Viyana Güvenlik Toplantısı 2023: 2023’te Avrupa için güvenlik politikalarinda zorluklar
Viyana Akademisyenler Derneği ve Jeostratejik Araştırmalar Merkezi (Sırbistan) 30 Mart’ta, Viyana’da "2023'te Avrupa için Güvenlik Politikasında Zorluklar" konulu bir konferans düzenledi.
Birçok farklı ülkeden katılımcının yer aldığı konferansta Ukrayna'daki çatışmadan göçmen krizine, ABD'nin Avrupa üzerindeki hakimiyetinden yapay zekaya kadar geniş bir yelpazedeki konular ele alındı.
Viyana Akademisyenler Derneği ile Jeostratejik Araştırmalar Merkezi’nin girişimiyle 30 Mart 2023 tarihinde Viyana'da düzenlenen "2023'te Avrupa için Güvenlik Politikasında Zorluklar" başlıklı uluslararası yuvarlak masa toplantısı Almanya, İtalya, Fransa, Sırbistan, Polonya, Suriye ve Avusturya'dan siyasetçi ve uzmanların katılımıyla gerçekleştirildi.
Aşağıda yer alan konferansın içeriği, Aydınlık tarafından Türkçe’ye çevrildi.
FPÖ’DEN ZELENSKİY PROTESTOSU
Ukrayna'daki çatışma, kitlesel göç, enerji arzı ve güncel olaylara ilişkin tartışma, Jeostratejik Araştırmalar Merkezi uzmanı ve Avusturya'da siyasi analist olan Patrick Poppel tarafından yönetildi. Bu oturumun yapıldığı gün, Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ), Avusturya Parlamentosu'nda konuşan Vladimir Zelenskiy'nin konuşmasından duyduğu rahatsızlığı protestosuyla gösterdi ve paramentoyu terk etti. Avusturya Özgürlük Partisi Başkanı Herberg Kickl konuyla ilgili şunları söyledi: "Tarafsız bir ülke olarak Avusturya, savaşta olan bir ülkenin cumhurbaşkanına kürsü veriyor. Öyleyse onun burada Ukrayna, NATO ya da Amerikan propagandası yaptığını söyleyebiliriz" dedi. Yuvarlak masa toplantısının katılımcıları, FPÖ’nün tutumunu destekledi.
Avusturya Özgürlük Partisi'nden eski Avrupa Parlamentosu Üyesi Andreas Mölzer, “Avrupa Güvenliği” konulu sunumuyla yuvarlak masa toplantısını açtı.
Jeopolitika, Avrupa güvenliği, göçmen krizi ve AB hakkında konuşan Mölzer, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra Avrupa'nın hala Avrupa entegrasyonundan başka bir alternatife sahip olmamasından üzüntü duyduğunu ifade etti.
‘AB BÜYÜK GÜÇLERCE MARJİNALİZE EDİLDİ’
Mölzer şunları söyledi: “İki kutuplu dünyanın çöküşünden sonra Avrupa kendini özgürleştirmeye başladı, ancak şimdi bu süreç kalıcı olarak durduruldu. Rusya-Ukrayna çatışmasında pozisyonumuzu değiştirme ya da önceki pozisyonlarımıza dönme fırsatını kaçırdık. Ukrayna'daki mevcut çatışma AB'nin jeopolitik hırslara sahip olmadığını göstermiştir. AB Ukrayna'ya askeri yardım sağlamaktadır ve Avusturya tarafsız kalan son ülkelerden biridir. Avrupa'daki sorun siyasi yapıların birleşik olmamasıdır; örneğin Almanya için Alternatif, İtalya’da Lig ve Meloni sağcı olmak yerine Avrupa-Atlantik çıkarlarını temsil etmektedir. Avusturya Özgürlük Partisi, Vladimir Zelensky'nin parlamentoya gelişini ve konuşmasını eleştiren tek partidir. AB, büyük güçler tarafından marjinalize edilmesine izin vermiştir.
