Türk Dili Günümüz kutlu olsun
Dil; toplumu millet yapan, o toplumdaki kişilerin birbiri ile iletişim halinde olabilmesini sağlayan ve onları kaynaştıran, en büyük araçtır. Ülkeyi oluşturan değerler: Toprak, millet, bayrak, marş, tarih ve dildir.
Çok eskilere dayanan Türkçemiz, 13 Mayıs 1277 yılında Karamanoğlu Mehmet Beyin fermanı ile resmi dil olarak kabul edilmiştir. 743. yılımız kutlu olsun...
Gelişmiş ülkelere bakıyorum da, en çok kullanıldığı söylenmesine karşın; aslında dünya genelinde en çok konuşulan 2. ana dil olan İngilizcenin başlangıcı 5. yüzyıla dayanır. İspanyolların en geniş koloni grubu olmasından dolayı, aslında dünya genelinde en çok konuşulan dil olan İspanyolcanın tarihi de 5. yüzyıla dayanır. Dünyada en çok kullanılan ve bilinen 2 lisandan bahsettim. Dikkatinizi çekerim; bu tarihler dilin ilk kullanılmaya başlandığı dönemi gösteriyor, resmi dil oldukları zaman değil! Zaten İngiltere’nin ilk kuruluş tarihi 1260, bizim Türkçeyi resmi dilimiz olarak kabul ettiğimiz dönem... Bir de Türkçenin tarihine bakalım...
Türk edebiyatının en eski eserleri olan abidelerden, 732’de Bilge Kağan tarafından Kültigin adına, diğeri Bilge Kağan’ın ölümü ile 735’de oğlu Kül Tiğin tarafından ve 720-725 arasında Tonyukuk ise kendisi hayatta iken, kendi adına dikilen anıtların, Göktürklerin Türkçe abideleri olduğunu, akademik kaynaklardan görüyoruz… 1075 yılında yayınlanan Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lugatı Türk bizim en eski lugatımızdır. XII.-XIV yüzyıllar arasında, Dede Korkut Hikayelerine rastlıyoruz ama tüm bunlardan daha ilginç olan konuya yoğunlaşalım!
Dünya tarihinin Afrika’da Hominin diye adlandırılan ilk insanla başladığı, tarihi yer olarak yaşamın en eski yeri olan ve M. Ö. 10.000 yıl öncesine dayanan Göbeklitepe, hatta yakın geçmişte 11.500 yıl öncesine dayanan Karahantepe, ayrı bir tarih; yani dünyanın en eski tarihi yeri... Belki farkında bile değiliz ama ülkemizin her tarafı, dünyanın hiçbir yerinde olmayan tarih ile bezenmiş... Bunun da gerisine gitmek istiyorum. Burası Mu adası...
Dünyanın ilk oluşumu döneminde Pasifik Okyanusunda Antartika’nın çok daha büyüğü olan, Avustralya kıtası büyüklüğünde, batık adadır; Mu adası... James Churchward tarafından yapılan incelemeyi Mustafa Kemal Atatürk fark eder ve kendisinden raporlar ister... Gelen raporlar, ikiye bölünen adada yaşayanların, bir kısmının Güney Amerika, bir kısmının Asya kıtasına çıktığını, Amerika kıtasına çıkan kişilerin, İnka, Maya, Aztek ve Kızılderili tarihini oluşturulduğunu gösteriyor. Bu tarihi bulgular da, tarihin çok eski bir döneme dayandığını gösterir. İşte asıl önemli olan nokta, burada ortaya çıkıyor. M.Ö. 12000 yılında Pasifik’te battığı sanılan ve Mu diye adlandırılan bu kara parçası ve buradan Türkistan’a ve Amerika’ya sığınan halk topluluklarındaki ortak öğeleri açıklayan “Batan Mu Kıtası” adlı eserini 1934-1935 yıllarında yayınlamış. Meksika’daki işgüderimiz (diplomatımız), 1935’in baharında Atatürk’ün dikkatini Maya dili üzerine çekmiştir.
Bunu fark eden Mustafa Kemal Atatürk James Churchward’dan düzenli olarak raporlar ister. Bu raporlar, Mu’nun eski kültürünü, dinini, mitolojisini ve kozmogonisini (evrenin doğumu), bir yandan Uygurların Gobi Çölündeki merkezleri olan Karahoto’da, öbür yandan da Mayaların Meksika’da Yucatan Yarımadasında bıraktıkları kalıntılarının incelendiğini ve bunları eski Mısır, Sümer, Hitit, Hint ve Çin mitolojisi ve dini ile karşılaştırmak yoluyla yorumlandığını görüyoruz. 1937’de Atatürk bir fikir edinmek üzere bu konuyu anlatan 5 cildi 8 gün içinde Türkçeye çevirtmiştir (yayımlanmamış Türkçe metin Dil Kurumu kitaplığındadır).
