15 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Üç beyazdan uzak duramayız!

Üç beyazdan uzak duramayız!
A+ A-
ALİ UFUK ÖZALP

'Üç beyaz' deyince hemen hemen herkesin bildiği un, şeker, tuz gelir. Doktorlar ve diyetisyenler sıklıkla bu üçlüden uzak durulmasını önerir.

Tarihimizde devletçiliğin ve milli ekonominin temelinde de farklı bir “üç beyaz” var.

Ülke savaşın içinde, vatan bölünmenin eşiğindedir. İttihatçılar, iktidara geldiklerinde zorluğu daha yakından görür. Ekonomi ve maliyeyi yönetmek için bir sürü olumsuzluk mevcuttu. Osmanlı’nın geçmişinden gelen sağlam ve tek bir para sistemi yoktu. Banknot/kağıt para sistemi kullanılmıyor, kullanılmak istense halk kabullenmiyordu. Bozukluk/demir paralar ise büyük coğrafyada bölge bölge değişiklik gösteriyordu. Bozukluklar da yine tek bir sisteme bağlı değildi, ticarette daha çok kabul görenlere dönüştürme işlemi gerekiyordu, bu da komisyon ile zarara neden oluyordu. Çoğu yerde ticaretin yapıldığı komşu yabancı ülkelerin paraları bile geçer akçe idi. Diğer yandan dış borçlar için hazinenin boğazına çöken Duyunu Umumiye İdaresi ve yabancılardan hazinede geriye bir şey kalmıyordu. Enflasyon ile ilk kez bu zamanlarda tanışılıyordu. Enflasyon, düzeni olmayan para sistemi üstüne binip bir de alım gücünü düşürüyordu. İstanbul dışardan beslenen bir yapıdaydı, savaş koşulların gerek iç gerekse dışardan iaşe sorunu da baş göstermişti.

Ticaretin çoğunluka gayrimüslimlerin elinde toplanması, kapitülasyonların gittikçe daha çok sıkıştırması, savaş ekonomisinin yakıcılığı İttihatçıları radikal kararlar almaya zorladı. Milli iktisat, devlet iktisadı, milli banka, milli burjuva yaratma çalışmaları ve üretim gündeme zorunluluk olarak geldi. Yukardaki sorunların yakıcılığı da süreci hızlandırdı.

1917 yılında başlarında savaş sırasında “İktisadiyat Meclisi” adında danışma heyeti kuruldu. İstişari nitelikteki bu meclis belki de Türkiye’de ilk “planlama” girişimiydi. Cumhuriyet Türkiyesi’nde 20’lerin sonunda gündeme gelen Âlî İktisat Meclisi de benzer bir kaygının ürünüydü. Ticaret ve Ziraat Nazırı’nın başkanlığında 24 üyeden oluşan İktisadiyat Meclisi, ülkenin iktisadî gelişimi için gerekli yasa taslaklarını hazırlayacak, yasaların etkin kılınmasıyla ilgili önlemler önerecek, deniz ticaretini özendirici kararlar alacak, gümrük ve taşıt araçları tarifelerini saptayacaktı. Ayrıca Meclis’in devletçe girişilmesi yararlı olacak işletmeler konusunda ilgili daireleri uyarması bekleniyordu.

İktisadiyat Meclisi, ikinci kez 15 Ocak günü toplandı. Ülke savaş ortamında, üç beyazdan ilk ikisini, un ve pamuğu yerel olanaklarla kör topal karşılamıştı. Oysa üçüncü beyazda (şeker) dışa bağımlılık sürüyordu. Osmanlı topraklarında şeker üretilmiyordu. Her ne kadar şeker pekmez ve benzeri ürünlerle kısmen ikame ediliyorsa da ülke er geç kendi şekerini üretmeliydi. Meclis'in ileriye dönük planlama girişiminde şeker başköşeyi işgal etti. İktisadiyat Meclisi şeker sorunu üzerine bir genel görüşme açtı, şeker sanayisinin kurulmasını tartıştı. O sırada Avrupa basınında iklim koşulları nedeniyle Osmanlı topraklarının pancar ekimine elverişli olmadığı türünde "uyarıların" yer almasına karşın Meclis ülkede şeker fabrikaları açma kararı aldı. Bu karar basında da tartışıldı, olumlu karşılandı. İktisadiyat Mecmuası, Meclis'in hazırladığı projenin her biri 5.000 tondan aşağı şeker üretmemek üzere ülkede 40 şeker fabrikasının kurulmasını içerdiğini kaydediyordu. Ülkenin şeker ihtiyacının büyük bir kısmı bu fabrikalardan temin edilecekti. Mecmua, ülkede şeker üretimiyle "hârice gidecek" paranın ülkede kalacağını, ayrıca hayvan yemi olarak kullanılacak şekerpancarı posası elde edileceğini kaydediyordu. Ülkede nitelikli hayvan yemine büyük ihtiyaç vardı. Ayrıca üzüm ve meyve bulunmayan yerlerde ispirto üretimi için de kullanılabilecekti. Hayvan yeminin islahı doğal olarak gübre üretimini de artıracaktı. 1917 Şubat ayında İktisadiyat Meclisi şeker fabrikalarının kurulmasını özendirmek amacıyla bir yasa tasarısı hazırladı. Şeker fabrikası kuracak kişilere Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkati'nde belirtilen imtiyaz ve muafiyetlerin ihdasının yanı sıra sübvansiyondan bulunulması kararlaştırıldı. Fabrikaların sermayelerinin hiç olmazsa yarısının "milli sermaye" olması öngörüldü. Ayrıca, şeker pancarı için taşımacılık tarifelerinde indirim sağlanması uygun bulundu. Şeker üretecek fabrikalar Anadolu'nun yüksek yaylalarında kurulacaktı. Fabrika civarında pancar ekiminin özendirilmesi için gerekli önlemler alınacak, fabrikatörler tarafından köylüye pancar ekimine mahsus olarak avans verilecekti. Ticaret ve Ziraat Nezareti ayrıca üreticiye tohum ve tarımsal araç gereç dağıtacak, pancar ekimini ye toplanmasını köylüye öğretecek yabancı uzmanlar getirtecekti.