‘AVRUPA KİTLESEL GÖÇÜ KALDIRAMAZ’
Mölzer Avrupa’ya artan göçle ilgili de şunları ifade etti:“Avrupa sosyal ve sağlık sistemleri kitlesel göçün maliyetini kaldıramaz. Politik doğruculuğun kimseye faydası olmaz, özellikle de bize. Biz ve Alman güvenlik sistemi tarafından bir hata yapıldı. Ancak zararı azaltmak için hala bir şans var. Örneğin İngiltere Brexit'ten sonra katı bir göç politikası uygulamaya başladı. Avrupa'daki göç krizi kitlesel hedonizmle, kültürün ve dinin ortadan kaldırılmasıyla zamandaş oldu.Bu, durumu daha da istikrarsızlaştırıyor. Ayrıca göç, büyük güçler tarafından bir baskı aracı olarak kullanılıyor.”
KARİN KNEİSSL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ENERJİ KONUSUNA ODAKLANDI
Avusturya Cumhuriyeti'nin Avrupa ve Uluslararası İşlerden sorumlu eski Federal Bakanı Karin Kneissl, enerji krizi ile Ukrayna krizinin birleşmesi ve Avrupa için mümkün çözümler hakkındaki görüşlerini sundu.
Kneissl konuşmasında iklim değişikliğine odaklanarak Avrupa'nın yabancı ürünlere ve enerjiye bağımlılık geçmişinden ve son yıllarda enerji güvenliği ve satın alınabilirliğine gereken önemin verilmemesinden bahsetti. Konunun, halkı ve endüstri için öneminin altını çizen Kneissl, Macaristan Başbakanı'nın bu bağlamda attığı adımlardan örnek verdi. Kneissl, karar alıcıların enerji üretimi açısından neyin mümkün olup neyin mümkün olmadığı konusunda daha gerçekçi ve dürüst olmaları ve siyah-beyaz düşünmekten uzaklaşmaları gerektiğini savundu. Batı'nın Rusya'ya yönelik tutumunu da eleştiren Neissl, karar alıcıların daha olgun davranması gerektiğini vurguladı.
NATO’NUN SIRBİSTAN’I BOMBALAMASININ 24. YILDÖNÜMÜ
Belgrad'daki Jeostratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü Dragana Trifkoviç Kosova ve Metohija'nın şiddet kullanılarak bölünmesi hakkında konuştu: "Geçtiğimiz hafta NATO'nun Sırbistan'ı bombalamaya başlamasının yirmi dördüncü yıldönümüydü. NATO saldırısının başlamasının nedeni, Kosova ve Metohija'da, yani Sırbistan'ın güney vilayetinde yaşayan Arnavutların insan haklarının Sırp rejimi tarafından ihlal edildiği iddiasıydı. Hatta bazıları soykırımdan söz edecek kadar ileri gitti. Aslında bu, Bill Clinton, Madeleine Albright, Wesley Clark ve benzerlerinin başını çektiği ABD'li yetkililerin Sırbistan’ı itham etmek için ürettikleri bir yalandan ve ana akım medyanın uydurmalarındanibaretti.”
ABD’NİN AVRUPA’DAKİ EN BÜYÜĞÜ: BONDSTEEL ÜSSÜ
“Bu konuda mükemmel bir Alman belgeseli var: ‘Bir Yalanla Başladı’ adlı bu belgeselde gerçeklerolduğu gibi anlatılmaktadır. NATO müdahalesinin amacı Arnavutların insan haklarının korunması değil, Sırbistan topraklarında Bondsteel adı verilen Avrupa'daki en büyük Amerikan askeri üssünün açılmasıydı.
