Türkiye garantör ülke olmamalı İsrail gazına yol açmamalı
Türkiye, 2020’nin sonuna doğru AB baskısıyla Doğu Akdeniz’deki aramalarını durdurdu. Kamuoyuna Karadeniz gaz sahasında aramaların yoğunlaştırılacağı duyuruldu. Enerji Bakanı Doğu Akdeniz’de de müjde vereceğiz demişse de o müjde bir başka bahara kaldı
Türkiye’nin karşısında iki tuzak var: 1-) Ukrayna için garantörlük. 2-) İsrail gazına yol açmak. ABD, Türkiye-Rusya ilişkisini bozabilmek ve iki dostu düşman yapabilmek için vekalet savaşçısı Ukrayna’nın Türkiye’den garantörlük isteğiyle kapan kurmuş durumda. AB, göz koyduğu Doğu Akdeniz gazını barış ve istikrar yutturmacası ve bölgesel işbirliği oyunuyla sömürebilmek için kurduğu kapana İsrail gazını yem olarak koydurmuş bulunuyor. Türkiye, ulusal çıkarları gereği dikkatli olmak ve her iki kapana da düşmekten kaçınmak zorundadır.
Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminin hızlı ve kesin karar alma avantajı karşısında, hataya düşmeme zorunluluğu önem kazanıyor. Ulusal güvenlik konuları üzerinde yeterince durmayan, halkın geçim sıkıntısını kışkırtmaktan başka stratejisi olmayan “6+1 parçalı” yamalı bohça görünümündeki muhalefetin akıl erdiremediği ve dile getiremediği önemli konularda, iktidarın ve Cumhurbaşkanı'nın karar öncesi yüksek hassasiyetle durması gerekiyor.
ABD TUZAĞI
Cumhurbaşkanı, son kez 24 Nisan’da ABD’nin hizmetkârı Zelenski ile telefon görüşmesinin ardından, “Ukrayna’nın garantörlük isteğine sıcak bakıldığını” söyledi. 25 Nisan’da ABD Dışişleri Bakanı Blinken ve Savunma Bakanı Austin’in Kiev’de Zelensky ile görüşmeleri sonrası, Ukrayna’ya savunmadan öte taarruz silahları verileceği açıklandı.
Rusya’nın yenilmesi umuduyla ABD, İngiltere, NATO ve Avrupa ülkeleri savunma silahı yerine saldırı silahı vermeye başladılar. ABD, silah ağırlıklı ek 33 milyar dolar yardım yapıyor, ağır topçu silahlarının sevkiyatını artırıyor, Ukrayna birliklerine kritik askeri sistemler, radar ve topçu eğitimi veriyor. 26 Nisan’da NATO Savunma Bakanları silah desteğinin artırılmasını kararlaştırdı. Almanya tanklar vermeyi kabul etti. İngiltere müttefiklerini savaş uçağı göndermeye çağırdı. Biden, Putin’e “Ukrayna’ya hükmetmeyi asla başaramayacaksınız” mesajı gönderiyor. Foreign Policy dergisinde, “Biden’ın Ukrayna’daki savaşı küresel savaşa çevirme” tehlikesine dikkat çekiliyor. Moskova’dan ise, “Yardımların öngörülemeyen sonuçlara yol açacağı” görüşü geliyor. Rus basınında, Üçüncü Dünya Savaşı ve nükleer savaş tehlikesinden söz ediliyor. Dışişleri Bakanı Lavrov, “Nükleer savaş riskini hafife almayın” uyarısını yaparken ABD, Rusya’yı nükleer savaşa tahrik ediyor.
