Direniş Cephesi kolektif saldırı yapabilir
Filistin Direnişi'nin siyasi lideri Heniyye'nin ardından Batı Asya yeni bir dönemeçle karşı karşıya. Tel Aviv'in aynı gece düzenlediği diğer iki saldırıyla beraber Amerika'yı sahaya indirme planı fiilen yürürlüğe sokuldu. Tahran'daki suikast İran'ı yanıt vermeye zorluyor
HAMAS Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye hiç umulmayan bir yerde ve beklenmedik bir zamanda şehit edildi. Tahran'da yaşanan acı olaydan saatler önce İsrail, Hizbullah'ın Genelkurmay Başkanı Fuad Şükür'ü Beyrut'a düzenlediği saldırıda şehit etti. Ardından Irak'ta, direniş gücü Haşdi Şabi karargahını bombaladı.
On gün kadar önce de Yemen'in Hudeyde Limanı'na F-35'lerle saldırı düzenlemişti. Böylece Direniş Ekseni'nin tamamına kısa bir zaman dilimi içinde saldırmış oldu. Hatırlatmak gerekir ki Binyamin Netanyahu geçen hafta ABD'deydi. “Tel Aviv kasabı” sıfatıyla Washington'a ulaşan İsrail Başbakanı kahraman gibi karşılanmış, Kongre konuşmasının başında, esnasında ve sonunda defalarca ayakta alkışlanmıştı.
Netanyahu'nun konuşmasındaki başlıca vurgu İran'dı. İsrail Başbakanı, yeterli miktarda silah ve destek sağlanması halinde İsrail’in Orta Doğu’da ABD’nin güvenliği için savaşmaya hazır olduğunu söyledi. Bölgede NATO benzeri bir oluşumla İran’a ve direniş cephesinin diğer güçlerine karşı mücadele etmeyi önerdi. Tahran’ın nükleer çalışmalarının herkesi tehdit ettiğini iddia etti. “Zafere birlikte ulaşacağız” diyerek alkış tufanı arasında sözlerini tamamladı.
7 Ekim'den beri süren savaşta bir dönüm noktasına işaret eden suikastleri, ABD'nin bariz rolünü, pazartesi gecesi yaşananların neyi amaçladığı ve nelere gebe olduğunu ayrıca Türkiye'nin yapabileceklerini, ülkemizdeki en önemli Orta Doğu uzmanlarından Yakın Doğu Haber'in Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu ile konuştuk.
SAVAŞI BÖLGESELLEŞTİRMEK
Dursunoğlu, Heniyye suikastine dair “Kimse bu kadarını beklemiyordu” diyerek sözlerine başlıyor ve altında yatan nedenleri şu ifadelerle açıklıyor:
“Bu büyüklükte bir saldırı ancak şu anlama gelir: Binyamin Netanyahu ile kabinesi iktidarını sürdürmeye, bunun için de şu ana kadar somut bir askeri başarı elde edemediği savaşı bölgeselleştirmeye çalışıyor. Amerika'nın doğrudan desteğini almaya gayret ediyor. Yani ABD'yi kendi adına savaşa sürükleyebilmek için savaşı bölgeselleştirmek istiyor.”
Olayın arka planında Netanyahu'nun ABD ziyareti ve Kongre'de defalarca ayakta alkışlanan “soykırım güzellemesi”nden ibaret konuşması olduğunu hatırlatan uzman, sözlerine şu şekilde devam ediyor:
“Ardından başkanlık seçimleri adaylarından Kamala Harris'le görüştü. Harris, bütün Amerikan başkanları gibi İsrail rejimine olan desteğinin sarsılmaz olduğunu bildirmekle birlikte bu savaşın bitirilmesi gerektiğini söyledi. ABD tarihi boyunca Biden'dan daha büyük bir Siyonist başkan belki de yoktur. O bile savaşın daha fazla devam etmemesi yönünde açıklamalar yapıyordu. En azından kamuoyuna böyle söylüyordu.”
Dursunoğlu, Donald Trump'ın da Yahudilerden oy alabilmek için İsrail'e destek verir gibi gözükse de aslında onun da Biden ve Harris gibi Gazze'deki savaşın bitirilmesi gerektiğini söylediğini anımsatıyor.