Kosova ve Metohija'daki Arnavutlar, Sırbistan Cumhuriyeti Anayasası tarafından güvence altına alınmış durumdadır.Dil, kültür ve geleneklerini yaşama hakkı, tüm devlet kurumlarına, kamusal ve siyasi hayata katılma hakkı, Arnavut dilinde eğitim hakkı, Arnavut dilinde medya kurma ve benzeri haklara sahiptir. Eski Yugoslavya ve Sırbistan'ın on yıllardır Arnavut terörizmiyle sorunu vardı ve Kosova Kurtuluş Ordusu ve Sırp güvenlik yapılarındaki Arnavut teröristlere yönelik baskının tetikleyicisi zaten buydu. Ancak Batı medyası bunu Sırp güvenlik güçleri ile Arnavut siviller arasında bir çatışma olarak yansıttı. Bunun gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.
Şimdi Ukrayna'daki Rus vatandaşlarının hakları konusuna bakalım. Ukrayna devleti, Rusça dilinin kullanımını, Rusça yayın yapan medyanın çalışmalarını ve muhalefet partilerinin faaliyetlerini yasaklamış durumda. 2014 yılında Kiev'deki darbenin ardından Ukrayna rejimi ülkenin doğusunda kendi vatandaşlarına karşı bir savaş başlattı. Ancak ABD bunu insan hakları ihlali olarak değil, demokrasi ihlali olarak nitelendirdi. Çifte standart politikası burada açıkça görülmektedir.
Batı medyasının Kosova'da demokrasiden bahsettiğini duyabilirsiniz. Bugün 250 binden fazla sürgün Sırp evlerine dönemiyor ve insan haklarını kullanamıyor, kendi ülkelerinde mülteci vaziyetteler. Kosova'da kalan Sırplara karşı her gün şiddet uygulanmaktadır.
ABD’NİN KOSOVA PROJESİ
Kosova sorununun çözülebileceği tek geçerli uluslararası belge Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1244 sayılı kararıdır. Ancak ABD ısrarla uluslararası hukuku görmezden geliyor ve ihlal ediyor, çünkü kendi Kosova'nın bağımsızlığı projesini hayatageçirmeye çalışmaktadır.
Şimdi Sırbistan'a Kosova'nın çözümü için bir Fransız-Alman planı sunuluyor, ki bu aslında Ischinger'in 2007 tarihli Kosova'nın bağımsızlığı planıdır. Bu plan, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra iki Almanya'nın tanınması üzerine modellenmiştir. Sırbistan'dan Kosova'nın sözde bağımsızlığını tanıması, bölgeden vazgeçmesi ve ABD'nin Sırbistan'ı bombalama sorumluluğundan kurtulması istenmektedir. Aslında bu, ABD'nin sınırları şiddet kullanarak yeniden çizmesi çabasından başka bir şey değil. Eğer uluslararası hukuku tamamen ortadan kaldırır ve bir gücün, ele aldığımız konuda Amerika Birleşik Devletleri'nin, Avrupa'daki sınırları kendi ihtiyaçlarına göre yeniden çizme hakkını kabul edersek, kendimizi çok tehlikeli bir durumun içinde buluruz.
‘Bağımsız Kosova’ benzeri şeyler, Avrupa'nın herhangi bir yerinde kurulabilir. Bunun için kullanılabilecek çok sayıda potansiyel çatışma var. Özellikle de Afrika ve Orta Doğu'dan Avrupa'ya yapılan büyük göçlerden sonra.
Çözüm, uluslararası hukuk ve uluslararası kurumlar çerçevesine geri dönmekte yatıyor. Ukrayna krizinde, Minsk'te varılan anlaşmalara saygı gösterilmediğini gördük. Bu gerçek son olarak eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel tarafından da kabul edildi.
Avrupalı yetkililer bize, varılan barış anlaşmalarına saygı duymak gibi bir niyetlerinin olmadığını gösterdiler.Bu anlaşmaları Ukrayna'yı gelen savaşa hazırlamak ve silahlandırmak için değerlendirdiler.
