Türkiye’den bir tek Vatan Partisi katıldı! 50’yi aşkın ülkeden 200 temsilci Moskova’da buluştu: Yeni sömürgeciliğe meydan okudular
Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ethem Sancak ve Rusya Temsilcisi Mehmet Perinçek, Moskova'da düzenlenen ‘Yeni Sömürgeciliğe Karşı Milletlere Özgürlük Forumu'ndaki konuşmaları ile tarihe önemli bir not düştü.
Rus devleti tarafından Moskova'da düzenlenen “Yeni Sömürgeciliğin Modern Uygulamalarına Karşı Mücadele Destekçileri Forumu” tamamlandı. “Ulusların Özgürlüğü İçin” sloganıyla toplanan Forum, Çin’den Zimbabve'ye kadar yedi iklimden devlet temsilcilerini bir araya getirdi. Forum'a, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitri Medvedev de katıldı. Rusya'nın iktidar partisi Birleşik Rusya Partisi öncülüğünde düzenlenen Forum'da, Türkiye'den bir tek Vatan Partisi yer aldı. TASS haber ajansı, Forum'a 50'yi aşkın ülkeden 200 yabancı temsilcinin katıldığını bildirdi. Temsil düzeyinin çok yüksek olduğu vurgulanan haberde, “Aralarında 30'dan fazla kişi, çoğu ülkelerinde iktidarda olan ya da iktidar koalisyonlarının bir parçası olan siyasi partilerin liderleri ya da lider yardımcıları.” denildi. Aynı tarihte Münih Güvenlik Konferansı'nın da düzenlendiği belirtilen haberde, Münih'te 150 katılımcının olduğuna dikkat çekildi. Forum'un organizasyon komitesinin birinci başkan yardımcısı olan Andrey Klimov da, katılımcıların birçoğunun devlet başkanından hükümet üyelerine ve parlamento başkanlarına kadar önemli pozisyonlarda bulunduğunu kaydetti.
DİVAN BAŞKANI ETHEM SANCAK
Forum'un ilk gününde, “Yeni Sömürgeciliğe Karşı Mücadelenin Siyasi ve Hukuki Yönleri” başlıklı oturum yapıldı. Oturumu, Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Uluslararası İlişkiler Bürosu Başkanı Ethem Sancak ile Birleşik Rusya Partisi Yüksek Konsey Üyesi Vladimir Pligin birlikte yönetti. Oturumda Vatan Partisi Rusya Temsilcisi Mehmet Perinçek de bir konuşma yaptı. Ethem Sancak ve Mehmet Perinçek'in konuşmalarını sunuyoruz...
BAĞIMSIZ DEVLETLERİN İÇ İŞLERİNE MÜDAHALENİN YENİ BİÇİMLERİ VE TÜRKİYE'DE BUNLARIN ÜSTESİNDEN GELMEK İÇİN ÖNERİLER
Dr. Mehmet Perinçek Vatan Partisi Rusya Temsilcisi
Türkiye'nin iç siyasi-hukuki düzenine Atlantikçi müdahaleden bahsettiğimizde, bunun tarihi Türkiye'nin NATO'ya katılımı ve Avrupa Birliği (AB)'ne üyelik sürecine kadar uzanmaktadır. Bu dönemde Türkiye'nin sadece politikası değil, iç hukuk yapısı da kısmen Vaşington ve Brüksel tarafından belirlenmiştir.
Böylece Türkiye'nin ulusal egemenliği ciddi bir darbe almış ve Batı'nın dayattığı hukuk normları pek çok alanda egemen olmuştur.
Özellikle Türkiye'nin NATO'ya girmesiyle birlikte, tüm NATO ülkelerinde olduğu gibi, Türk devleti içinde de anayasaya aykırı olarak “Süper-NATO” ya da “Gladyo” adı verilen devlet benzeri bir oluşum kurulmuştur. Bu oluşum, Türkiye'nin hem iç hem de dış politikasını yasadışı yöntemlerle kontrol etmeye çalışmış ve yaratılan kaos ortamında çok sayıda provokasyon ve şiddet eylemine başvurarak Türkiye'yi kolay bir av haline getirmeye çalışmıştır. Bunların sonuncusu devlet içine sızmış Fethullahçı-Gülenist örgütlenmedir.
