Türk Dil Kurumu'na büyüteç tutuyoruz-3: Türk lehçelerinde ortaklık mümkün mü?
Dünyada Türkçenin otuz lehçesi konuşuluyor. Son zamanlarda ortaklaşma çalışmaları arttı. Prof. Dr. Fuat Bozkurt, Türk Dil Kurumunun bu konuda ısrarlı çalışmalar yürütmesi gerektiğini söyledi.
Lehçeler, bir dilin bilinmeyen, çok eski dönemlerinde ayrılmış kollarına denir. Başka bir deyişle, bir dilin birbirinden uzak bölgelerde, çeşitli nedenlerle, ses, söz dizimi ve söz varlığı bakımından değişikliğe uğramış biçimine lehçe denir.
Günümüzde dünyada otuzun üzerinde Türk lehçesi yaşıyor. Bunların bir bölümü bağımsızlığını kazanmış devlet dili olmuş durumda. Bunun büyük bir bölümünde de anadil olarak öğretiliyor.
Adriyatik Denizi’nden Çin Denizi’ne kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türkçe birçok lehçelere ayrılmıştır: Batı Türkçesinin Anadolu, Azerî, Türkmen lehçeleri gibi ve Özbek lehçesi, Kazak lehçesi, Kırgız lehçesi…
Lehçenin ayrı bir dile dönüşmesine Türk dilinde de rastlıyoruz. Yaşayan Türk lehçelerinden ikisi, bugün artık birer dile dönüşmüştür. Bunlardan biri, Sibirya’da Lena Nehri’nin iki yanında yaşayan Yakut Türklerinin konuştuğu Yakutça, diğeri ise Orta Volga bölgesinde Kama Irmağı’nın Volga’ya kavuştuğu yerde yaşayan Çuvaş Türklerinin dili olan Çuvaşçadır.
Prof. Dr. Fuat Bozkurt, Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi. Bozkurt, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini ve doktorasını aynı fakültede tamamladı. Çalışma hayatına 1976 yılında Eğe Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesinde asistan olarak başladı. Sonraki yıllarda birçok üniversitede öğretim görevlisi ve bölüm başkanı olarak görev yaptı. 1993 yılında profesör unvanı alan Bozkurt’un makale ve yazıları çeşitli dergilerde yayımlandı.
LEHÇELERDE EN ÇOK DEĞİŞME NEREDE?
Akademik, Alevilik, Bektaşilik, Araştırma - İnceleme kategorilerinde eserler kaleme alan Bozkurt, Türk lehçeleri konusundaki çalışmalarıyla da biliniyor. Bozkurt; “Türk lehçelerinde dil kuralları ortaktır” diyor ve ekliyor; “Lehçeler arasında en çok değişme ses dizgesinde olmuştur ve bunlar da son derece kurallı değişimlerdir. Morfolojide de değişiklikler vardır, bunların çoğunluğu da ses değişikliğidir. Bunun dışında sözvarlığında farklılıklar saptanır. Bir bölümü bilim dili ve terminolojisi geliştirememiştir.” Türkiye dışındaki hiçbir yerde köklü bir dil devrimi yaşanmadığını belirten Bozkurt; “Bu yüzden dış Türk lehçelerinde Arapça-Farsça sözcükler, Türkiye Türkçesine göre oldukça fazladır. Türk dil devrimini örnekleyip dillerini geliştirmeleri düşünülebilir. Nitekim İsrail Türk dil devrimini örnek alarak ulusal bir dil yaratmayı başarmıştır” diyor.
Ancak dış Türklerle ilişkide, Türkiye Türkçesi çekincesi söz konusu olduğunu anlatan Bozkurt, özellikle Türkiye Türkçesini en gelişmiş ve ortak dil olarak benimsetme söylemlerinin zaman zaman sert tepkilere neden olduğunu belirtiyor. Bunu Bakü’de yapılan Türk Dünyası toplantısında açıkça gözlemlediğini belirten Bozkurt; “Türkiye’den giden bir konuşmacının ‘Türkiye Türkçesi en gelişmiş Türkçe, ortak dil olmalı’ içeriğindeki sözlerine, Azeri profesörün yerinden ‘Nesi gelişmiş? Arapçaya, Fransızcaya benzetip sözler yaptınız’ diye bağırması üzerine ortalık karıştı” diyor.