İttihatçıların, bu milli ekonomi ve devletçi girişimleri tohumsa; daha güçlü filizlerini Cumhuriyet Türkiyesi’nde gördük. Cumhuriyet de ilk sanayileşme hamlesi olarak önüne üç beyazları (un, şeker, tekstil) koydu. Tabi Cumhuriyet’in önünde yararlanabileceği bir tecrübe birikimi vardı. Bunun yanında tam bağımsızlık ilkesi ile savaştan çıkan bitik bir ülke dört elle devletçiliğe/devlet sosyalizmine sarıldı. Üç beyazları da aşan bir tarımsal kalkınma ve sanayalişme hızı yakalandı. 1929 Büyük Buhran’ında neredeyse bütün ekonomiler çökerken, planlı ekonomi ve üretim ile sadece Sovyetler ve Türkiye Cumhuriyeti ayakta kalabildi.

Ne zaman üretmek, kendi göbek bağımızı kesmek için atılsak önümüze ya engeller ya da hazıra konduracak pembe hayaller çıktı. İlk kez şeker üreteceğimiz zaman Avrupa basınında iklim koşulları nedeniyle Osmanlı topraklarının pancar ekimine elverişli olmadığı söyleniyordu. Cumhuriyet ayağa kalkarken emperyalistler Lozan’da bize diz çöktürmeye, kapılarına bağlı kalmamızı istiyordu. 1945’li yıllarda başlayan Atlantik’e dahil olma sürecinde araba üretmememizi, sadece yol yapmamızı, araçları “dostlarımızın” vereceği söylendi. 1970’lerde Kıbrıs Barış Harekatı’nda bize silah vermeyen “müttefik” ABD ve NATO; bizim savunma sanayimizin kurulmasını teşvik etti! Bize parasıyla insansız hava aracı vermeyen ABD, milli İHA ve SİHA’larla kara gücü (PKK-YPG) tepelenişini izliyor! Keza donanmamız sayılı ülkenin yapabildiği kendi ürettiği araçlarla Mavi Vatana sahip çıkıyor. İnsanlık, tarihte icatları, keşifleri ve atılımları yakıcı zorlukların içinden çıkardı. Kul ne zaman dara düştüyse, hızır o zaman yetişti. İhtiyaçlar ne kadar yakıcı ise engelleri aşma iradesi de o kadar sağlam konuldu.

Burada esas nokta üç beyazın neler olduğuna ve sayısına bakmaktansa milli ve devletçi ekonominin kazanımlarıdır. Kendi imkanlarımız ile üretme iradesinin gösterilmesi bile başlı başına bir başarı ve gurur kaynağıdır. Şimdi “üç beyaz” değişmiştir, çoğalmıştır, üretimi daha hayatidir. Bugün önümüze koyacağımız üretim hedefi sadece şeker, un, pamuk olmamalı. Tarım ve hayvancılık ile sağlanan tasarruf ile savunma sanayinde olduğu gibi katma değer yaratan teknolojiye daha çok yönelmeliyiz. İthalata bağlı maliyet enflasyonunu da anca yerli kaynaklarımızla üreterek aşabiliriz.

Ülkemizin teknik imkân ve kabiliyetleri bunun yanında milletimizin büyük potansiyeli işimizi kolaylaştırır. Ama bunlardan daha önemlisi İttihat-Terakki ve Mustafa Kemal önderliğinde kurulan Cumhuriyet’in tecrübe birikimi, uyguladıkları ve başarı kazandıkları program bizim asıl zenginliğimizdir. Milli ekonomi, devlet sosyalizmi, üretim ekonomisi, halkçılık ve devletçilik Altı Ok olarak özetlenmiştir. Önümüzde duran en parlak ve kendisini kanıtlamış program budur. İşte bundan dolayı özgüvenliyiz. Sırtımızı dağ gibi sınanmış bir programa dayıyoruz.

Uzmanların “üç beyaz”dan uzak durun uyarısına sadece sağlık için uyalım. Onun dışında kimseyi dinlemeden ürettikçe özgüvenli, özgüvenli oldukça bağımsız olacağız.

Kaynakça:
1) Zafer Toprak-İttihat-Terakki ve Cihan Harbi (Savaş Ekonomisi ve Türkiye’de Devletçilik 1914-1918)
2) Korkut Boratav-Türkiye İktisat Tarihi 1908-2009
Son Dakika Haberleri