Turuncu kalkışmanın koçbaşı
Bu zor günlerde daha koltuğuna oturmadan devletimizi şiddet uygulayan olarak yansıtan; soykırım yalanını atacak kadar tarihimize, Ergenekon’a / FETÖ kumpaslarına, Öcalan'a / PKK'ya destek verecek kadar insanımıza düşman, hele Soros bağlantılı devrimlerle ilgilenen biri TÜRK HEKİMLERİNİ temsil EDEMEZ
Evet, hekimlik tarihin kırılma noktalarından biriyle karşı karşıyadır. Bu kırılma, belki yüzyılda bir görülen Kovid-19 pandemisi nedeniyle birkaç on yıl öne çekilmiştir.
Bugün Türk hekimliği, hızlı gelişen teknoloji ve bilimsel veri artışı kaynaklı kendi iç sorunlarının yanında toplumsal ve idari değişimlerle de ciddi stres altındadır.
Hekimliğin kendi iç sorunları olarak:
1- Bilişim Çağına(1) girilmesiyle birlikte bilgiye erişimin kolaylaşması ve ileri teknolojiye daha rahat ulaşılmasının getirdiği aşırı uzmanlaşma(2) ve bunun getirdiği bütüncül bakışın azalması,
2- Aşırı uzmanlaşma ile birçok konuda o konunun mikro uzmanlarının getirdiği algoritmaların geçerli uygulama kabul edilerek hekimin kişisel uygulama ve kanaat kullanımının giderek azalması,
3- Tanı koyma sürecinin tıbbi sorumluluk ve toplumsal baskının da etkisiyle giderek makine bağımlı (laboratuvar ve görüntüleme) ve bütünden uzak kısmi bir hal alması; bunun sonucunda hekimler arası konsültasyonların artışı, hekimin kısmi sorumluluk alması ve hastada ana nedenin ortaya çıkarılmasından ve şifadan/tam sağaltımdan uzaklaşılması,
4- Tedavide çok büyük oranda müstahzar ilaçlara bağlı olunması, bunun hekimin hastanın tedavisini kontrol edememesine yok açması; büyük oranda yabancı menşeli ürünlerin spekülasyona açık olması,
5- Geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının ortodoks ya da modern tıp ile uyumunun/eş güdümünün esaslarının belirlenmemesi olarak sayılabilir.
Hekimliğin idari sorunları olarak:
1- 2003 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı(3) ile birlikte Türk hekimlik pratiğine başta birinci basamak sağlık kuruluşlarında bölge tabanlı hizmet sunumundan nüfus tabanlıya geçiş olmak üzere birçok yenilik gelmiştir.
Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın hekimlik uygulamalarında ciddi değişikliklere neden olan ilkeleri/yaklaşımları:
- İnsan merkezlilik: Sistemin planlanmasında ve hizmetin sunumunda hizmetten faydalanacak bireyi, bireyin ihtiyaç, talep ve beklentilerini esas almak,
- Sürekli kalite gelişimi: Vatandaşlara sunulan hizmetlerde ve elde edilen sonuçlarda ulaşılan noktayı yeterli görmeyerek hep daha iyiyi aramayı, sistemin kendi kendisini değerlendirerek hatalarından öğrenmeyi sağlayacak bir geri bildirim sistemi mekanizmasının oluşması,
- Güçler ayrılığı: Sağlık hizmetlerinin finansmanını sağlayan, planlamasını yapan, denetimini üstlenen ve hizmeti üreten güçlerin birbirinden ayrılması,
- Hizmette rekabet: Sağlık hizmet sunumunun tekel olmaktan çıkarılıp belli standartlara uygun farklı hizmet sunucularının yarışması.
SAĞLIKTA ŞİDDETİN NEDENİ
Bu ana yaklaşımlar çerçevesinde:
- n Hastalar dertleriyle değil talepleriyle hekime başvurur olmuşlar, karşılanmayan talep, politikalar ve uygulamalar ile beslenen istediğini yapabilme hazzıyla birleşerek(4) ek faktörlerin de etkisiyle katlanarak artan sağlıkta şiddet sorununa neden olmuştur.
- n Sürekli kalite gelişimi adı altında, vatandaşa, hekimi şikayet etme ve değerlendirme amaçlı birçok seçenek sunulmuştur. Bu durum programın öngördüğü şekilde vatandaşı etkin, hekimi edilgen kılmıştır. Tıp bilgisi ya da eğitim oranları hekimlere nazaran düşük olan vatandaş, devletin kendisine verdiği etkin rolü, hekimi değersizleştirme ve haz tatmini amaçlı kullanabilmektedir.