1935 yılında Meksika Büyükelçiliği’ne Tahsin Mayatepek’i, “Güneş-Dil teorisini de desteklemek amacına yönelik şekilde görevlendirir.Bir vakitler Pasifik Okyanusu’nda büyük bir medeniyet merkezi olarak yer alan ve sonradan büyük depremlerle sular altında kalarak batmış, kaybolmuş bulunan Mu Kıt’ası ve bunun üzerinde oluşup; çok yüksek seviyeye ulaşmış Mu Medeniyeti hakkında bilgi toplamasını, o arada Türkler’in Mu kökenli olup olmadıklarını araştırmasını ve ayrıca Türkçe ile Maya dili arasındaki ortak noktaları, birliktelikleri ve -varsa- örnek ifadeleri, sözleri tespit etmesini” ister. Bunun üzerine Meksika’ya giden Tahsin Mayatepek, M.Ö. 200.000 ile 70.000 yılarına ait bilgileri içeren Meksika tabletlerini inceleyerek, günümüzden 12.000 yıl önce yok olan yüksek medeniyet merkezi Mu Kıtası ile ilgili bilgileri toplar.
Tahsin Bey'in asıl görevi Maya dilinin öz Türkçe'yle olan benzerliğini ve Maya tabletlerini araştırmaktı. Meksika'ya gitmesinden bir müddet sonra, Etnografya Müzesi'nden kimi görevlileri yanına gönderdiler. Ekibin araştırma sonucu, 3 ciltlik bir kitap haline getirilerek Atatürk'e sunuldu. Kitaplarda: Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarının kullandığı eşyaların, Türklerin kullandığı eşyalara ne denli çok benzediği, hatta davul ve kalkanlarında kullandıkları ay ve yıldızın Türk Bayrağındaki ay ve yıldızdan hiçbir farkı bulunmadığı açıkça kanıtlanıyordu.
Atatürk’ün elyazısı notları ile şöyledir: “Mu Kıt’ası’nın mukaddes esrarlı yazılarından alınma Naakal tabletleri, Naga sembol ve harfleriyle yazılmıştır. Menkabelerin (meşhur kişilerin hayat hikayesi) söylediğine göre ana vatanda yazılmış, ilk defa olarak Burma ve sonra Hindistan’a getirilmiştir.(…) Ekseriyetle daha şimalde yahut Uygur işaret ve harfleriyle yazılmıştır. İki kısımda da hakikat olan, yazının ana vatan, Mu alfabesiyle olmasıdır.
Atatürk’ün ölümünden sonra, gerekli araştırmalar yapılmadığı için, bazı konulara kesinlik kazandırılamamış olabilir ama dünya tarihinde en eski yazıtların Türkçeye benzemesi de ayrıca hassasiyet gösterilmesi gereken bir konu...
5. yy itibaren başlayan, İngilizce ve İspanyolca kendisini bu kadar güzel küresel dünyaya anlatabilirken, bizim gibi Güneş Dil Teorisine kadar uzayan dilimize, dünyanın her noktasında milletimizin insanlarının bulunduğu bir dünyada biz gerçekten dilimize sahip çıkabiliyor muyuz? Dünya çapında ne geniş bir kitleye, tarihte ne kadar eskiye dayandığımızı biliyor muyuz? Hatta yeni kelimeler konusunda bile gerekli önemi verebiliyor muyuz? Hazırladığım sözlüğü Türk Dil Kurumu Sözcük Öbeği başkanı ile görüştüğüm zaman şöyle demiştim: ’42.800 kelime tanımı ve 130.000’e yakın kelime anlamı olan sözlüğümü size sunmak istiyorum. Printer, faks, scanner, taksi gibi diğer kelimelerin Türkçemize girmesini de engelleriz’ dediğim zaman, başkan bana ‘Türkçemize bir kelime tanımlamak için, en az 2 yıl Türkçeye girip, kullanıldığını görürsek, ona Türkçe karşılık veriyoruz’ demişti. Peki soruyorum sizlere ‘bu şekilde yapılınca, 2 senede herkes o kelimeyi yabancı kökenli olarak öğrenip, Türkçesini bilmeden yaşadığı yanlış mı?
Güneş Dil Teorisine göre, koronosız bir dünyada, dünyanın en eski dili olan Türkçemizi korumak, sahip çıkmak ve dilimizi daha da geliştirmek dileğiyle; 743. Türk dili yılımız kutlu olsun...