Bu Atlantik sisteminin Türkiye'de hukuk alanında kısmen sağladığı ve sağlamaya çalışacağı düzeni şu şekilde tanımlayabiliriz:
SİYASİ-HUKUKİ DÜZEYDE
Bunun anayasal düzeydeki en önemli parçası “sivil anayasa” adı verilen tuzaktır. Aslında buradaki “sivil” kelimesi ulus devlete düşmanca bir anlam taşır ama bunu gizlemek için tasarlanmıştır. Dünyada her şey sivil olabilir ama devlet ve anayasa sivil olamaz. Ordu da sivil olamaz. “Sivil devlet” ve “sivil ordu” gibi tanımlar tuhaf görünecektir ve “sivil anayasa”dan bahsetmek de tuhaftır. Hiçbir anayasa, hiçbir yasa, devletin dışında, yani sivil olamaz. Ancak yabancı uluslarla yapılan hizmet sözleşmeleri sivildir. Sivil anayasa ancak bu türden bir içerik kadar sivil olabilir. “Sivil anayasa” ulus devlet düşmanlığından yola çıkmaktadır. “Sivil toplum” yanlılarına göre devrimlere ve Atatürk Cumhuriyeti'ne dair her şey kötüydü. Devleti kötü ilan ettiler. “Sivil anayasa” ile ne yapılmak istendiği çok açık: Türkiye'yi devletsiz bırakmak, yani sömürge haline getirmek; yasama, yürütme ve yargı yetkisini yabancı bir devlete devretmek; Atatürk devrimlerinin tasfiyesini yasallaştırmak ve ulus devleti yok etmek; ulusu parçalamak; ülkeyi bölmek; devlet ekonomisini boğmak ve canlanmasını önlemek; Ortaçağ ilişkilerinin egemenliğini sağlamak.
Yeni sömürgecilerin planlarına göre, devrimin yarattığı ulus, karşı devrim yoluyla etnik gruplara, mezheplere ve tarikatlara bölünecektir. Türkiye'nin laik yapısının hukuk alanında yok edilmesi de bu bağlamda anlam kazanmaktadır. Batı'nın bu yeni sömürgeci planları arasında “Türk milleti” kavramının anayasadan çıkarılması da dikkat çekmektedir. Vaşington ve Brüksel'in Türkiye'ye yönelik yeni anayasa projesinin bir parçası da devletin merkeziyetçi yapısının çökertilmesidir. Bu doğrultuda yerelleşme güçlendirilecek, Türkiye'nin güneydoğu bölgesine özerklik verilecek ve parçalanmanın zemini oluşturulacaktır.
“Sivil anayasa” kavramı ABD'deki “turuncu devrim” kavramının parçasıdır. Sivil anayasa aslında bölgemizde çok sık gördüğümüz turuncu devrim hükümetlerinin anayasasıdır.
İDEOLOJİK-HUKUKİ DÜZEYDE
Batı'nın dayattığı anayasa projesinin bir diğer sloganı da "İdeolojisiz Anayasa"dır. Aslında bu slogan cumhuriyeti yıkan, milleti ayrıştıran, ulus devleti ve orduyu tasfiye eden ideolojiyi gizlemek için tasarlanmıştır. Oysa ideolojisiz bir anayasa olamaz. Sadece bitkilerin ve hayvanların ideolojisi yoktur. Ancak devletin yaratılması, toplumun yönetilmesi ve devlet ile yurttaşlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ideoloji olmadan gerçekleştirilemez. Yeni sömürgecilerin buradaki amacı anayasayı vatansever ideolojiden arındırmaktır.
ASKERİ-HUKUKİ DÜZEYDE
Yeni anayasa kampanyası, yeni ordu girişimine paralel yürütülmektedir. Yeni yasal düzenlemelerle Türk ordusu, ABD'nin "müdahale gücü" misyonuna ve NATO'nun ihtiyaçlarına göre yapılandırılmış bir "profesyonel ordu"ya dönüştürülmek isteniyor. "Profesyonel ordu" dedikleri şey, Türk ordusunun tasfiyesidir. ABD ve AB, Türk Silahlı Kuvvetlerinin anayasal konumunu zayıflatmaya çalışmaktadır. Güçlü orduları olmayan ya da orduları yenilen ülkelerin anayasaları başkaları tarafından oluşturulmuştur. Örneğin bugünkü Alman Anayasası 1949 yılında Amerikan işgalcileri tarafından hazırlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ABD ordusu atom bombalarıyla Japonya'ya yeni bir anayasa dayattı. Japon Anayasası’nı Amerikalı generaller yazdı. Dolayısıyla anayasanın Japonca metninde hatalar vardı. Komşumuz Irak'ın anayasasının yapraklarından 1,5 milyon Iraklının kanı damlıyor. Libya'da da benzer süreçler yaşanıyor. Bu örneklerin de gösterdiği gibi, gerçek demokrasi ve insan haklarının teminatı güçlü bir devlet ve güçlü bir ordudur. Ancak yeni sömürgeciler sahte demokrasi ve insan hakları yoluyla devletleri ve orduları yok etmek istiyorlar.
