Uluçevik'ten BM uyarısı
Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik, KKTC seçimlerinin ardından yaşanan gelişmelere ilişkin konuştu. Birleşmiş Milletler'in daha önce çözümsüzlükle sona eren müzakereleri canlandırmak istediğini belirten Uluçevik, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ı dikkatli olmaya çağırdı.
BM sözcüsünün Tatar'ın Cumhurbaşkanlığını kutlarken BM’deki yerleşik dili kullandığını “Bay Tatar’ın Kıbrıslı Türk lider olarak seçilmiş olduğunu not ettik” dediğini hatırlatan Uluçevik sözcünün müzakerelere dönme çağrısı yaptığını da hatırlattı.
'LİDER DEĞİL CUMHURBAŞKANI'
“Gördüğüm kadarıyla BM yapımı eski film tekrar vizyona konulmaktadır” diyen Uluçevik şöyle sürdürdü: “Her şeyden BM sözcüsünün bu açıklamasına karşılık Sn. Cumhurbaşkanı Tatar'ın adına 'Sayın Ersin Tatar Kıbrıs Türk Lideri olarak değil, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. BM bunu böyle bilmeli ve ifade etmelidir' mealinde bir açıklama yapılması gerekir. BM’ye ve diğer çevrelere böyle bir duruş başlangıçtan itibaren gösterilmezse, 'eski tas eski hamam' olur. Çünkü bu masa BM parametreleri zemininde kurulmuştur.
'O MASADAN SADECE FEDERASYON ÇIKAR'
“5’li Konferansa katılmayı da kabul ettiğini de açıklamış olan Cumhurbaşkanı Tarar şunu bilmelidir ki, şimdiki haliyle o masadaki tezgâhtan sadece, adı 'federasyon', kendi 'mahalli muhtariyetten' farklı olmayan; Türkiye’nin etkin ve fiili garantilerinin en iyi ihtimalle sulandırıldığı ve Cumhurbaşkanı seçildiği kendi devletinin de lağvedilmesi sonucunu doğuran bir çözüm şekli çıkar.
“BM’nin Kıbrıs müzakere masasına oturduktan sonra masayı devirmek kolay hattâ mümkün değildir. Barış çağrısı, barış politikasına 'evet' ama, Sayın Tatar KKTC Cumhurbaşkanı olarak davet edilmeden ve BMGS’nin iyi niyet görevi KKTC olgusuna, gerçeğine göre yeniden tarif edilmeden, eski parametreler sıfırlanıp KKTC gerçeğine uygun yeni parametreler belirlenmeden masaya oturmasıyla teslimiyetin ilk adımını atmış olur.
'DAVETLERİ İNCE ELEMELİ'
“Kıbrıs konusunda 'Egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm' hedefine ve söylemine dayalı bir seçim kampanyası yürütmüş olan Sayın Ersin Tatar’ın BM’nin çözüm arayış masasına yaptığı davetleri ince eleyip sık dokumasında hem kendi halkı, hem uluslararası toplum nezdindeki inandırıcılığı bakımından zaruret olduğu görüşündeyim.
BMGS Guterres’in AB üyesi olan bir Devlet’in eski başbakanı olarak Rumların savunduğu gibi “AB ilkelerine ve değerlerine” göre çözüm peşinde olması doğaldır.
Ayrıca, BMGS’nin Kıbrıs konusuna bakışının da bundan önceki BMGS’lerin görüşünden bir hayli farklı olduğu izlenimindeyim. Meselâ Cenevre Konferansı’nın öncesinde 12 Ocak 2017 günü düzenlediği basın toplantısında “Kıbrıs Cumhuriyeti ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumu için sağlam ve sürdürülebilir bir çözüm arıyoruz” şeklinde konuşmuştur.
BİZİM GÖRÜŞÜMÜZ BÖYLE MİDİR?
Yine, BMGS Guterres, “1960 Güvenlik sisteminin zamanımızda sürdürülemez olduğu” görüşündedir. Bu görüşünü de Crans Montana’dan sonra taraflara bildirdiği adına “Guterres Belgesi/Çerçevesi” denen fikirler manzumesinde açıklamıştır. Raporunda da vardır bu görüş.