ABD, İngiltere ve müttefikleri savaşa fiilen katılsalar da Rusya zayıflasa da varlığını korur, ama Avrupa zararlı çıkar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Zelenski ve Putin’i 29 Mart İstanbul görüşmesi doğrultusunda masaya oturtma ve barışı kotarma diplomasisi sürüyor, ama bunun gerçekleşmesi olası görünmüyor. Çünkü, ABD ateşkes ve barış değil, savaşı büyütmek istiyor. Böyle bir süreçte sağlanacak ateşkes geçici olur, kalıcı barışa ulaşılamaz. Bu durumda Ukrayna’ya güven desteği diye garantör ülke statüsünü kabul etmek, gelecekte çıkması kaçınılmaz görünen çatışmalar sonucu, Rusya ile savaşa girmeyi kabul etmek demektir. Türkiye’nin garantörlüğüyle ABD, Türkiye-Rusya ilişkisini koparma fırsatını yakalamak istiyor. Türkiye’nin garantörlüğü, Ukrayna-Rusya arasında tarafsızlığını zedeleyeceği gibi, Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tarafı, uygulayıcısı ve koruyucusu olmasıyla da çelişkilidir.
DOĞU AKDENİZ’İN SÖMÜRÜLME TEHLİKESİ
İlişkileri düzeltmek için 14 yıl sonra, 9 Mart 2022’de İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Ankara’yı ziyaret ederek Cumhurbaşkanı ile görüşüyor ve yeni süreç başlatılıyordu. Gündemi olmayan bu ziyarette, “İsrail’den Türkiye’ye uzanacak gaz boru hattı projesi” konuşuluyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Arama ve sondaj gemilerimizle Akdeniz’de ortak çalışmalar yapılabileceğini” vurguluyordu. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini düzeltmesi, Arap ülkeleriyle de böyle bir süreç izlemesi diplomatik açıdan elbette önemli. Suriye ile de ilişkileri düzeltmek için benzer adım atılmalı. Ancak, hemen vurgulamak gerekir ki Türkiye’nin ne İsrail gazına ihtiyacı var ne de ödün olarak Doğu Akdeniz’de hidrokarbon aramalarında İsrail ile ortak çalışmaya! Boru hattı konuşulmadan önce, İsrail’in Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile 2010’da deniz alanının paylaşılması için yaptığı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmasını iptal ederek, kendi çıkarları için de bu anlaşmayı Türkiye ile yeniden yapması gerekir.
Doğu Akdeniz’de hidrokarbon aramalarına Mısır 1960’lı yıllarda sığ sularda, 1990’dan sonra derin sularda girişmiş ve 2010’a gelindiğinde offshore alanda kullanılabilir ciddi gaz rezervine ulaşmıştı. İsrail de 1999’da derin sularda aramaları başlatmış, 2009’da Tamar ve 2010’da Leviathan sahasında doğalgaz keşfetmişti. 2005’den sonra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) bu kervana katılmış, 2011’de Afrodit parselinde ilk doğalgaz bulgusunu gerçekleştirmişti. Geçmişte Türkiye’ye boru hattıyla doğalgaz ihraç projesi gerçekleşmeyen Mısır, doğalgazını sıvılaştırarak LNG şeklinde satmaya girişirken, sahalarını geliştiren İsrail ve GKRY deniz tabanından önce Girit’e ve Türkiye’nin kıta sahanlığını çapraz aşarak Yunanistan’dan İtalya’ya uzanacak “East Med (Doğu Akdeniz) Hattı” ile ihraç etmeyi planlamışlardı. Yılda 12 milyar metreküp kapasiteyle çalışacak hattın hesaplanan 6-7 milyar dolara değil de en az iki katına çıkacak olması projeyi olabilirlikten çıkarmış, ABD desteğini çekmişti.
Mısır, İsrail, GKRY ve Yunanistan Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı şer cephesiydi, ama Mısır East Med Boru Hattı projesine katılmamıştı. ABD’nin desteğini çekmesiyle finansman olanağı kalmayan, teknik sorunları ağır ve güzergâhı tartışmalı bu proje yerine ya Türkiye coğrafyasından geçecek hat veya LNG seçeneği kalmıştı. Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzeltilmesi çabasını gözleyen AB, Doğu Akdeniz gazının İsrail kaynağından başlayarak Avrupa’ya taşınmasını fırsat sayıp, Rus gazına alternatif arayışında gündeme alınmasına önayak oldu. AB çıkarı ve amacı doğrultusunda, Türkiye’ye rağmen Doğu Akdeniz gazına el atmak çabasıyla, bölgesel işbirliği, istikrar, barış soslu politikayla İsrail gazının Türkiye’ye yem olarak sunulmasını sağlamış bulunuyor. Ankara’da Herzog, İskenderun’a uzanacak hattın Avrupa’ya ulaşmasını önerirken, sadece İsrail’in isteğini değil, perde arkasında projenin kotarıcısı ve olası finansörü AB’nin isteğini de dile getiriyordu.