EKONOMİK-HUKUKİ DÜZEYDE
Ekonomik anlamda, Türkiye'ye dayatılan yasal düzenlemelerle, Türk ulusal pazarının yabancı tekellere teslim edilmesi ve Türkiye'nin üretici güçlerinin yok edilmesi hedeflenmektedir. Gümrük engellerinin kaldırılması ve devletin ekonomiye müdahalesinin durdurulmasıyla bu amaca hizmet edilmektedir. Bu rejim altında işçiler, köylüler, ulusal sanayiciler ve tüccarlar ekonomik sistemin çeperine itilmiştir. Toplumsal-hukuki düzeyde Toplumsal düzeyde Batı, Türkiye'nin medeni hukukunun LGBT ilkelerine göre düzenlenmesini talep ediyor. Toplumun en küçük hücresi olan ailenin parçalanması, bir ülkenin altına konulan dinamittir. Yeni sömürgeciler bu dinamiti patlatarak ve silahlı güçlerini kullanmayarak ülkelerimizi ele geçirmeye çalışıyor. Yabancı destekli Sivil Toplum Kuruluşları (STK) aracılığıyla toplumun emperyalist merkezlerin kontrolünde örgütlenmesi ve bu "sivil toplum" kuruluşlarının ulus devletin yıkım araçları olarak kullanılması da dikkat çekilmesi gereken bir diğer konudur. Yasal düzeyde, özgürlük adı altında, devlete karşı yıkıcılığa, etnik ve dini bölücülüğe özgürlük tanınmaktadır. Uluslararası hukuk ve iç hukuk arasındaki ilişki düzeyinde Yeni sömürgecilerin odaklandığı bir diğer alan ise uluslararası hukuk ile iç hukuk arasındaki ilişkidir. Batı, Türk devletinin egemenliğini, dayattığı hukuk normlarıyla birlikte “uluslararası topluluğa” teslim etmesini öngörmektedir. Bu temelde, uluslararası antlaşmalar bir anayasa seviyesine yükseltilmektedir. Egemenlik en üstün güçtür ve bölünemez. Ancak uluslararası kurumların, daha doğrusu emperyalist devletlerin kabul ettiği kurallar hukukun üstüne çıkarılmakta, böylece ulusun egemenliği devletlere ve ABD, AB, NATO gibi örgütlere devredilmektedir.
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM İÇİN GEREKLİ ANAYASA
Türkiye, Atlantik sisteminden kopma sürecine girmiştir. Bu cepheleşme hem iç hem de dış cephede gerçekleşmektedir. ABD emperyalizmi ve suç ortaklarının etnik, dinsel, mezhepsel, toplumsal cinsiyet ayrımları ve neoliberal değerler üzerinden toplumda kendi desteklerini sağlama alma çabalarını, provokasyonlarını ve planlarını görmezden gelemeyiz. Bu koşullar altında güçlü bir devlet ve disiplinli bir ulus öngören bir anayasa, önümüzdeki dönem için bir gerekliliktir. Güçlü bir devlet gücünü örgütlü ve özgür bir halktan almalıdır. Güçlü bir devlet, halka dayandığı ve onu önümüzdeki zor zamanlarda harekete geçirebildiği ölçüde güçlü olacaktır. Bugün Türkiye'nin anayasal düzeydeki en temel sorunu bağımsız bir devlet örgütlenmesidir. Bağımsızlık, demokrasi ve halk egemenliği için bir önkoşuldur. Demokrasinin ikinci önkoşulu ise ortaçağ ilişkilerinden arınmaktır. Buna ek olarak, yeni yasal hükümler aşağıdaki hususları sağlamalıdır:
- Hukukun üstünlüğü ve hızlı adalet
- Aydınlanma ve çağdaş toplum
- Halkın yararı ve özgürlüğü için özel sektöre girişimcilik yeteneği sağlayan, devlet liderliğinde planlı ve milli bir ekonomi
- Tasarruf, yatırım, istihdam ve üretim odaklı ekonomi
- Bölgeler arası kalkınmışlık dengesi Yeni sömürgecilerin hedefindeki ülkeler arasında çok kutuplu bir dünyanın ve uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi tüm bu görevleri kolaylaştıracaktır.
