel bağımsızlık hareketlerinden çok ama çok daha ağırdır. Yaptığımız tespit onun üstün başarısının ve sürekliliğinin anlaşılmasında elzemdir.
3. Türk Devrimi, anti-kapitalist değildir ancak emperyalist merkez ülkelerine ve bunların yıkıcı taleplerine her daim direnmeden kendisini gerçekleştiremeyecek taahhütler içerir. Tekrar edelim: O, emperyalistlerin tahayyüllerindeki dünyanın sürekli olumsuzlamasıdır. Türk Devrimi taahhütleriyle geçerlidir, bugün de ideolojik, siyasi ve iktisadi ilişkilerin bütününde etki üretmektedir. Anılan bu gerçeklik içinde bulunduğumuz anda, yani, kolektif emperyalist yapılanmanın saldırgan yapısal kriz döneminde daha yakıcı bir şekilde kendisini diretmektedir. Türk Devrimi; a) Kapitalistleşme süreçlerini olası kılan ilkel birikim için sömürgeciliğe dayalı kaynakları ve b) Merkez kapitalist ülkelere içkin iç çelişkilerinin ihraç yoluyla ertelenmesi yordamını içermeksizin klasik emperyalist güç ilişkileri sistemi karşısında verilen mücadeleyle ebedileşmiştir. Bir başka deyişle Türk Devrimi, kendi dışındaki dünyadan emperyalist yollarla sürekli olarak değer aktarımına dayanmaz. Dayanmadığı için ve dayanmadığı ölçüde örnektir.
4. Türk Devrimi karşılaştığı olağan üstü büyük zorlukları;
- Türk Ulusunun tarihsel birikimlerini;
- Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Devrimi gerçekleştiren kadroların sınırsız yurt sevgilerini üstün yönetim becerilerini;
- Meclisinin temsil ettiği meşru zemini ve toplumsal enerjiyi;
- Bütün anayasalarımızın en derin noktasında varlığını sürdüren temel ve özgün Cumhuriyet Projesini (yani Türk milletinin üniter ve ulusal bir devlette münhasıran temsili hedefini);
- Sovyet Devrimi’nin etkisini ve - emperyalist ülkelerin kendi sınırları içinde biçimlenen hakim kapitalist çıkarlar arası yapısal rekabeti kullanarak aşmıştır. Türk Cumhuriyet tasarımının kendisi Türk toplumunun 1774 sonrası deneyimlerinin ve emperyalistlerin tahayyüllerindeki dünyanın sürekli olumsuzlaması zorunluluğunun yarattığı izleri taşır.
HEDEF VE TOPLUMSAL İŞLEV
İkinci olarak Türk Devriminin hedeflediği ve getirdiği siyasal biçimin toplumsal işlevi üzerine önermelere bakabiliriz.
Gelinen noktada şöyle bir önerme ile başlamama müsaade edilsin:
“Toplumsal/ulusal enerjinin yönlendirilmesi ve yükseltilmesi kapasitesi ilgili siyasal örgütlenmenin etkinliğinin en önemli ölçütüdür.”
Siyasal sisteminiz ya da örgütlenmeniz ulusal enerjinin ne kadarını ne boyutta harekete geçirebilmektedir. Verdiğiniz cevap önemlidir.
Üretim ilişkileri ve üretici güçler arasındaki çelişki ertelenemez boyutlara geldiğinde devletlerin ilk kaybettiği şey de bu kapasite olur genelde. Aynı şey, harekete geçirme kapasitesi, uluslararası rekabetin çeşitli türlerine girmek durumunda kalan toplumların kaderini de belirleyecektir.
Ulusal enerjinin ulus için yönlendirilmesi ve yükseltilmesi sürecinde belirleyenlerden birisi de ilgili devletin biçimidir. Tabii ki devletin biçiminin kendisi, ilgili cumhuriyet tasarımını yaratan tarihsel ve yapısal süreçlerin bir sonucudur. Yani insanın üzerine elbise seçmesi örneğinde olduğu gibi ulusal iradenizle biçimlerden biçim seçemezsiniz.
Türk Cumhuriyetinin çok katmanlı gelecek tasarımının (projesinin) en derin yerinde emperyalistlerin tahayyüllerindeki dünyanın sürekli olumsuzlaması esasında gelişmiş üniter ulus devlet anlayışı bulunmaktadır. Bu yüzden söz konusu proje (insanlarını etnik kökenine göre ayırmadan Türklük şemsiyesi altında birleştiren) kapsayıcı bir yurttaşlık anlayışı temelinde yükselir. Aynı anda hem klasik emperyalizme karşı kurulmuş olmanın hem de sivil milliyetçilik siyaseti içermenin zorunlu bir sonucu olarak ele aldığımız anlayış, ulus adına kullanılan devlet iktidarının piyasa normlarının üzerinde konumlandırılmasını gerektirir. Zira başka bir çözüm rıza üretimini baltalayarak, devletin toplumsal bütünlüğün yeniden üretimi işlevini imkansız hale getirecektir.