‘ABD KİTLESEL GÖÇÜ DESTEKLİYOR’
Oturumda konuşan bir diğer kişi, İtalyan parlamentosunun eski bir üyesi ve AGİT'teki İtalyan delegasyonunun başkanı olan Paolo Grimoldi oldu.
Grimoldi, Avrupa’da bazı durumlarda bölgesel ayrılıkçılığın desteklenip diğerlerinde desteklememesinin çifte standart olduğunu söyledi. Grimoldi “Bir dizi örgütlü renkli devrim yaşadık. Başka bazıları sadece çaba düzeyindekaldı. ABD yönetimi dünyaya barış getirmekten aciz olduğunu kanıtlamıştır” dedi.
Paolo Grimoldi, yakın zamanda Tunus'un Avrupa'ya yasadışı göçü önlemek için harekete geçtiğini ancak ABD'nin bunu eleştirdiğini belirterek“ABD'nin kitlesel göçü desteklediğinin ve durmasını istemediğinin açık bir gerçek” olduğunu söyledi. Grimoldi, ABD'nin İtalya da dahil olmak üzere Avrupa'daki pek çok ülkeye siyasi şantaj yaptığını kaydetti.
Grimoldi ayrıca Meksika, Brezilya, Bolivya, Çin, Rusya gibi pek çok ülkenin ABD'nin politikasına karşı çıktığını not etti.
NATO FRANSA’YA KARŞI ÇALIŞIYOR
Bir diğer konuşmacı, Kosova’da NATO komutası altındaki Fransız Özel Kuvvetler Görev Grubu’da albaylık yapmış olan Jacques Hogard’tı. Deneyimlerini anlattığı “Avrupa Priştine'de Öldü” kitabının yazarı olan Hogard, NATO'nun Sırbistan'a karşı saldırganlığının ve Kosova'nın NATO-AB ortak himayesi altında Arnavut mafya gruplarına teslim edilmesinin sonuçlarını tartıştı. Hogald, “Savaş, halkın fiziksel, maddî, manevî ve psikolojik acı çekmesine, çok sayıda gencin ölümüne ve altyapının büyük ölçüde tahrip olmasına neden oldu” dedi.
Hogald’ın bir Fransız generali olan babası, ABD'nin Fransa'ya karşı çalıştığına ve SSCB'nin çöküşünden sonra NATO'nun sadece Amerikan çıkarları doğrultusunda Slav ve Rus karşıtı bir saldırı aracı haline geldiğine inanıyordu. Babası bu nedenle Fransız ordusundan ayrılmıştı.
GELENEKLSEL DEĞERLERİN SORGULANMASI
Hogald şunları belirtti:
“Avrupa Birliği iflas etmiştir, anti-demokratiktir ve yerleşik bir kast tarafından yozlaştırılmıştır. AB’yi yönetenler, Ukrayna’daki savaşın maliyetli ve suç teşkil eden bir şekilde desteklenmesine, KOVİD-19 pandemisinin felaket bir şekilde ele alınmasına ve göç dalgaları karşısında koruyucu bir politikanın olmamasına yol açmıştır.
…
Yunan ve Roma medeniyetlerinden tevarüs edilen ve Hıristiyanlıkça şekillendirilen geleneksel değerlerin sorgulanmaso, Avrupa halklarının kimliğine yönelik ciddi saldırılar endişe vericidir.”
ATLANTİK’TE VLADİVOSTOK’A KADAR AVRUPA GÜVENLİK SİSTEMİ
İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız direnişçi bir aileden gelen Jacques Hogard, şimdi kendisini General de Gaulle'ün bir öğrencisi olarak görüyor, Fransa’nın NATO'nun entegre komutasından hızlaçıkmasını ve Amerikan emperyalizminin aracının ortadan kalkmasını ümit ediyor. Polonya, Orta Avrupa ve Baltık ülkelerini de kapsayacak şekilde Atlantik'ten Vladivostok'a kadar uzanan gerçek bir Avrupa güvenlik sisteminin inşasına inanıyor. Konuşmacı, Avrupa halklarını Amerikan boyunduruğundan kurtulmaya ve çok geç olmadan kaderlerinin kontrolünü yeniden ele geçirmeye çağırarak Macaristan'ı örnek gösterdi.