BU FORUM BİR ÇAĞRIDIR
Ethem Sancak Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı
Siz katılımcıları saygıyla selamlıyorum. Zorlukları aşarak bu foruma katılmanız çok büyük bir anlam ifade ediyor. Çünkü bu forum, insanlığın önünde duran büyük zorlukları aşabilme iradesiyle düzenleniyor. Sizlerin katılımı, insanlığa büyük hizmet sunacağının da göstergesidir. Müsaade ederseniz birkaç kelimeyle kendimi takdim edeyim.
Ben, Moskova'ya hava yoluyla üç saat mesafede olan İstanbul’dan geliyorum. Kiminin İstanbul, kiminin Konstantinopolis, kiminin Çargrad dediği, insanlık tarihine neredeyse 2 bin yıl damga vurmuş, büyük bir şehir İstanbul. Bin yıldır da biz Türklerin siklet merkezi ve her şeyimiz. Aynı zamanda kardeş kent Moskova gibi Avrasya’nın kapısı. Doğu ve Batı arasında iki dünyanın kesişme noktası.
Ben oradan geliyorum ve sizlere mensup olduğum Türk halkının selamlarını getirdim. Aynı zamanda sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Çünkü epey zamandır bizim halkımız büyük bir uyanış içerisinde ve Doğu ile Batı arasındaki eşitsiz gelişmenin kendilerine pahalıya mal olduğunun farkında. Atlantik'in, NATO'nun kendilerine yönelik tehditlerinin farkında. Doğu ve Batı arasında kendine bir yol, yeni bir yol arıyor. Dolayısıyla bu forumda siz düşünürlerin, filozofların, stratejistlerin geliştireceği fikirler halkımız için de çok aydınlatıcı olacaktır. O yüzden bu foruma çok önem veriyoruz ve dostum beni davet ettiğinde çok heyecanlandım. Ben Türkiye’de yaklaşık 50 yıldır bu sorunlara kafa yoran ve çözümler arayan önemli bir politik partinin dış ilişkilerinden sorumlu başkan yardımcısıyım. Partim Vatan Partisi, Türkiye'de ağırlığı olan düşünce ve eylem planında hayli itibarlı bir partidir. Ve 50 yıllık birikimiyle Genel Başkanı Doğu Perinçek, benim aracılığımla sizlere selam ve teşekkürlerini iletti. Genel Başkan'ın takdirleriyle içinde Rus düşünürlerin de olduğu bir grup politikacı, akademisyen, askerle beraber Avrasya Forumu'nu kurmuştum. Bu forumun önemli kurucularından birisi de Rusya'nın yaşayan büyük filozoflarından Aleksandr Dugin. Aslında bugünkü forumun da öncü habercilerinden sayılabilir. Çünkü Avrasya fikri neokolonyalizme karşı verilecek büyük mücadelenin de önemli bir bileşenidir. Çünkü neokolonyalistler, yeni doğacak dünyaya Avrasya üzerinden saldırıya başladılar. O nedenle çok önemli bir teşekkürü Rus halkına ve onun cesur lideri Vladimir Putin’e huzurunuzda iletmek istiyorum.
UYGARLIĞI SIRTINDA TAŞIYAN MİLLETLER
Tarihsel olarak baktığımızda, iki bin yıl uygarlığı sırtında taşıyan Asya'nın çok önemli milletleri ve kavimleri vardır. Çinliler, Persler, Türkler, Araplar, Ruslar iki bin yıl boyunca insanlığı ilerleten uygarlığı sırtlarında taşıdılar. Zaman zaman birbirleriyle savaştılarsa bile, insanlığa muazzam gelişmeler sağladılar ve ticareti, ilişkiyi geliştirerek, büyük imparatorluklar kurarak insanlığı bugünlere getirdiler. Tarihsel sürece baktığımızda, Ruslar gerçekten filozofik düşünce sistemleriyle bütün bu yeniliklerin öncü milletidir. Bugün de insanlığı soyup soğana çevirip, felakete sürüklemeye çalışan neokolonyalizm ile cephe cepheye savaşan, fikir düzeyinde bırakmayıp savaş alanında da kahramanlıklar gösteren büyük Rus ulusuna huzurunuzda şükran sunuyorum.