- n Güçler ayrılığı ilkesi, planlamayı yapan kesimin uygulayıcılardan ciddi manada kopmasına neden olmuş, liyakatsiz ve sistem içinden gelmeyen kişilerin sistemin kapasitesinin üzerinde ve/veya gerekli hazırlıkları yapmaksızın iş tanımları oluşturmasına neden olmuştur.
- n Hizmette rekabet ilkesi, hastanın müşteri olarak algılanması sonucunu doğurmuştur. Ücretini ödeyen müşteri diğer hizmet kollarında olduğu gibi ücretin bedelini tam ve net olarak görme beklentisine girmiştir. Sağlık kuruluşuna giren müşteri, ödediği/ödeyeceği bedel karşısında sağlık kurumundan sağlıklı olarak çıkmak durumundadır; vefat dahil tüm diğer seçenekler hekimin hatasıdır. Hali hazırda ülkemizde tıbbi sorumluluk davaları borçlar kanunu üzerinden görülmektedir yani hukuken de ülkemizde hekim borçlu, hasta alacaklıdır.
2- Son dönemde giderek artan şekilde sıkıntılara mevzuat kural olarak çözüm üretilmemesi. Giderek artan şekilde sağlıkta şiddet gündeme gelmesine, çok fazla sayıda sağlık çalışanının şiddete uğramasına(5) rağmen etkin bir sağlıkta şiddet yasası çıkmamıştır. Bu da “sözel şiddete maruz kalan hekimlerin yüzde 85’inin, fiziksel şiddete maruz kalanların yüzde 90’ının ve cinsel şiddete maruz kalanların yüzde 76,5’inin maruz kaldıkları şiddetle başa çıkmak için hiçbir şey yapmamayı tercih ettikleri saptanmıştır.”(6) Diğer kurum ve kuruluşlar tarafından rahatlıkla sağlık kuruluşlarına görev verilebilmekte, hekimlerden hukuki bağlayıcılığı olan sağlık beyanları istenebilmektedir. Söz konusu sorun ile ilgili olarak getirilen mevzuat, çözüm üretmemiştir. Hatta sorunu bile yanlış saptamış, kuralları usulsüz ve mantıksız istemleri yapan sağlık kuruluşu dışı kurum ve kuruluşlara değil sağlık kuruluşlarına yönerge olarak getirmiştir.(7)
Hekimliğin toplumsal sorunları olarak:
1- Günümüzde ulaşım imkanlarının artışıyla bireysel seyahat imkanları artmış ve bu da bulaşıcı hastalıkların kontrolünü zorlaştırmıştır.
2- Beslenme alışkanlıklarının giderek hazır gıdalara ve daha fazla işlem görmüş (sanayi) yiyeceklere yönelmesi, vücudun bu işlenmiş gıda ve katkı maddelerine normal fizyolojik cevaptan farklı reaksiyonlar vermesine yol açmaktadır. Bu yeni reaksiyonların ve vücudun tepkilerinin tanımlanması, neden olduğu hastalıkların tanı ve tedavi protokollerinin oluşturulması zaman alacaktır.
3- Sağlıksız kentleşmenin ve iş odaklı yaşamın etkisiyle toplum hareketsiz kalmıştır. Yüksek kalori alan, hareketsiz, iş nedeniyle normalden stresli ve doğadan uzak insan normalleri tekrardan tanımlamalar gerektirmektedir.
Hekimliğin mali sorunları olarak:
Hekimlerin büyük çoğunluğunun öğrencilik hayatları boyunca en yüksek İQ seviyesine sahip ve en çalışkan gruptan oldukları; en az 6 yıl, yabancı bir dil terminolojisinde en zorlu eğitimi aldıkları; çalışma süreleri boyunca yoğun bilişsel aktivite gösterdikleri; en ciddi (insan hayatı) sorumluluğu aldıkları ve bu konuda hesap verdikleri unutulmuş almadıkları ücretler alıyor gösterilerek çabaları, insani vasıfları unutulmuş, hastalıklardan nemalanan aç gözlüler olarak gösterilmiştir.
Sonuç olarak:
Hali hazırda hekimlerin çözülmeyi bekleyen birçok ciddi sorunu vardır ve dünya, pandemi sonrası ciddi değişikliklere gebeyken pandeminin yükü hekimlerin sırtındadır. Böyle bir durumda, bireysel olarak köşeye sıkışan ve çoğunda tükenmişlik emareleri baş gösteren hekimlerin her zamankinden çok birlik ve beraberliğe ihtiyacı vardır. Bu birlik ve beraberliği sağlayacak, sorunları çözecek ya da çözümü için baskı uygulayacak, dile getirecek olan başta Türk Tabipler Birliği ve mesleki derneklerdir.
