Türkü, Türk milletinin felsefesidir
“…Katkı olarak şunu söyleyeyim, demokrasi kavramı, isim olarak değilse bile kavram olarak Türk toplumunda uygulanmıştır. Bizim ülkemizde, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin türkü üretimi durmaz…”
Bu hafta, TRT İzmir Radyosu’nun önde gelen Türk halk müziği ses ve saz sanatçılarından, Yurttan Sesler korosunu yönetmiş Işık Başel, eşi TSM (Türk Sanat Müziği) sanatçısı Lale Mumcu ile nasıl tanışıp aşık olduğunu gözleri ışıl ışıl anlatıyor.
Değerli sanatçımızla tadına doyamadığımız söyleşimizin son bölümünde türkülerimizin Türk toplumu üzerindeki etkisini, önemini ve değerini gelin birlikte can kulağıyla dinleyelim.
NİHAVENT PEŞREVİN GÜCÜ
- Eşiniz de Türk Sanat Müziği ses sanatçısı, nasıl tanıştınız, evlendiniz?
Derlemeler bittikten sonra en büyük derlememi 54 yaşında Lale’mle, Lale Mumcu ile yaptım.
O da bana iki güzel türkü verdi. Lale Mumcu benim çok yakın arkadaşlarımdan Rahmetli Tuğrul Mumcu'nun kızı. Annesi sahneden arkadaşım Sevgi Öcal. Ben 10 yıla yakın Lale’yi izledim. Onu beğeniyordum. Annem rahmetli TRT 4 kanalında koroda Lale’yi görmüş ve beğenmiş. Bana döndü “Bu kızı alacaksın” dedi. Lale de koroya yeni girmişti. Bu söylediğim evlenmemizden on yıl önce oluyor. Demek ki annemin söylemesi bilinçaltıma yerleşmiş.
Hakikatte ben, hem fiziksel güzelliği hem ruh güzelliği anlamında Lale’yi onaylayan, “Işık ağabeysiydim” onun. 2004 yılında TRT’den bir görev çıktı bana, Antalya, Lara’ya gönderildik. Programda sanat müziği de vardı. “Kimler söylüyor” diye sormadım. Bizi Radyo’dan Esenboğa Havaalanı'na minibüs götürecekti. Radyo’daki kafeteryaya çıktım, baktım Lale de orada oturuyor. “Hayrola Lale, nereye” diye sordum. “Antalya'ya gidiyorum” dedi. “Aa sen de mi gidiyorsun” dedim ve Lale’ye bir sarıldım ki hiç demeyin. Lale de şaşırmış, “niye sarıldı ki Işık abim bana!” diye. Antalya’ya gittik, sahneye önce ben çıktım, arkasından Lale çıktı, programı bitirdik. Ben bu arada çok sevdiğim bir hizmetli arkadaşım var Fuat- kulakları çınlasın- ona kıyıda bir masa hazırlattım. O arada Lale telefonda annesiyle, babasıyla konuşuyordu. Ailesi çok rahat, “birkaç gün daha orada kal ve gez” diyorlar. Lale “yok ben geleceğim” derken, “Işık abi de burada” dedi. Babası Tuğrul abinin “ver o Işık'ı bana” demesi üzerine telefonu elime aldım, bana “Bak Lale sana emanet” dedi…
“Tamam” dedik aldık emaneti. Program bittikten sonra masaya oturduk. Masada, rahmetli Derya Kaya, Mine vardı, Lale de geldi. Arkadaşıma “sazımı alıp getirir misin” dedim. Lale türkü çalıp, söyleyeceğiz zannetmiş. Bağlamayı aldım elime epey bir nihavent dolaştım, kulağına yerleşti, ardından bir nihavent peşrev girdim, ilk bölümü okuyup, şarkıyı Lale’ye teslim ettim. Ertesi gün baktık ki biz birbirimize aşık olmuşuz. Ben zaten aşıktım da... Ve çok ilginçtir beş gün sonra evlenme teklifinde bulundum. 23 Aralık'ta nişanlandık, 14 Şubat'ın Sevgililer Gününde de evlendik.