Türk lehçeleri konusunda Türk Dil Kurumu’nun (TDK), ortak bir dilbilgisi koyamadığını anlatan Bozkurt; “TDK’nın yapması gereken, işlevsel lehçe kitapları yayımlamak ve araştırmalar yapmaktır” diyor ve şöyle devam ediyor; “Kurumun lehçeler üzerine yayımladığı çalışmalar daha çok üniversitelerde yapılan akademik çalışmalar. Bunlar da geniş okurun kullanamayacağı kitaplar değil ne yazık ki!”
‘BEN’ DEĞİL ‘BİZ’
“Sorun kurumun idari yapısından kaynaklanmaktadır. Her iktidara göre değişen başkan ve üyeler yüzünden, uzun süreli projeler yapılamamakta, her yönetim birkaç yıl görevini sürdürüp gitmektedir. Yönetimde bulunan kadrolar görev gereği işlerini yapmaya çalışıyorlar” diyen Bozkurt, oysa dilin görev gereği değil sevgi ile araştırıldığını vurguluyor.
“Görevi biten kadronun işi de bitmiş demektir. Bu yüzden Atatürk, Türk Dil Kurumu’nu bir vakıf olarak kurmuş, kitle bağlantısını sağlamak için beş yüzün üzerinde dilseveri kalıcı üye olarak belirlemişti. 12 Eylül faşizmi ile bu yapı bozulmuş, hem kitle bağlantısı kopmuş hem de güven kaybetmiştir” diyen Bozkurt, “Türkçenin bu özelliğiyle Türk toplumunda ortaklaşa kimlik egemenliğinde kendini bulur” diyerek şöyle devam ediyor; “Birey, toplumla bütünleşip birlik oluşturduğunda kendini güvencede sayar. Bütünleşme sözünün tam karşılığı ‘biz’ olmadır. Biz’likte dirlik, güven, sorunsuzluk, rahatlık vardır. Sürekli ‘ben’ diyen birey, ortaklaşa davranışçı kültürlerin genel dünya görüşünün ifadesi olan ‘biz’ kavramına ters düşer.”
ORTAKLAŞA KİMLİK
Fuat Bozkurt; “Birey olma savaşımının güçlük ve birikiminden kopup ‘biz’e sığınma, Türk insanını ‘ben’e ait tüm sorunlardan uzaklaştırır. Türk insanı, kendini benlik ve kişilik yarışına sokmaktan kaçınır. Tüm benliğini bizlik içinde eritir. Beğenilen bir şey yapıp başarıldığında kişi ‘ben yaptım’ demekten kaçınır. ‘Biz yaptık’, hem paylaşımcılık hem de alçak gönüllülüktür” diyor.
Toplum, sürekli kendini öne çeken ben, benci kişileri sevmez. İstekler, tutkular, doyumlar, değerler, çıkarlar, dürtüler, tepkiler, sevgi ve nefretler ‘biz’e yüklenir.
Varlığını ve benliğini, yokluk ve bizlik içinde eriten Türk insanı; aile, aşiret, soy, toplum, ulus, cemaat, örgüt, devlet gibi biçimleriyle bir kollektivizm içinde yok olur. Bu yok olma, bir zorunluluktan çok gönüllü seçim gibidir. Tek başına (birey) iken bile, bir bütün kitle gibi davranır. Bu yüzden Türk insanını bir araya getirmek zor, ama bir araya getirdikten sonra istenen yere götürmek oldukça kolaydır.
Bozkurt’a bu konuda Batı dillerindeki durumu soruyoruz. Bozkurt; “Bunun karşıtı bir yapı gözlenir. Alman ve İngiliz dillerinde her tümcede özne vurgulanmak zorundadır. Dilin yapısı ‘ben’ kullanımını zorunlu kılar. Bunun toplum yapısına yansıması da bireyin öne çekilmesi olur. Kişi kendi deneyimleri ve başarılardan söz ederken, ‘ben’den sık yararlanır. Bu durum onun kendine güveninin ifadesi olarak algılanır.”
Yarın: Oturtulamayan kurallar yayın dünyasını nasıl etkiliyor?