AB, Güneydoğu Akdeniz gaz kaynaklarını bu projeye yönlendirme çabasında olup, GKRY gazının katılmasını istemekte. Ancak, Rum Enerji Bakanı Pilidu, Mısır’daki şirketlerle anlaşmak istediklerini, Türkiye’ye yönelik boru hattının zor olduğunu söylüyor. Herzog’un ardından 14 Mart’ta İstanbul’da Erdoğan'ı ansızın ziyarete gelen Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in resmen açıklanmayan isteği, boru hattına katılmaktı. Enerji konusunun konuşulduğu, Miçotakis’in “Güneydoğu Akdeniz’de istikrar hepimizin yararınadır.” dediği açıklandı. Bu açıklama AB’nin isteği doğrultusunda katılım talebi olduğunu kanıtlıyor. Miçotakis, olumlu yanıt almış olmalı ki Vahdettin Köşkü’nde kuzu postuna bürünmüş çakal edasıyla sırıtıyordu. Herzog ve Miçotakis’in Türkiye’ye geldiği günlerde, Batılı liderlerin yakın ilgileri ve ziyaretleri, artan stratejik öneme bağlanıyordu. AB politikasıyla İsrail, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın gaz boru hattı niyetleri gözardı ediliyordu.
AB’nin İsrail hattındaki stratejisi, Miçotakis’in girişimi ne basının ünlü kalemşorlarınca ne de ekranların değişmez kıdemli tartışmalarınca değerlendirildi. AB’nin sömürü amacına uygun olarak Avrupa’ya taşınacak Güneydoğu Akdeniz gazından İsrail, GKRY ve Yunanistan’ın kazançlı çıkacağı görülebilmeli. İsrail’in kazancı hedeflediği Kürdistan devşirmeli Büyük İsrail projesinin gerçekleşmesine, Kıbrıs Rumlarının ve Yunanlıların kazancı ise, Türkiye’ye karşı daha çok silahlanmalarına, Kızıli Vatan’ı işgal girişimlerine neden olacaktır. İsrail-Türkiye doğalgaz hattı, izin verilmemesi gereken, ulusal çıkarlarımıza karşıt bir projedir. Güneydoğu Akdeniz gazı, bölge ülkelerinin ve Türkiye’nin dengeli çıkarlarına uygun olarak, aşağıda önerdiğimiz, “Kıbrıs Türk Gazı Boru Hattı ile Türk Hubı” üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmalıdır.
HİDROKARBON ARAMALARI DURDURULMAMALIYDI!
GKRY, Türkiye’nin kıta sahanlığına ve Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarına tecavüz ederek belirlediği MEB alanında hidrokarbon aramalarına girişince, Türkiye karşı çıkarak tepki koymuştu. ABD ve AB Türkiye’nin karşısında, Yunanistan’ın yanında yer almakta gecikmediler. Türkiye Doğu Akdeniz’de önce sismik taramaları, sonra da özellikle Kıbrıs çevresinde sondajlı aramaları başlatınca, hem ABD hem de AB Türkiye’yi durdurma çabasına kalkıştılar, ekonomik ambargolar ve yaptırımlar tehditlerini yağdırdılar. Anadolu’nun kıta sahanlığıyla örtüşen, Türkiye’nin Libya Anlaşması ile batı sınırı 26 derece 19 dakika olarak belirlenen olası MEB alanını tanımayan AB, “Biz hazırlatmadık, hükmü yok.” demiş olsa bile, Yunanistan’ın istemine uygun biçimde, Türkiye’yi Sevilla haritasıyla sınırlanan, neredeyse karasuları dışına çıkarmayan deniz alanına hapsedip, Doğu Akdeniz’in hidrokarbon potansiyeline Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi ile el koyma peşinde çabasını sürdürüyor.