Bu kapsamda cumhuriyetinizin/devletinizin bir tasarımın adı olmasını sağlayan ve tarihsel kuruluş sürecinden olduğu kadar Türk milletinin uzun toplu varoluş deneyiminden kaynaklanan dinamik niteliği;
- Siyasal iktidarın yurt içerisindeki etkisinin kapsamını (üniterliğini, ulusallığını, sivil yurttaşlık esasında yükselen egemenliğinin boyutunu)
- Devlet aygıtlarının kimi nasıl temsil edeceğini (uluslararası toplum karşısında ulusu -toplumun çalışan kesimlerini ve ulusal sermayeyi-),
- Söz konusu aygıtların imkanlarını, temel çalışma ilkelerini (devletin piyasalar ve uluslararası şirketler karşısında halkın tarihsel mirasını ve kolektif zenginliklerini koruma yükümlülüğünü), -
Yurttaşlığın kapsamını (yurttaşlığın gerektirdiği sadakat yükümlülüğünü),
- Yurttaşlar topluluğunun bütünlüğünün dayanacağı ortak aidiyeti (ilişkinliği)
- Ve dolayısıyla devletinizin ulusal enerjinin yönlendirilmesi ve yükseltilmesi kapasitesini belirler.
DEVLET BİÇİMİNİN KURUMSALLAŞMAYA ETKİSİ
Üçüncü olarak günümüzde devlet biçiminin etkisine odaklanmanın somut açılımları üzerine sorular sorup örnekler verelim.
Soruyla başlamama müsaade edilsin. Bugün için emperyalist olmayan entegrasyon/bütünleşme ya da dayanışma süreçlerinin gerektirdiği devlet biçimi ne ölçüde küre-yerelleşmenin (glolocalisation) dayattığı kurumsal biçimlerden yararlanabilir. Şunu demek istiyorum, kurul sistemleri, yönetişim mantığı ve sair yordam -Avrasya Bloğunun olası açılımlarında olduğu gibi- emperyalist olmayan ve emperyalistlerle yapılmayan bütünleşme süreçlerinin ya da “kurumsallaşmış dayanışma” planlarının gerçekleştirilmesi sürecinde ne kadar etkin olabileceklerdir?
Türk Dünyasının Birliğini ve/veya Asya Toplumlarının Dayanışmasını konuşacaksak kurumlara ve örgütlere ihtiyacımız olacak.
Devlet biçimi dediğimizde bunu söylüyorum. Şunu da ekliyorum, biçim içeriği -bir ölçüde de olsa- belirler. Biçime dikkat etmeli yani.
Şimdi de biçimin etkisinin önemine dair birkaç örnek vererek konuşmamı bitireyim.(2)
Ancak, belirteyim, söz konusu örnekler “sivil toplum” ve “politik toplum” arasındaki farazi ayrımın kutsiyetinin inkarını en başından gerektirmektedir. “Hangi kıta sahanlığı kime ait ya da değil” sorusunun çözümleri hep borsa-dışı yani piyasa-dışı olmuştur. Piyasa dışı çözümler “küreselleşen dünyamız”da refahın dağılımı konusunda belirleyici olduğu sürece, “sivil toplum” ve “politik toplum” ayrımını fetişleştirmek ancak düşünme kapasitemizi azaltır.
Öyleyse geldiğimiz noktada “siyasi iktisadi ayrımının kutsiyeti düşüncesine sadakat yemini etmeden” toplumsal yaşamın her alanında aynı anda işleyecek -etki doğuracak- örgütlenmeler (daha bütünsel/integral bir devlet) düşünmek meşrudur.(3)
Bu noktada belirleyici olan şey (yerel ya da bloksal boyutuyla) toplumu (ya da toplumlar birliğini) piyasalara ve emperyalistlere karşı savunabilmek için her şeye, her yolla, müdahale imkanlarını -en azından kriz dönemlerinde- elde tutmaktır. Bu kapsamda toplumun piyasalara karşı savunulması konusunda örgütlenmek, yaralarımızı sarmaya yönelik hedefler belirlemek çok önemlidir.
Örnek isterseniz;
- muhakkak yakın dönemin yangınlarından ve depremlerinden bir sonuç çıkarılmıştır ama afetle mücadelenin ordu düzeninde yapılması, gönüllülerce desteklenmesi düşünülebilir. Beşinci Ordu gibi, katılımcılarının bir kısmı çağırı üzerine gelen ve müdahale ettiği yerdeki merkezi ve yerel kamu gücünü sınırsızca kullanabilme imkânıyla donatılmış bir deprem/yangın ordusu kurulabilir.
- Bu ve benzeri durumlara hazırlık kapsamında halkın askerlik görevini yerine getirme usulü daha etkin ve katılımcı hale getirilebilir, cinsiyete dayalı ayrım kaldırılabilir, süreler esnekleştirilebilir.
- Sonra, piyasalara karşı toplumun savunulması sürecinde halk denetçileri olabilir. Halk denetçiliği daha da geniş düşünülebilir. - Özgün, “özel ve kamusal” arasındaki, “kâr güden faaliyetle gütmeyen faaliyet” arasındaki ayrımları aşabilecek türden yapılar tasarlanabilir: Bakanlık bünyesinde hareket edebilecek kooperatif-vakıf hibritleri gibi.