AFD’Lİ BİSTRON: ÇOK KUTUPLU DÜNYANIN BAŞLANGICI
Almanya için Alternatif (AfD) partisinden Alman Federal Meclisi üyesi Petr Bistron, Ukrayna krizi hakkında konuştu. Bistron Ukrayna'daki çatışmanın tek kutuplu dünyanın sonu ve çok kutuplu dünyanın başlangıcı olduğunu düşünüyor:
“Ukrayna, Avrupa'nın yeni bölünmesinin çizileceği yeni kırmızı çizgidir. Avrupa iki parçaya bölünecek. Bu aslında tüm dünya için yeni bir bölünmedir. Bu çatışma aynı zamanda ABD hakimiyetinin ve hegemonyasının sonunu, birlikte hareket eden yeni güçlerin gelişini işaret ediyor: Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve diğer BRICS ülkeleri, İran'ın yanı sıra Afrika da bu ittifaka katılıyor. Bu ittifak birçok Afrika ve Asya ülkesi için çok cazip. Avrupa devletleri ve ABD sürekli olarak yanlış bir söylemi tekrarlamakta ve Rusya'nın Ukrayna'daki askeri eyleminin İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'da uluslararası hukukun ilk ihlali olduğu yalanını binlerce kez tekrarlayarak Rusya'yı saldırgan olarak göstermeye çalışmaktadır. Bu doğru değil çünkü uluslararası hukukun ilk ihlali 1999'da NATO'nun Yugoslavya'ya saldırarak Belgrad'ı bombalamasıydı. Yani diğer NATO ülkeleri arasında ilk saldırgan Almanya’ydı."
POLONYA’NIN ANGLOSAKSON İSTİLASI
Polonya'dan siyaset uzmanı ve jeopolitik analist Konrad Rekas: "Yerinden Edilme ya da Göç: Orta Avrupa'da Bir İstikrarsızlaştırma Faktörü Olarak 24 Şubat 2022 Sonrası Ukrayna Nüfusunun Hareketi" konulu bir konferans verdi. Rekas, özellikle Ukrayna'dan Polonya'ya göçle ilgili endişeler ve bunun ülkenin ekonomisi ve kültürel değerleri üzerindeki potansiyel etkileri hakkında konuştu:
Şubat 2022'de birçok Polonyalı, savaştan ve yakın tehlikeden kaçan mülteciler olduğuna inandıkları kişilere kendiliğinden yardım etti, ancak gelenlerin çoğu savaştan etkilenmeyen bölgelerden geliyordu. Polonya 13 ay boyunca, Polonya'nın savaş öncesi nüfusunun yaklaşık %14’üne karşılık gelen en az 4,8 milyon Ukraynalı göçmeni kabul etti. Bu eşi benzeri görülmemiş nüfus şoku, sınır kontrolü eksikliğiyle birleşince, ülkede 1999 Kosova Savaşı dönemindeki benzer bir mafya ve terörizm ihtimali doğurdu.
Rekas, bunun Anglo-Sakson işgalciler tarafından "insani yardım" kisvesi altında organize edilen bir başka istila olduğunu söyledi.
Rekas, Polonya sınırlarındaki göç krizini inceliyor ve bunu Kosova çatışması ve NATO'nun 1999'da Yugoslavya'ya yönelik saldırısıyla karşılaştırdı. Ayrıca Rusya'nın Ukrayna'nın Rusça konuşulan doğu bölgesinden önemli sayıda mülteci kabul ettiğine ve dayatılan savaşın maliyetini şikayet etmeden ya da af çağrısında bulunmadan üstlendiğine dikkat çekti.
