Türk kültürü serbest piyasada bir madde midir?
Milli bir kültür atılımı yapılamadığı taktirde, hâlâ içinde bulunduğumuz ve gidişatı hiç de iyi olmayan kültürel bölünmüşlük ortamında, küresel güçlerin yönlendirmelerine çok açık bir kültür-sanat çevresine sahip olmaya devam edeceğiz.
Eğer değildir diyorsanız, o zaman gereğini yapıp kültürü serbest piyasa örgütlenmesinin kurbanı olmaktan kurtarmanız gerekir. Yoksa kültürü, turizmin yanına yapıştırıp, ikisini birden idare etmeye çalışırsanız, aynen Türkiye’de olduğu gibi sonuç verir. Çünkü “Turizm” serbest piyasayı, “Kültür” ise kontrollü olarak piyasa dışını ele almak zorundadır. Eğer bunları karıştırırsanız, iki bin yıllık dediğiniz ata kültürünü de serbest piyasanın dişlileri arasında ezdirirsiniz ve Dedem Korkut’tan bu yana ilmek ilmek örülen Türk kültürünü, Batı’ya kurban etmiş olmanın vebalini de üstlenmiş olursunuz. Birileri de gün gelip sizden bunun hesabını sorar.
Bunu neden belirtmek zorunda kaldık? AK Parti hükümetlerinin eski Turizm ve Kültür Bakanlarından biri olan Nabi Avcı, “Yerel Yönetimler ve Kültür Sanat Çalıştayı” adlı önemli toplantıda, aşağıdaki fikirleri belirterek Türk kültürünün serbest piyasanın insafına bırakılmasını istemiş:
ESKİ KÜLTÜR BAKANINDAN TEHLİKELİ YAKLAŞIMLAR
“Kültürümüzü yönlendirmek, biçimlendirmek, programlamak ve politikalar oluşturmak mümkün değil. Türkiye çok farklı kültürlerin zenginliği içerisinde yaşayan bir topluma sahip. Bunun yanında kitle iletişim ortamlarındaki araçlara erişimin bu kadar kolay hale gelmesiyle, kültür konuları fiziki ortamların dışına taşınmıştır. Oralarda bu programlamayı, yönlendirmeleri yapmak hiç mümkün değil. O yüzden rahat olun, sizin sunacak bir zenginliğiniz varsa mecralar fazlasıyla imkan sağlıyor.”
Evet eski bakan çok haklı! Mevcut mecralar, yani Facebook, Instagram ve bilumum sosyal medya fazlasıyla imkan sağlıyor, ama kime sağlıyor? Batı’nın o hegemonyacı, aç gözlü ve bir türlü doymayan küreselci imparatorlarına!
Bir eski kültür bakanının, kültürel ve fiziki olarak ateş altında bulunan bir ülkede, bu tür düşüncelere sahip olması ve bu fikirlerle 2000 senelik Türk kültürünü yönetmeye yetkilendirilmiş olması, büyük bir talihsizliktir bizce. Gelin biraz açalım bu itirazımızı:
BATI BİLE SOSYAL MEDYAYA TAVIR ALIRKEN
Özellikle de, ABD’nin ve Batı dünyasının 30 senedir “küreselleşme” saldırısı altında olan, ve fiziki yakınlığımızdan dolayı, dünyada bu saldırıdan en çok etkilenen ülke olmamızdan dolayı, Türk devletinin Kültür Bakanlığı, bizce kendi başına sadece kültür ve sanata yoğunlaşan bir yapıda olmak zorundadır. “Turizm” kısmı ayrı bir organizasyon altında, en çok geliri elde etmek üzere zaten organize olmuş durumdadır. “Kültür” unsurunda ise, amaç para yapmak değil, ülkenin kültür ve sanat dünyasını şekillendirmek ve geleceğe aktarmak olmak zorundadır. Dolayısı ile, bu iki ayrı tür amaç, aynı çatı altında verimli olamamaktadır ve bizce bunu zaten geçen zamanlar da net olarak göstermiştir.
Bir kere, kültür-sanat alanının sınırları ve kapsamı doğru tesbit edilir ve devlet organizasyonunda lâyık olduğu önem verilirse, sonrasında yapılacak işler daha kolay olacaktır. Kültürün ve sanatın her alanında Türk geleneklerinin ve ata yadigarı kültürümüzün, Türk insanı tarafından anlaşılması temelinde, modernleşme yolları yaratıcı olarak aranabilecektir. Temelini Türk tarihinden ve geleneklerinden almayan hiçbir modernleşme, ne kalıcı olacaktır ne de Türkiye’ye uyacaktır. Bunun örneklerini, hem Tanzimat'tan sonraki çabalarda, hem de Cumhuriyet’ten sonraki çabalarda görmüş olmalıyız. Elimizdeki bu iki derin tarihi tecrübeyi iyi tahlil edebilirsek, içinde bulunduğumuz üçüncü teşebbüsten, çok daha başarılı çıkma şansımız olacaktır.
TOPLUMU BİRLEŞTİRMEDE DEVLET’İN ROLÜ
Elbette Türk toplumundaki bölünmüşlük, kendi haline bile bırakılsa, günün birinde hayatın kendisi tarafından zorlanarak aşılabilecektir bizce. Ama zorla küreselleştirilen ve bundan da en büyük zararlara uğrayan Türkiye’nin, bizce böyle sonsuz bir zamanı bulunmamaktadır. O nedenle de gerek küresel kültürel saldırıya karşı, gerekse toplumumuzdaki kronikleşmeye başlayan bölünmeye karşı, her toplumda olduğu gibi, Türk toplumunda da en güçlü mekanizma olan, devletin müdahalesi gerekmektedir.
