Üniversite iradesi
Mevcut iktidarın üniversitelerin rektörü “atama” yöntemiyle belirlemesinin “siyasi” olduğu söylemi doğrudur. Bu, sadece bizim ülkemizdeki atamalar için geçerli bir durum değildir. Örneğin, geçmişte Çin’in Pekin kentinde misafir olduğum üniversite deneyimim dolayısıyla rektörlüğün ÇKP’nin atamalarıyla olduğunu biliyorum. Ancak, rektörün üniversite yönetimine getirilmesinde, siyasi etkinin baskısını sadece “atama” yöntemine bağlamak doğru değildir. Üniversitelerin kendi bağımsız iradesi ile gerçekleşen rektörlük seçiminde de, üniversitenin siyasi eğiliminin de tercihleri belirlediğini görmek gerekir. Ayrıca, ülkemiz üniversitelerinde ağırlığı bulunan etnik yapının, bazı sivil örgütlenmelerin ve hatta dini temsiliyetlerin rektörlük seçimde önemli rol oynadığı da bir gerçek. Bugün, özel üniversiteler kapsamında olan vakıf üniversitelerimizin uyguladığı diğer bir rektörlük belirleme sistemi ise mütevelli heyetinin seçme yöntemidir. Üniversitenin iradesinin değil, heyetin stratejilerinin baz alındığı bu yöntem, heyetin kriterlerine göre farlılıklar göstermektedir.
Kapitalist sistemlerde, üniversitelerin mütevelli heyetlerinin rektörlük seçimi kriteri için “Amerikan işletmelerindeki CEO” örneğinin verilmesine katılıyorum. Ancak, mütevelli heyetlerinin kriterlerinin her yerde aynı olduğunu düşünmek mümkün değil. Amerika ve Almanya üniversitelerindeki mütevelli heyetlerinin yapılarının farklı olduğunu düşünüyorum. Örneğin, geçenlerde Almanya-Göttingen Üniversitesi’ne rektör atandı. Önce Göttingen Üniversitesi senatosunun kararı, sonra Mütevelli heyeti önderliğinde rektörlüğe oybirliği ile Türk asıllı deneysel fizikçi Prof. Dr. Metin Tolan getirildi. Tolan’ın seçilme nedenlerinden en önemlisi iyi bir bilim adamı olmasından geliyor. Bunun nedeni, Almanya’daki benzer üniversitelerin de sahip olduğu köklü yapı ve oturmuş sistem. Elbette bu köklü yapını senatosu ve mütevelli heyeti rektörünü atarken, adayı siyasi erkin eğilimine veya CEO niteliklerine göre değerlendirmemiş, üniversitenin bilimsel yapısına ve geleceğine odaklanmıştır.
ÖZERK ÜNİVERSİTE
Bizim üniversitelerimize gelince, reform gerekliliğine karşılık, üniversitenin kendi iradesiyle rektörünü seçmesi taraftarıyım. Reformdan kastım, üniversitelerin dışarıya karşı olduğu gibi içeride de özerk bir yapıya sahip olmasıdır. Özerklik sadece üniversitenin kendi iradesiyle rektörünü ve diğer yöneticileri seçmek değildir. Rektörlüğün veya dekanlığın vs, seçim sonrasında elindeki kadro ve mekan gibi kozları bir baskı aracına dönüştüremeyeceği şekilde ilgili yasaların düzenlenmesi gerekir. Üniversite içi özerklik, başta senato ve üniversite yönetim kurulları olmak üzere, kurullar üzerindeki rektörlük baskısının kalkmasını sağlar. Çünkü, bu kurullar rektörü onaylama kurulları değildir. En son Kovid-19 pandemisi nedeniyle ortaya çıkan ve bir yıldır süren uzaktan erişimli eğitim (on-line) başka bir rektörlük yürütme olgusunu da ortaya çıkartmaktadır: Uzaktan Erişimli Rektörlük. Bu eğitim deneyimi sayesinde elde ettiğimiz uzaktan erişim, sadece eğitimde değil, üniversite yönetiminde de farklı bir deneyim sahibi olmamızı sağladı. Normal yüz yüze eğitimden farklı olarak, dijital bürokrasinin 7/24 mesaiye dönüştüğü, yönetimle iletişimin koptuğu bir dönemi deneyimlemiş olduk. Elbette, bu olgu beraberinde sakıncaları da getirdi: Üniversite yönetimine kolay ulaşamamak, sorunların ötelenmesi, eğitimde nitelikli mesainin ortadan kalkması gibi. Bunlara, “uzaktan erişememe” nedeniyle bihaber olunan “oldu-bittiler” eklenince, sorunlar daha da artıyor. Gelecekte eğitimin tamamen uzaktan erişime dönüştürülmesi tartışmaları süregitsin, rektörlük seçimiyle ilgili bir başka deli soru geliyor insanın aklına: Acaba geleceğin üniversitelerinin rektörlerini “yapay zeka rektörler” mi oluşturacak? Ne olursa olsun, üniversite sosyal yaşamdır, insan etkeni vazgeçilmez unsurdur ve üniversite iradesine güvenilmelidir.