UKRAYNALI GÖÇMENLERDEN GELEN NAZİ İDEOLOJİSİ
Konrad Rekas, Göçmen akınının Polonya'nın refah sistemini zorladığını ve ekonomiyi göç yoluyla canlandırmanın mümkün olmadığını savundu. Rekas ayrıca Ukraynalı göçmenlere Nazi ideolojisinin kültürel olarak aşılanmasından duyduğu endişeyi dillendirdi ve mevcut Ukrayna devletini ve hükümetini neo-Nazi karakteri nedeniyle eleştirdi. Rekas, Ukraynalıların Avrupa Birliği'ne kitlesel göçünü istikrar bozucu bir faktör ve Avrupa ulusları için bir tehdit olduğunu söyledi ve Nazizmin yeniden canlanması olarak görülebilecek bu duruma karşı harekete geçilmesi çağrısında bulundu.
Dünya Siyaseti ve Uluslararası İlişkiler ve Felsefe alanında doktora derecesine sahip, Eurasia dergisine katkıda bulunan, İtalyan yayıncı Anteo Edizioni’yle birlikte Classici serisinin direktörlüğünü yapan Marco Ghisetti konuşmasında, Avrupa’da yaşanan krize ve Avrupa devletlerinin karşı karşıya olduğu zorluklara makro-kıtasal bir bakış açısı sunmayı amaçladı.
AVRUPA’DA DEGERMANİZASYON
Marco Ghisetti, Avrupa’nın bir degermanizasyon sürecinden geçtiğini, bunun da Almanya'nın ekonomik motor rolüne ve Avrupa’nın siyasi özerkliğine zarar verdiğini belirtti. Ghisetti, bu sürecin Rusya ve Çin'in ittifak kurduğu bir dönemde gerçekleştiğini ve Almanya'nın ağırlık verdiği merkezin doğuya kayması halinde bunun Amerika'nın tek kutupluluğunu zayıflatabileceğini savundu.
Ghisetti ayrıca Ukrayna'daki savaşa ve Avrupa'da Alman karşıtı ve Amerikan yanlısı popülist hareketlerin yükselişine değindi.
AVRUPA TARİHİNDE İKİ ALMANLAŞTIRMA DÖNEMİ
Ghisetti, Avrupa'daki mevcut degermanizasyon sürecinin Avrupa tarihinde ilk kez yaşanmadığına dikkat çekti. Ghisetti, Almanlaştırmanın daha önceki iki yıkıcı örneğinden bahsetti: İlki, Almanya'nın Berlin-Bizans-Bağdat demiryolu gibi girişimlerle Avrupa'yı ekonomik ve siyasi nüfuzu altında birleştirmeye çalıştığı 1. Dünya Savaşı öncesinde yaşandı. Bu, bir tür Avrupa iç savaşında birçok Avrupalı gücün yıkımına yol açtı. İkincisi ise İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce Nazi Almanyası'nın Anglosakson İmparatorluğu'na karşı Sovyetler Birliği ve Japonya'yı da içeren bir kıta bloğu kurmaya çalışması. Bu da Almanya'nın ve Avrupa'nın bir bütün olarak nihaî yıkımına yol açtı.
AVRUPA AVRASYA ENTEGRASYONUNDAN KOPARSA
Ghisetti ayrıca, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın “siyasi bir nesne” haline geldiğini ve ABD ve Sovyetler Birliği gibi yabancı güçlere bağımlılığı nedeniyle etkinliğini kaybettiğini savundu. Avrupa'nın şu anki ekonomik motorunun Almanya olduğunu, doğuya yönelmek için güçlü bir itkinin olduğunu fakat bunun ABD'nin baskısıyla karşılandığını belirten Ghisetti, Avrupa'nın Avrasya entegrasyonunun ekonomik süreçlerinden kopması halinde tüm ekonomik gücünü ve siyasi etkinliğini kaybedeceği uyarısında bulundu.