Bu, gerek toplumun kültürel organizasyonunun sağlanması, gerekse de küresel saldırının Türk toplumuna dayattığı kültürel normların reddedilmesi açısından çok önemlidir. Bizce, devlet toplumda kültür alanındaki her kesime imkan sağlayıp, Türk toplumunun kültür meselelerini ve çözüm alternatiflerini tartıştırmalıdır. Böyle bir tartışma sonucunda, ortak noktalar yaratılıp, bu zeminde Türk kültür ve sanatının geleceğine damga vurulabilir. Bu tür milli bir kültür atılımı yapılamadığı taktirde, hâlâ içinde bulunduğumuz ve gidişatı hiç de iyi olmayan kültürel bölünmüşlük ortamında, küresel güçlerin yönlendirmelerine çok açık bir kültür-sanat çevresine sahip olmaya devam edeceğimiz mutlaktır. Böyle bir kültürel ortamdan da, verimli ve yararlı sonuçlar alabilmek bizce mümkün değildir.
MİLLİ KÜLTÜRÜN YARATILMASI VE KORUNMASINDA BAŞKALARI NE YAPMAKTA
Aslında milli kültürün oluşturulup yabancı etkilere karşı korunmasında, halihazırda dünya çapında oldukça değerli tecrübeler mevcuttur. Bunun nedeni ise, hemen her ülkenin kendi kültür yapısını koruması gerektiğinin bilincine varması ve özellikle de küreselleşme ve sosyal medya saldırısı altında, bu korumayı yapmak zorunda bırakılmasıdır. Örneğin, küreselleşmenin merkezi olan ABD’nin yanı başındaki Kanada bile, ABD etkisine karşı, TV dizilerinde ve içeriklerinde belirli bir milli yüzde tutturulmasını şart koşmak zorunda kalmıştı. Aynı tür uygulamalar, Fransa dahil hemen tüm Avrupa ülkelerinde de bulunmaktadır. Hollywood’un ve ABD merkezli küresel kültür saldırısının altında, Batı devletlerinin bile korunma gereksinmesi hissettiği bir dönemde, Türkiye veya diğer ülkelerin bu konuda hiçbir şey yapmaması nasıl beklenebilir ki? Çin Halk Cumhuriyeti, Kültür Devrimini yaparken buna benzer kaygılarla yola çıkmıştı. Bugün de Çin ve Rusya dahil birçok ülke, milli kültürlerine karşı yapılan küresel saldırıya, devlet katında alınan çok kesin yasaklar ve etkili araçlarla cevap vermektedirler.
NABİ AVCI’NIN PEK SEVDİĞİ SOSYAL MEDYA MECRALARI
Özellikle de, küresel kültür saldırısının en önemli ve en etkili silahı olarak kullanılan sosyal medya konusunda, tüm dünyada büyük bir tereddüt ve uyanış olmaktadır. Hemen her gün, bir başka ülkenin sosyal medya konusundaki kısıtlamaları haberini okumaktayız. Böyle bir zamanda, Türkiye devleti de bir devlet olarak, sanki yeni bir cephe açılmışçasına, elindeki tüm silahları ve araçları kullanmak zorundadır. Bizlere “demokrasi” ve “insan hakları” olarak dayatılan konuların, doğrudan emperyalist hegemonya araçları olduğunun bilinci ile, kültür ve sanatımız savunmak ve kendi temellerimiz üzerinde geliştirmek zorundayız. Bu bilinçle, devletin gücünün, başka ülkelerin de uyguladığı metodları inceleyip, milli kültürün korunmasında kullanılması, hem çok acil hem de çok önemli bir konu haline gelmiştir.
SONUÇ: KÜLTÜR VE SANATTAKİ YAPAY BÖLÜNMEYE SON!
Türkiye Cumhuriyetinin ikinci yüzyılına girdiğimiz bu senede, Türk devletinin tüm gücü ve imkanları ile kültür-sanat alanındaki yabancılaşma ve küreselleşmeye direnmesi zorunluluğu açıktır. Bunun nasıl olması gerektiği, bu konuda önemli adımlar atan diğer ülkelere bakarak öğrenilebilir. İki bin senelik milli kültür ve geleneği bulunan, tarih yazarak genel dünya medeniyetine katkıda bulunabilen bir avuç milletten biri olan Türk milletinin, bu küresel mücadeleden galip çıkmaması için hiçbir sebep bulunmamaktadır. 85 milyonluk bir nüfusa, her köyünden bir âşık çıkaran yeteneklere, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan bir kültür yelpazesine ve sanat çeşitliliğine sahip Türkiye’nin, yeni yüzyılına çok daha kararlı ve kültürel konularda fikri netleşmiş olarak girmesi çok mümkündür. Bunun icin de, iki bin senelik Türk kültürel organizasyonunun, Turizm bakanlığının bir yan kuruluşu olmak yerine, kendi başına bir bakanlık olarak oluşturulması ve gerçekten de Türk kültürünün korunması ve daha ileriye taşınmasına ait bir merkez olması gerekir. Bu sağlandığı taktirde, Cemil Meriç’in bahsettiği ve hemen her ülke için doğru olan, “ilgisiz ve en kalabalık orta nüfus” da bu temelde harekete geçirilecek ve Cumhuriyet'in ikinci yüzyılı, kültür ve sanat bakımından Türkiye’nin şanına uygun bir küresel varlığın yaratılmasına aracı olacaktır.