TTB BÜYÜK KONGRESİ
Böyle bir dönemde, üzerine tarihi bir sorumluluk alacak yönetim kadrosunu seçen Türk Tabipleri Birliği (TTB), 72. Seçimli Büyük Kongresi'nde Şebnem Korur Fincancı'yı, merkez konsey başkanı seçmiştir. TTB, belki de kurulduğu 1953'den bu yana, üzerine en fazla sorumluluk düşecek, en fazla ağzına bakılacak, en çok sorunla karşılaşacak, en çok çözüm üretmesi gerekecek, en çok birleştirici olması gerecek, kısacası en önemli başkanını seçmiştir.
Şebnem Korur Fincancı, 1959’da İstanbul’da doğdu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Adli Tıp’ta uzmanlık eğitimi aldı. 1987-1990 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Klasik Arkeoloji Lisans Eğitimi aldı. 1992’de kurulan Adli Tıp Uzmanları Derneği'nin kurucu üyeleri arasında yer aldı; 1993-1996 arasında derneğin yönetim kurulu başkanlığını üstlendi. Türk Ceza Hukuku Derneği kurucu üyelerinden biridir.(8)
İLK DEMEÇ: DEVLET ŞİDDETİ ARTTI
Hekimlerin meslek örgütünün başına gelen Fincancı, seçimin ardından Artı TV canlı yayınında yaptığı açıklamada devleti şiddet kullanmakla suçladı: “Devlet şiddetinin çok yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Devlet şiddeti meşrulaştıran adımlar atıyor. Şiddeti de bir salgın olarak kabul edip gündemimizi salgınla mücadeleye çevirmeliyiz.”(9)
Bu sözlerle görevine başlayan, üzerinde büyük sorumluluklar başkanın diğer söylem ve katılımlarına bakacak olursak:
- 23 Ocak 2020’de konuk olduğu Artı TV’de Türkleri soykırımcı ilan etti. Fincancı, Türk milletini utanmaya davet etti: “Bahattin Şakir, Teşkilatı Mahsusa'nın siyasi masa şefi. Özellikle de Ermenilerin katledilmesinde, soykırım sürecinden birinci derecede sorumlu olan kişilerden biri olarak adı geçen insan. Tabii bir hekimin, özellikle de insanların katledilmesinin de oynadığı rol hepimiz için çok ağır. Hep beraber, özellikle meslektaşları olarak utanç duymamak elde değil(…) İnsanlığa karşı suçlar tanımının, soykırım tanımının aslında uluslararası belgelere geçme nedenlerinden birisi Ermeni soykırımı. 1926'da Talat Paşa'nın da içinde olduğu, Bahattin Şakir'in de yer aldığı bütün bu suikastle öldürülmüş Ermeni soykırımında rol almış insanlara iade-i itibar gerçekleştiriliyor. 9 Ocak 2007'de Hrant'ın katledilmesi de, aslında bütün bu sürecin hiç kesintisiz biçimde devam ettiğinin bir göstergesi olarak okunabilir. Hep beraber bunu görmek gerekiyor. O nedenle de utanmak için geç olmadığını düşünüyorum ben. Gelin hep birlikte bu utancı dile getirelim ve bu utanca neden olanları adlandırılıp utandıralım.”