Sevgili dostumun davet mektubunda da ifade ettiği gibi, 30'un üzerinde ülkeden düşünürler bir aradayız. Ve neokolonyalizme karşı bir aradayız. Karşı bir cephe oluşturmanın ilk çabası olan bu forumda, bizi bir araya getiren Rus dostlarımıza şükran sunmamak mümkün değil.
Marco Polo ile beraber kapitalizmin doğuşunda içerdiği ilerici nosyonlar ve insanlığın bir ileri safhaya geçmesi, kardeşlik, eşitlik, özgürlük sloganlarıyla mesajlar verilmesi, insanlık açısından hayli sevindiriciydi. Ancak “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklinde dile gelen liberalizmin ve ticaret serbestliğinin ve insan sevgisi ve kardeşliğiyle ifade edilen hümanizmin insanlığı ilerlettiği dönemler çok kısa sürdü. Birbirimize tarih anlatacak değiliz. Çünkü söz konusu olan hepimizin son beş yüz yıllık tarihi. Ama bu forumda altını çizeceğimiz önemli bir şey var. Katılımcılara da bunu naçizane hatırlatmak istiyorum. Klasik neokolonyalizmin faaliyetlerini ve sonuçlarını hepimiz biliyoruz ve birbirimize anlatmanın bir manası olmasa gerek. Bunlar ordularıyla, donanmalarıyla önce insanlığın ana rahmi olan anamız Afrika'yı soyup soğana çevirdiler. Sonra Güney Amerika haklarını, bu güzelim yerli halkları, özür dileyenleri ve diğerlerini soykırımda yok ettiler. Bütün zenginliklerini Avrupa'ya taşıdılar. Çaldılar, Avrupa'ya taşıdılar. Günün sonunda şimdi diyorlar ki, biz Avrupa bakımlı bir bahçeyiz ve çevremizdeki bütün halklar ve coğrafyalar cangıldır, vahşettir, barbarlıktır diyorlar. Daha geçen gün Avrupa Birliği'nin başındaki bir numaralı insan bu anlamda demeçler verdi. Avrupa Birliği'nin başındaki Borrel bu manada demeçler veriyor. Yani bizleri, bizlerin mensup olduğumuz coğrafyaları ve medeniyetlerin hepsini vahşet ve cangıl olarak görüyorlar. Kendilerini dünyanın merkezi ve bakımlı bahçesi olarak tarif ediyorlar. Ve bu yaklaşımla da insanlığın geleceğini hesaplıyorlar. Bunu yaparken de yepyeni metotlarla yapıyorlar. Geleneksel klasik askeri savaşlarla, donanmalarıyla ve ordularıyla yapmıyorlar. Geliştirdikleri silahlarıyla yetinmiyorlar. Bizi köleleştirecek yeni yöntemler buluyorlar. Uzaya fırlattıkları uydular üzerinden inşa ettikleri internet dünyası onların denetiminde ve bize istedikleri bilgileri veriyorlar, istemediklerini vermiyorlar. İnsanlığın gıdalarına saldırıyorlar. Genetiğini değiştiriyorlar. Gıdamız üzerine emperyalist bir tahakküm inşa ediyorlar. Bilim ve teknoloji üzerinde tekel inşa ediyorlar. Ve bilimi ve teknolojiyi amaçları için acımasızca kullanıyorlar. Şimdi onlar bizi köleleştirmek için yeni yollar geliştiriyorsa, bizim de bunlara karşı yeni mücadele yolları bulmamız lazım. 19. yüzyılda Karl Marx, köleleştirilen işçilere “Birleşiniz!” diye öneri sunmuştu. Bizim de, bu yeni kolonyalizmin esareti altına girmek istemeyen milli devletlerin, milletlerin, insanların, bunlara karşı birleşmesi gerekiyor. Bu açıdan bu forum, çok önemli bir birleşme çağrısıdır!