İ. Can: Lale Mumcu Türk Sanat Müziğinin önemli seslerinden biridir. Ona da başarılar diliyoruz.
BAĞLAMA BAŞKALDIRI SAZIDIR
- Türkü sizin için ne ifade ediyor?
Türkü benim için yaşamdır. Çünkü ben yaşamımı türkülerimiz üzerine kurdum. Türkü ile doğdum, türkü ile yaşadım, soluk aldım, hala bu soluklanmayı sürdürüyorum. Bunu yalnız bir sevda olarak da değerlendirmiyorum. Emine Ablacığım, Sevgili İbrahim, bu işin tamamen sosyolojik kökenine indiğim için “türkülerle varım, türkülerle yaşıyorum” diyorum. Türküler de beni en çok çeken şey, her türküde bir toplumsallığın anlatılmasındır.
Bir sosyalist olarak toplumcu bir bakış açısına sahibim. Ama türkünün kendisi zaten sosyalisttir. Bir sözüm vardır, katılırlar ya da katılmazlar, “bağlama başkaldırı sazıdır”!
- Türküler halkçıdır, vatanseverdir diyebilir miyiz?
Elbette diyebiliriz. Osmanlı'ya baktığınız zaman devlet makamında hiçbir türkü bulamazsanız, yoktur. Geçen gün düşündüm neden türkülerimiz ile en fazla 100-150 yıl öteye gidiyoruz diye. Türkülerimiz, önce üretilip sonra bir oluşum dönemi geçirmiş. Bu 100-150 yılda olacak bir şey değil. Türkülerimiz, binlerce yıllık bir kültürün, o kültürü yaşayan insanların genlerine işlemiş, içselleştirmiş ve daha sonra da bunu ezgi olarak dışa vurmuş şeklidir diyorum.
“AVRAT” YERİNE “EŞ” DİYELİM
İ. Can: Türklerin olduğu her yerde türkü vardır. Türkler atı severler, at-türkü-silah üçlüsü arkadaştır. Türkler, süregelen göçlerini at sırtında yapmışlardır ama esasta türkünün sırtında gelmişlerdir diyebilir misin?
Deriz, avrat hariç. Çünkü Türkler at, avrat, silah derler ama avrat orada biraz aşağılama olarak kullanılır. Çok kafama takıldığı için bunu araştırdım. Avrat sözcüğünü oradan çekerek, at ve silahı kullanabilirim. Kadınla erkek eşittir çünkü.
İ. Can: Avret Arapçadan geliyor. Esas at, eş, silah. Avratın “a” sı kafiye olsun diye söylenmiştir. Yoksa Türk erkeğinin, kadından daha güçlü olduğu görülmemiştir.
Hala öyledir ben de “Avrat” sözcüğüne karşıyım.
- Türkler felsefelerini türkülerle yaptı fikri size doğru geliyor mu?
Doğru geliyor Emine kardeşim, sana katkı olarak şunu söyleyeyim, demokrasi kavramı, isim olarak değilse bile kavram olarak Türk toplumunda uygulanmıştır.
Ama batı, Grek-Romen, kültürünü, sürecini kendilerine bir tarih olarak belirlediler. Tarihin, felsefenin başlangıcına onu alıyorlar. Asya kültürünü, Doğu kültürünü, Türk kültürünü aşağılamaya çalışıyorlar. Ne yapsınlar?
Bakın ben dünyanın dörtte üçünü gezdim. Benim araştırdığım kadarıyla bizim ülkemiz dışında halen halk müziğinin yaşadığı, üç ülke var. İspanya ve Rusya’da bir ay,
Meksika'da bir buçuk ay kaldım, incelemelerde bulundum. Şu anda halk müziği, İspanya, Rusya ve Meksika’da canlı. Başka hiçbir ülkede halk müziği yaşamıyor.
Diğer ülkelerde varsa da bunlar köklü değil hala tarihsel köklerine inemiyor olabilirler.
Halk müziği olarak söylüyorum, diğer müziklerden söz etmiyorum. Bir örnek vereyim. Bugün İsrail'in halk müziği olmadığı için bir tane bizim kervana benzeyen bir melodi ürettiler. Kendi türküleri olsun diye.