Almanya için Alternatif (AfD) partisinden eyalet parlamentosu üyesi Hans-Thomas Tilschneider"Avrupa'da İslam:Bir Direniş ya da Güvensizlik Faktörü” başlıklı bir konuşma yaptı.
AFD’Lİ TİLSHNEİDER: İSLAM ABD’YE KARŞI AVANTAJ
Tilschneider’e göre ABD'nin 9 Eylül 2001'de terörizme karşı savaş ilan etmesinden bu yana İslam faktörü jeopolitik stratejiler için bir araç olarak kullanılageldi. Tilschneider şunları söyledi:
ABD’nin amacı, Huntington'ın kültürel bir bölünme olarak gördüğü İslam faktörü aracılığıyla Avrupa'yı zayıflatmaktır. İslam'a yönelik küreselci eleştiri onun modern olmadığı yönündedir. Öte yandan İslamlaşma eleştirisi de vardır ve bunlar iki farklı konudur. Avrupa'daki İslam faktörü bir zayıflık olarak değil, bir güç olarak görülmelidir. Çünkü Avrupa'daki Müslümanların çoğu Amerikan modernizmine karşı çıkıyor ve ABD politikalarını eleştiriyor. Müslümanlar Rusya ile bir savaş istemiyor ve Ukrayna'ya silah gönderilmesine karşılar. Dolayısıyla İslam faktörü bir zayıflık değil, aksine bir avantaj haline gelebilir. Avrupa'nın sorunları, Avrupa'nın ABD ile bağlarını kesmesiyle çözülebilir. Amerikan sektörünü terk etmeliyiz.
EGEMENLİĞE GERİ DÖNMEK
Schiller Enstitüsü’nden araştırmacı Stephan Ossenkopp "Almanya Sanayisizleşmeye Göz mü Yumacak yoksa Küresel Güvenlik ve Kalkınma girişimlerine mi Katılacak?"başlıklı bir konuşma yaptı. Ossenkopp şöyle konuştu
“ABD, Rusya'ya karşı yaptırımlar için bastırıyor, ancak Rusya Çin ile işbirliği yaptığı için bu yaptırımların hiçbir etkisi olmayacak gibi görünüyor. Avrupa'nın yaptırımları Rus ekonomisine zarar vermedi. Geçtiğimiz günlerde Moskova'da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping arasında çok önemli bir toplantı yapıldı ve iki ülke arasında bir dizi anlaşma imzalandı. Moskova'da ayrıca Afrika ülkelerinden çok sayıda devlet başkanı ve yetkilinin katıldığı Rusya-Afrika Zirvesi düzenlendi. Yani Rusya izole edilmiş değil. Egemenliğe geri dönmek ve yeni bir güvenlik mimarisi için girişimlerde bulunmak gerekiyor. Alman ekonomisi büyük zarar görüyor.”
Suriye'den ödüllü bir siyasi yorumcu olan Kevork Almasian, Avrasya'nın jeopolitiği hakkında konuştu.
Almasian, 2014 yılında Lübnan'da bir medya şirketinde sunucu ve yapımcı olarak çalışıyordu. O dönemde aynı şirkette çalışan uluslararası ilişkiler profesörü ve jeopolitik uzmanı Prof. Jamal Vakim, Obama/Biden yönetimi Kiev'de darbe yaptığında Vakim ona "3. Dünya Savaşı çıkarsa Ukrayna'dan başlayacak" demişti. Kevork Almasian çatışmanın doğasını ve Ukrayna'nın önemini anlamak için araştırmaya başladı ve 2015'te Donetsk'e bizzat gitti.