- Fincancı’nın adli tıp uzmanı sıfatını kullanarak Umut davasında oynadığı rolü Av. Ceyhan Mumcu’dan dinledik: “2000 yılında Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı ve Muammer Aksoy cinayetleri ile ilgili Umut davasında tetikçiler, cezaevinden ‘Cinayetlerin azmettiricilerini açıklayacağız, etkin pişmanlık yasasından yararlanmak istiyoruz’ diye dilekçe yazdılar. Azmettiriciler ortaya çıkacakken ilk duruşmaya Şebnem Korur Fincancı’nın sanıkların işkence gördüğüne dair hazırladığı raporu yetiştirdiler. Sanıkların avukatlarına ‘Bana yazsınlar ben rapor veririm’ demiş, ortada muayene falan yok. Sanıkların yazılı beyanı ile işkence raporu hazırladı. Sanıklara garanti verildi, sanıklar azmettiricileri açıklamadı. Yer göstermelerde bulundum. Sanıkların hiç de işkence görmüş bir halleri yoktu. Davanın seyri değişti. Şebnem Korur Fincancı’nın raporu hakkında, ‘Bu rapor bilimsel değildir’ diye heyet raporu çıktı. Davanın iki sene uzamasına neden oldu. Sanıklar etkin pişmanlıktan yararlanmak vazgeçti. Fincancı’nın bilimsel olmayan o raporu olmasaydı bugün toplum, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı ve Muammer Aksoy cinayetlerini kimin işlediğini öğrenmiş olacaktı. Şebnem Korur Fincancı bu cinayetlerin faili meçhul kalmasına katkı sağladı.”(9)
- 15 Mart 2015’te FETÖ'nün Zaman gazetesine verdiği demeçte, "Ergenekon'da bugün de olsa müdahil olurum" diyordu.(9)
- Fincancı, 20 Temmuz 2012’de HDP’lilerle birlikte Öcalan’a Özgürlük Platformunun ilk toplantısında boy gösterdi. Bu toplantıda 37 ülkeden katılımcı yer aldı. (9)
- PKK terör örgütünün propagandasını yapmak nedeniyle kapatılan Özgür Gündem gazetesinin nöbetçi genel yayın yönetmeliğine de soyunan Fincancı’yı 2015’te başlayan hendek operasyonlarından da hatırlıyoruz. Fincancı, sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı gün soluğu Cizre’de aldı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı sıfatıyla 3 Mart 2016’da Cizre’de incelemelerde bulunan Fincancı, devletin bodrumlarda çocukları öldürdüğünü öne sürdü. Evrensel gazetesinde yayımlanan demecinde Fincancı, “Devletin işlediği bir suçtan bahsettiğimiz için incelemenin bağımsız heyetler tarafından yapılması gerekir. Burada işlenen suçlar uluslararası mahkemelerde yargılanacak. Bu insanlığa karşı işlenen suçtur. Bu vahşet, bir soykırım girişimidir” dedi. (9)
- Şebnem Korur Fincancı, son olarak Belarus’taki turuncu devrim girişimine destek verdi. Fincancı, 24 Ağustos’ta yayımlanan Evrensel gazetesinde yayımlanan yazısında konuyla yakından ilgilendiklerini dile getirdi: “Tüm dünyada barışçıl gösteriler polis şiddeti ile karşılık buluyor. Bizim bağımsız adli uzmanlar grubundan (Independet Forensic Expert Group-IFEG) birkaç kişi Belarus’tan insan hakları savunucularıyla bir toplantı yaptık perşembe gecesi. Ölenler, kaybedilenler ve binlerce gözaltıyla durumu görünür kılmaya çabalayan hak savunucularının çalışmalarını tehdit altında ve zor koşullarda sürdürmeye çalıştıklarını söylememe gerek yok. En iyi bizler biliriz o tehditleri. Uluslararası kabul gören ve tehditleri ilk elden yaşamayacak uzmanlar verileri değerlendirme ve belgeleyip uluslararası kamuoyuna duyurma görevi üstlenebilir mi diye düşündük, çalışmaya başladık.”
SONUÇ
Dünyanın, ülkemizin, vatandaşlarımızın ve hekimlerimizin yaşadığı şu zor günler özelde ve genelde birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan günlerdir.
Bu zor günlerde daha koltuğuna oturmadan devletimizi şiddet uygulayan olarak yansıtan; soykırım yalanını atacak kadar tarihimize, Ergenekon/FETÖ kumpaslarına, Öcalan'a/PKK'ya destek verecek kadar insanımıza düşman biri, hele Soros bağlantılı (10) devrimlerle ilgilenen biri Türk hekimlerini temsil edemez!
Bunu kabul etmiyoruz!
Eğer uzun süredir karşılanmayan istekleri, çözülmeyen sorunları ve artan iş yükü nedeniyle bir kadife devrime hekimler “koçbaşı” yapılmak isteniyorsa buna peşinen cevabımızı söyleyelim:
Biz Türk hekimleriyiz!
Her zaman her yerde devletimizin, milletimizin yanındayız!
KAYNAKLAR:
3- https://www.saglik.gov.tr/TR,11415/saglikta-donusum-programi.html
4- https://www.setav.org/rapor-saglikta-siddeti-onleme-politikasinin-mediko-sosyal-ve-yasal-dinamigi/
6- http://acibadem.dergisi.org/uploads/pdf/pdf_AUD_686.pdf
7- https://dosyamerkez.saglik.gov.tr/Eklenti/33129,1--saglik-raporlari-usul-ve-esaslari-hakkinda-yonergepdf.pdf?0
8- https://www.evrensel.net/haber/283163/sebnem-korur-fincanci-kimdir
9- https://egazete.aydinlik.com.tr/sites/default/files/gazeteler/2020/10/03/aydinlik-20201004.pdf
10- https://www.milligazete.com.tr/haber/746670/soros-un-hedefindeki-son-ulke-beyaz-rusya