- Hem devletin hem de yurttaşın gönüllü katılımı başka hibrit sosyal formlar içerisinde de birleştirilebilir, bu formlar anayasal statüye kavuşturulabilir. Bu kapsamda, ulusal enerjinin daha etkin kullanılmasını sağlayabilecek çeşitli sorunlarda, susuzluk, deprem gibi sıkıntı anlarında, belediyeleri, yurttaşları, merkezi devlet aygıtlarını birleştirecek, kanallar ya da üzeri kapalı su biriktirme yerleri inşa eden, eski alt yapıyı yenileyen hibrit devlet organları düşünebiliriz. Venezüella’da Chavez döneminde geliştirilmiş yöntemler var, Kübalıların geliştirdiği yöntemler var, eksik, ama üzerinde düşünebiliriz. Bunlar şehir içerisinde tarımsal üretim yapabilirler mi? Soruyorum sadece. Çünkü gerçekten bir felaketler çağına giriyoruz. Ona hazır olmak zorundayız.
- Entegrasyon/işbirliği boyutunda bunlar (emperyalist olmayan ve kar hesabı gütmeyen) sınır ötesi hareketliliklerin artırılması kapsamında ele alınabilir. Bu kapsamda blok çapında öğrenci kabul edebilecek üniversiteler, hastaneler vs. düşünebiliriz.
Unutulmamalıdır ki Türk Cumhuriyetinin çok katmanlı gelecek tasarımının en derin yerinde bulunan özgün üniter ulus devlet (emperyalistlerin tahayyüllerindeki dünyanın sürekli olumsuzlaması zorunluluğu esasında) ulus adına kullanılan iktidarın piyasa normlarının üzerinde konumlandırılmasını gerektirmektedir.
(*) Bu sunum, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Ulusal Strateji Merkezinin (USMER) ortak düzenlediği, 17-19 Kasım tarihleri arasında yapılan “Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. Yılında Asya'da Devlet Birikimi Uluslararası Çalıştayı”nda yapılmıştır. Arabaşlıklar tarafımızdan konulmuştur.
DİPNOTLAR:
(1) Söz konusu tespitler “Türk Devrimi’nin Tarihsel Konumu” başlığı altında, 1921 Anayasası’nın Kabul Edilişinin 100. Yılı Ulusal Sempozyumu Kitabında, sayfa 1 ile 7 arasında bulunan çalışmadan alınmıştır.
(2) Burada sunulan örnekler “Felaketlerimiz Bize Ne Söyler” Atatürkçü Düşün Dergisi, Nisan-Mayıs-Haziran, Sayı 151, 2023, S.10-12 arasında yer almaktadır.
(3) İlgili devletin (politik toplumun) “emekçi kitlelerin sesini içselleştirebilme” ve “toplumsal enerjiyi harekete geçirebilme” kapasitesi (uluslararası ve ulusal ölçeklerde aynı anda) önemli sonuçlar doğurur; özellikle kriz zamanlarında toplumun bütünsel enerjisi “piyasa değerlerine içten bağlı” siyasetler ekseninde harekete geçirilemez hale gelebilir birden. Kapitalist sistemlerde “zaruret hali” gibi müesseseler vardır. Bunlar bir yandan felaket halinin zorlayıcılığını kabul eder diğer yandan onu istisnai halde tutmaya çalışır. Buradaki “istisnailik”, “siyasi iktidarın neyin istisnai olup olmadığını belirleme yetkisindeki” istisnailik değil, “sivil toplum-politik toplum ayrımının geçerliliğini yitirdiği durumların küresel kapitalist sisteme zarar vermeyecek şekilde izole edilmesine yönelik tedbirlerin içerdiği türden” bir istisnailiktir. Ancak izolasyon ne kadar güçlü olursa, ilgili “politik toplumun” (devletin), toplumsal enerjiyi harekete geçirilme kapasitesi o kadar azalır. Bu durum karşısında sınıfsal çelişkilerin ilgili toplumun bütünlüğünü tehdit etme kapasitesi de bir o kadar artar. Piyasanın çıkarıyla toplumun çıkarının çeliştiği noktada piyasanınkini tercih edecek olanlar için zaruret halinin gerektirdiği politikaların kapsama alanının daraltılması esastır, “liberal yasalcılık” dediğimiz ideoloji de bunun için vardır. Peki ya toplumun çıkarlarını tercih edecek olanlar? Onlar için zaruret hali yenilik doğuran bir duruma dönüşebilir: Kapitalist sistemin direttiği ayrımların sınır çizgileriyle oynamak, hayatın bazı alanlarında istisnai olanı “normal”e çevirmek mümkündür. Bu kapsamda “siyasi iktisadi ayrımına sadakat yemini etmeden” toplumsal yaşamın her alanında aynı anda işleyecek etki doğuracak örgütlenmeler (daha bütünsel/integral bir devlet) düşünebilir hale gelir.