Sayın Tatar’ın kapalı Maraş konusunda da, TMK’dan yararlanarak mülkiyete ilişkin sorunları halletme düşüncesinde olduğunu çeşitli beyanlarından ve bu konudaki haberlerden anlıyorum.
Yeniden belirtmek isterim ki, “Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nde işgalci” olduğu, bu sebeple Türkiye’nin “davalı” (defendant) olarak AİHM’de yargılandığı ve tazminat ödemeğe mahkûm edildiği; KKTC’nin yok hükmünde ve Kıbrıs sorununun da “Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bir sorun” olduğu¸ Türkiye’nin kuzey Kıbrıs toprağının tamamını kontrolü atında tutmasının KKTC’nin “politikalarından ve işlemlerinden sorumlu olmasını gerektirdiği”; Taşınmaz Mal Komisyonu’nun (TMK) KKTC’nin değil, “Türkiye’nin bir yan yargı organı olduğu” gibi iddia ve anlayışların ürünü olan TMK’dan mülkiyet ihtilâflarının hallinde ve bu çerçevede kapalı Maraş’ın açılmasında medet umulmasını, KKTC’nin yaşatılması arzu, irade ve çabalarıyla bağdaşır bulmuyorum.
AİHM kararları, KKTC’ni yok sayan bir zihniyetin siyasî kararlarına hukuk kisvesi giydirilmesini sağlayacak bir referanstır. Bugün bazı pratik sebeplerle KKTC’nin işine yarar gibi görünse de, zamanı gelince bunlardaki her unsur KKTC’nin bağımsız ve egemen bir devlet olmadığı, hukuka aykırı bir fiil sonunda vukubulan işgal neticesi olarak yaratılan “entity” nin meşru addedilemeyeceği hukukî mütalaasının dayanağı olarak korkarım karşımıza çıkarılacaktır.
Bunun belirgin işaretlerini, Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova’nın BM üyeliği hakkında 2010 yılında verdiği istişarî mütalâada, bana göre yersiz olarak kasten KKTC’nin hukuki statüsüne yapılmış olan referanslarda görmek mümkündür. Bu konuda 2010 yılında yayınladığım “Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova Hakkındaki Kararı Ve KKTC Gerçeği” başlıklı - bazı bilimsel kaynaklarda da atıf yapıldığına ve kaynak gösterildiğine tesadüf ettiğim - makalemde bu konuda etraflı bilgi vardır.
Türkiye AİHM’de açılan davalarda hükmedilen tazminatı davacıya ödemeyi reddederek Kıbrıs konusunun gerçek mahiyetine uygun hareket etmiştir. Ama, Loizidou’nun açtığı davada Türkiye’nin hükmedilen tazminatı ödemesi sonucunda AİHM’nin aldığı kararlarla aslında Kıbrıs Türk halkının iradesine pranga vurulmuştur. KKTC’nin yok hükmünde olduğu iddiasına hukukî dayanak oluşturulmuştur.
Oysa, Kıbrıs sorunu siyasî bir sorundur. Hukuki yoldan bu sorunu halletmeye kalkışmak uygun olmadığı gibi, halletmek de mümkün değildir. Mülkiyet gibi sorunlar AİHM yoluyla değil, siyasî anlaşmaya dayalı kapsamlı çözüm bulunduğu zaman bütünüyle halledilebilir. Zamanında BMGS de bu görüşte olmuştur.
Ayrıca, AİHM’nin henüz şimdiki şekliyle kurulmamış olduğu dönemde GKRY’nin yaptığı ilk üç devlet başvurularında, eski Komisyon'un Türkiye'yi sorumlu tutan pozisyonlarına mukabil, Bakanlar Komitesi 1979 ve 1992'de, karmaşık siyasi niteliği sebebiyle başvuru konusunu gündemden düşürmüştür.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi DH(79)1 sayılı kararında, “Kıbrıs'ta insan haklarına tam saygı, ancak iki toplum arasında barış ve güvenin yeniden tesis edilmesi yoluyla sağlanabilir; ve toplumlararası görüşmelerin anlaşmazlığın çözümüne ulaşmak için uygun çerçeveyi oluşturmaktadır”