HAÇATURYAN VE BORODİN BESTELERİNDEKİ BİZİM EZGİLERİMİZ
Mozart boşuna mı Türk marşını besteledi?
Mozart'ı bir yana bırakalım Rusya’nın ünlü bestecileri Haçaturyan ve Borodin'e bakın. Sanki “kalenin bedenlerini” dinliyormuş gibi olursunuz. Haçaturyan, Borodin’e baktığınızda bütün eserlerinde bizim halk müziğimizin mutlaka ve mutlaka esintilerini görürüz. Bizim halk müziğimizden yararlanıp kendi melodilerinde çeşni olarak değil, ana tema olarak alıp kullanıyorlar. O zaman biz bunun değerini bilmek zorundayız.
Bizim ülkemizde, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin türkü üretimi durmaz. Binlerce yıllık genlerine işlenmiş bir müzikal yapı insanını nasıl atacaksınız. Ben Batı eğitimi de gördüm.
Beethoven’i da Mozart’ı da biliyorum. Çello çalıyorum. Tamam çello muhteşem bir alet. Batı müziğinin önemini tartışmıyoruz. Ama Yalçın Tura hocamız çok güzel bir söz söylemiştir; “Sağa sola bakmayın boşuna, doğadaki sesleri tam olarak duymak istiyorsanız, bağlamanın klavyesiyle bakın” demiştir. Bu kadar basittir!
RUH SAĞLIĞI İÇİN TÜRKÜ
- Son olarak Aydınlık okurlarına ne mesaj vermek istersiniz?
Gerek kendileri gerekse çocukları ve hatta torunları kültürel anlamda, duygusal anlamda, ruh dinginliği yaşamak istiyorlarsa ilk önce kendi kültür ve müziklerini sağlıklı bir şekilde öğrensinler, çocuklarına öğretsinler. En sağlam kaynaklardan öğrensinler, o eğitimi alsınlar.
Öğretim değil, öğretim çok farklı bir şey. Öğretirsin fakat onu sen kırarak, bükerek, yapıştırarak, örseleyerek, törpüleyerek, katarak eğitmezsen hiçbir şey olmaz. İlk önce öğrensinler, sonra da eğitimini versinler. Ondan sonra seçim zaten özgür iradesiyle o çocuğumuzun olacaktır, neyi seçerse seçsin. Bizlerden hiçbir şey geçmedi, biz hala hizmet veriyoruz. Halk müziğinin toplumsal yapıda, toplumsal psikolojide ki yerinin yüzde 80 olduğunu bizim insanımız artık anlasın. Yüzde 80 kendini tedavi ederse, yüzde yirmi zaten kendini tedavi ettirir.
YÖNETKEN’İN BAĞLAMA PİŞMANLIĞI
E.A. Bu kadar basit, toplumsal bir tedavi tekniği…
Aklıma gelmişken bir ekleme yapmak istiyorum. Halil Bedii Yönetken’in kendi itirafı vardır,
“Ben de ki en büyük hata köy enstitülerine bağlama yerine mandolini şart koşmamız” demiştir. O dönem şart koşulmuştur illaki mandolin olacak diye. Daha sonra hatasını anlamıştır, keşke bağlama olsaydı demiştir.
Birçok yerden, çalıp söylemek için çağrıldım. Gittiğim yerlerde ben o insanlara, “Arkadaşlar ilkokula çocuğunuzu gönderiyorsunuz. Önce bağlama çalsın, bağlamayı bir öğrensin. Ondan sonra piyano, çello, mandolin ne çalarsa çalsın. Ama ilk önce bağlama çalsın.” diyordum. Çünkü bağlamayı çaldığı zaman istese de istemese de o kültürü özümsüyor ve o toplumun bir parçası oluyor.
- Hocam çok teşekkür ediyoruz.
Ne demek, ben teşekkür ediyorum ve böyle değerli bir yayın yaptığınız için kutluyorum sizi.
Önümüzdeki hafta TRT İzmir ses sanatçısı Mustafa Yarıcı konuğumuz. Türkümüz, "Kara kuzum sana çanlar takayım"