23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yabancılaşma ve sömürü

Yabancılaşma ve sömürü
A+ A-
OKDAY KORUNAN

Egemen toplumların kol ve akıl gücü sömürüsünü, insani değerlere yabancılaşmasını etik açıdan açıklamak oldukça zordur. Sanayi devriminin ardından gelişen ve yapay zekâ üstünden ulaşılan yenidünya düzeni, aklı silen ezber yöntemlerle ikna sürecini çoktan başlattı. Yapay zekâ haklarının düzenlenmesi, kodlamalar arası bilgi aktarımı ve gelişimlerinin kontrolü, engellenmemesi ile duygusal bağlar geliştirmelerine olanak sağlanması konuları felsefi tartışmalara çoktan açıldı. Gelinen noktaya rağmen insani temel hak ve hürriyetlerin güvenlik amaçlı olarak insan eliyle kısıtlanması, kısıtlayıcı uygulamalara izin verilmesi, demokratik hak ve özgürlüklerin hala sorgulanması da aynı zaman diliminde yaman bir çelişki.

‘AKLINI ALIRIM. AKILLI OL’

Sistem sürekli direten ısrarı eşliğinde “aklını alırım, akıllı ol” diyor. Ekonomi, köleliği besleyen geliştiren yabancılaşmayı körükleyen güç olarak mottosuyla “akıllı ol” cümlesini aynı şekilde yineliyor. “Kafasız bir dünya”, “dünyasız kafalar“ üretme telaşı, “kafadaki dünya”yı kurgulama anlamına da geliyor ki, sonuç ciddi bir körleşme ve duyarsızlık olarak karşımıza çıkıyor. Gelinen noktada toplumdan birey ve doktriner ayrım siliniyor. “Görme - duyma - konuşma, üçlemesine düşünme yap, komut alamadığında eylemsiz kal.” öğretisi ekleniyor. Avusturyalı yazar Elias Canetti’nin (1905-1994) “Körleşme” romanı bu noktada düşünce gelişimi açısından referans kitap olarak paylaşılabilir. 2008 yapımı Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan Nobel ödüllü Jose Saramago’nun aynı adlı romanından uyarlanan, Fernando Meirelles’in yönetmen koltuğunda oturduğu “Blindnees / Körlük” filmi de bu konu üzerine izlenmesinde kıymet gördüğüm bir başka önemli yapıt.

BAKMAK GÖRMEK DEĞİLDİR

Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde sergilenen “Köle Gemisi” adlı çalışmasında İngiliz ressam J. M. W. Turner (1775-1851) köleliği, insanı insana yabancılaştıran bir düzenek olarak resmeder. Eserde, köle ticareti yapan geminin doğanın adil gücü karşısındaki çaresizliğine vurgu yapılırken, geminin kurtuluşu için feda edilen köleler resmedilmiştir. Dönemin sigorta şirketlerinin doğal ölüm yoluyla köle kayıplarına tazminat ödememesi üzerine, hasta köle öncelikli atılacak eşya haline getirilmiştir. Gemiden atılacak diğer emtia kıymetli mal olarak korunurken, kölelerden ırkçı bir tutum eşliğinde kolayca vazgeçilmiştir. Deftere bir madde ve sayı olarak geçirilen köle, köleleştirilerek sömürülen insandır. Turner tablosunda vicdan ve adalet sınırlarımızı sinir uçlarımız üzerinden zorlayarak, bu uygulamayı eleştirel dille ifşa etmektedir. Resmin özünü yansıtan biçimsel değerler de bu yöndedir. Renk, leke, kompozisyon ile denizde dalgalarla boğuşan zincirli kol bu vicdansızlığı vurgular. Amerika kıtasında ve Avrupa’da köle ticaretinin yakın geçmişe kadar sürdüğü, hatta biçimsel değişimlerle sömürünün devam ettiği, ırkçılığın farklı renk ve dinlerle siyasi figürler üzerinden kendini temizleme, perdeleme çabalarının bu gerçeği değiştir(e)mediği de ortadadır. 1997 yapımı Steven Spielberg imzalı “Amistad” adlı film 1839 yılında bir gemide yaşanan köle isyanı sonrasını konu alırken köleci bakışı tartışır. Ne büyük tesadüftür ki, iki büyük savaşta da feda edilip yok sayılanlar, çoğunlukla “köleleştirilen” topluluklardan, çaresiz-leştirilmiş insanlar arasındandır.

1705 Virginia Kölelik Yasası’nda “Bu yönetim bölgesindeki tüm zenci, melez ve Kızılderili köleler taşınmaz mal olarak elde tutulacaktır. Herhangi bir köle efendisine karşı direnirse sahibi ıslah etmeye çalışırken asi köleyi öldürecek olursa böyle bir kaza hiç olmamış gibi köle sahibi tüm cezalardan muaf tutulacaktır.” denilmektedir.

Nazi Almanya’sının ırkçılık üzerinden uyguladığı politikalar da insanı değersizleştiren ötekileştiren, sömüren başka bir düzenek olarak tarihe kayıt olmuştur.

Tarih insanın kendine ve nesline yabancılaşmasının da tarihidir.

İnsanlık tarihi ne yazık ki, sömürü tarihi olarak da düşünülüp yazılabilir. Din, dil, ırk üzerinden şiddeti besleyen vicdan dışı her adım bu konuda suçludur, suç ortağıdır, sorumludur. Bu suçu besleyip, yönlendiren ekonomik adımların izi takip edildiğinde insanlık bu suçu işleyen adreslere kolayca ulaşacaktır.

Son Dakika Haberleri yabancılaşma sömürü