Türkiye’nin resmen ilân edilmemiş olsa da şu an Doğu Akdeniz’deki olası MEB alanı 154 bin 814 kilometre kare büyüklüğünde. Amerikalı George Soros’un “Uluslararası Kriz Grubu” tarafından 2012 yılında çizilen haritada, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı 28 derece doğu boylamı ile sınırlandırılmıştı. Türkiye 2019 yılında Libya ile imzaladığı anlaşmada bu sınırı aşarak 26 derece doğu boylamına dayandırdı. Ancak Türkiye’nin kıta sahanlığının doğal sınırı 23 derece doğu boylamına kadar uzanıyor. Türkiye Petrolleri’ne 28 derece doğu boylamının batısına geçen arama ruhsatı verildi, ama her nedense 28 derece doğu boylamının batısına hiç geçilmedi, 26 derece doğu boylamına gidilmedi. 2020’nin sonuna doğru AB baskısıyla Türkiye, Doğu Akdeniz’deki aramalarını hiçbir gerekçe göstermeden durdurdu, kamuoyuna yapılan açıklama Karadeniz gaz sahasında aramaların yoğunlaştırılacağı oldu. Enerji Bakanı Doğu Akdeniz’de de müjde vereceğiz demişse de o müjde bir başka bahara kaldı.
Ağustos 2019’da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile görüşme sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklama yaparken, “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama çalışmalarına kararlılıkla devam edileceğini” söylüyor. “Doğu Akdeniz’de ne Türkiye’yi ne de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni yok sayan hiçbir proje hayata geçirilemez” diyordu. Bir yıl sonra Türkiye ile Yunanistan karşılıklı Navteks ilânlarıyla Doğu Akdeniz’de restleşirken, Temmuz 2020’de Avrupa medyasında, “Türkiye, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile yaşanan tartışmalı bölgede başlattığı doğalgaz arama çalışmalarını askıya aldı” haberi yayınlanıyordu. AFP haber ajansına konuşan Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, istişari görüşmeleri kast ederek, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, müzakerelerin devam ettiği sırada daha yapıcı bir tutum belirleyene dek biraz beklememiz gerektiğini söyledi” diyordu. Biraz denilen süreç, şimdilik iki yıla ulaşmış bulunuyor daha da uzayacak mı bilinmez!
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çalışmalarını durdurmasında süregelen ekonomik sıkıntılar, ABD ve AB baskısı, AB’nin yaptırım kararları etkili olmuştu. Türkiye ve Yunanistan arasında gerginliğin azaltılması için geçmişte de denenmiş, ama sonuç vermemiş ve vermesi olanaksız görünen, “İstişari Görüşmeler” durdurmaya gerekçe gösteriliyordu. Doğu Akdeniz’de artık “Oruç Reis” gemisi ve “Barbaros Hayrettin Paşa” gemisi sismik araştırma yapmıyordu, Kıbrıs çevresinde sondaj yapan “Fatih” sondaj gemisi ve “Yavuz” sondaj gemisi Doğu Akdeniz’de hiçbir offshore yeri delmiyordu. Araştırma filosuna yeni katılan “Kanuni” sondaj gemisi ise Akdeniz’e hiç açılmadı. Yunanistan’ın uzlaşmaz tutumuyla düzelmesi olanaksız Türk-Yunan ilişkileri bahanesiyle ABD, AB ve NATO’ya verilen tavizler sonucu gemiler Akdeniz’den çekilmişti. Mavi Vatan’a sahip çıkmak sadece askerî tatbikatları değil, o vatanda yatan doğal kaynaklara tavizsiz el atmayı da gerektirdiğinden gemiler çekilmemeliydi!... DEVAMI YARIN