AVRASYA’NIN ÜÇ SÜTUNU: RUSYA, ÇİN, İRAN
Almasian, Ukrayna için verilen mücadeleyi tek kelimeyle şöyle özetledi: Avrasya için. Almasian şunları ifade etti: “Bugün ABD karşısındaki Avrasya birliği girişimleri üç sütuna dayanıyor: Rusya, Çin ve İran. Avrasya birliğine yönelik adımlardan biri, Avrasya'nın yaklaşık %60'ını kapsayan 1996 Şanghay İşbirliği Örgütü’dür.2021'de başlayan İran'ın ŞİÖ'ye tam üyelik süreciyle birlikte Avrasya'nın üç ayağı tamamlanmış oldu.”
Almasian NATO’dan “İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği'ni yenmek ve Doğu Almanya ve Doğu Avrupa'dan çekilmeye zorlamak amacıyla askeri bir ittifak”olarak bahsetti: “SSCB’nin dağılmasından sonra, James Baker'ın Mihail Gorbaçev'e verdiği sözün aksine, NATO doğuya, özellikle de eski Sovyet ülkelerine, bugünkü Rusya sınırlarına kadar genişledi.”
UKRAYNA: ABD’NİN DÜNYANIN KALBİNE ERİŞİM KÖPRÜSÜ
Kevork Almasyan konuşmasının son kısmında modernzamanın en önemli jeopolitik çatışması olduğunu düşündüğü Ukrayna üzerinde durdu.“Ukrayna; Fransa, Almanya ve Polonya’yla birlikte dört köprüden birini temsil ediyor. Bu köprü, ABD’nin dünyanın kalbine erişimini sağlıyor. Brzezinski'ye göre Ukrayna'sız bir Rusya yalnızca bölgesel bir güç durumuna düşer ve Avrupa boyutunu kaybetmiş olur. Bu nedenle Ukrayna'nın NATO'ya girmesi Rusya için kırmızı çizgidir, çünkü Ukrayna ABD gücünü dünyanın kalbine yansıtmanın başlangıç noktası haline gelecektir. Ayrıca Rusya, Ukrayna’nın NATO'ya katılması ya da ABD’nin piyon devleti haline gelmesi durumunda, ABD'nin gücünü Rusya'nın içine yansıtabileceğine, iç çatışmalar yaratabileceğine ve Rusya Federasyonu'nu Balkanlaştırmaya çalışabileceğine inanmaktadır.”
Kriz yönetimi ve askerî alanda uzman olan ve ayrıca yapay zeka alanında faaliyetler yürütenİtalya’dan Marco Filippi, yapay zeka ile güvenlik ilişkisi hakkında konuştu.
Filippi, KOVİD-19 pandemisi gibi krizler sırasında çeşitli alanlarda yapay zekaya artan bağımlılık nedeniyle orta ve uzun vadede Avrupa'da yapay zeka kullanımıyla ilgili riskleri ele aldı: “Kriz zamanlarında yapay zeka kullanımı, karar verme sorumluluğu ve kararların toplumun çıkarlarına en uygun şekilde alınmasını sağlama konusunda etik soruları gündeme getirmektedir. Yapay zekaya çok fazla güvenmek, yalnızca insan muhakemesinin ve dokunuşunun dikkate alabileceği önemli faktörleri gözden kaçırmak şeklinde bir riski barındırır.
Yuvarlak masa toplantısının sonuç bölümünde göçmen krizi ve Ukrayna ihtilafı üzerine son tartışmalar yapıldı.
Sonuç olarak, Avrupa'nın ABD tuzaklarından ve çatışmacı politikalardan kaçınması, göç politikasına yeni ve farklı bir yaklaşım benimsemesi gerektiği sonucuna varıldı. Konferans katılımcıları, ABD’nin Ukrayna için barışçıl bir çözüm istemediği ve barış girişimlerini baltaladığı, Ukrayna’ya silah sevkiyatının durdurulması ve Avrupa ülkelerinin çatışmanın körüklenmemesi gerektiğinde hemfikir kaldı.