HEDEFLERE ULAŞILAMADIĞINI BİLİYOR
Dursunoğlu’na göre Biden yönetiminin bu yönde bir tutum almasının anlaşılabilir bazı sebepleri var:
“Rejim, savaş neredeyse bir yılı devirmesine rağmen somut hiçbir askeri hedefine ulaşamadı. 70 yıldır yarattıkları o uydurma imaj tamamen çöktü. İsrail şu an soykırımcı bir devlet olarak anılıyor. Dolayısıyla Biden'ın yaptığı aslında daha fazla uzatarak bunun içinden çıkılmaz hale gelmemesi için rejimi kurtarmak.”
Savaşın gidişatının İsrail'in iç çelişkilerini olağanüstü şekilde artırdığına dikkat çeken Dursunoğlu, asker ihtiyacının karşılanması için toplumsal ve siyasi krizler pahasına Haredilerin silah altına alınmasını örnek olarak gösteriyor. Bunun askeri sansür nedeniyle gizlenen kayıpların “basit bir ifadesi” olduğuna işaret ediyor.
Netanyahu'nun iktidarını sürdürebilmesi, savaşın devamına bağlı ancak bunu yapsa da sonuç alamıyor. Bu noktada uzmanın işaret ettiği gibi “daha büyük bir gücün sahaya inmesi” gerekiyor. Bu güç de elbette “Amerika'dan başkası değil.” Washington'ı fiilen çatışmanın içine çekmenin yolu da savaşı bölgeselleştirmekten geçiyor. Dursunoğlu, bunu yapmanın “iki yolu var” diyor ve her ikisinin de pazartesi akşam üstü ve ilerleyen saatlerde hayata geçirildiğini söylüyor. Bunlardan ilki Heniyye suikasti. Diğeri ise “Meclel Şems olayını bahane ederek Lübnan'a saldırmak.”
HİZBULLAH'IN 'GÜVENLİK KUŞAĞI'
Uzman, Hizbullah'ın diğer Dürzilerden farklı olarak direnişe açıktan destek veren, öteden beri de Suriye'nin yanında yer alanların yaşadığı bir köye saldırma olasılığının akıl dışı olduğunu belirtiyor. Hizbullah'ın bırakın Dürzileri, 8 Ekim'den beri kuzey İsrail'deki Yahudi yerleşimlerinde yaşayan sivilleri dahi hedef almadığını hatırlatıyor. Lübnanlı Dürzi lider Velit Canbolat'ın dahi “bu savaşta Hizbullah'a pürüz çıkarmadığını, yani zımni bir desteği olduğunu” söylüyor.
Dursunoğlu, İsrail'in Hizbullah'ı Litani Nehri ötesine itemediğini aksine bunun tam tersini başaranın Lübnan Direnişi olduğunu şu sözlerle açıklıyor:
“Hizbullah, İsrail içerisinde bir anlamda güvenlik kuşağı oluşturmuş durumda. Kuzeydeki yerleşimler tahliye edilmiş, bütün hayat durmuş. 200-250 bin kişi iç kesimlere tahliye edilmiş. Yerleşimciler hükümetlerini sorumlu tutuyor, 'normalde bizim yapmamız gerekeni Hizbullah bize yapıyor' diyorlar. 'Ve biz yaşıyorsak Nasrallah [Hizbullah Genel Sekreteri] bizi öldürmeye karar vermediği için yaşıyoruz' söyleminde bulunuyorlar. Dolayısıyla içerideki bu büyük baskıdan da dolayı Mecd el-Şems olayı Netanyahu'ya bu fırsatı sunmuş oldu. Dün gece de kendi iç kamuoyuna, 'Bakın ben istediğim gibi cezalandırırım, Hizbullah'ın Genelkurmay Başkanı'nı öldürdüm' dedi.”
UZUN GECENİN BİR DİĞER HEDEFİ
"Beyrut saldırısından birkaç saat sonra da İsrail, Irak'ta Haşdi Şabi karargahını hedef aldı. Son olarak da Heniyye'yi şehit etti. Dursunoğlu'na göre bu operasyonların hiçbiri, “Amerika ile koordinasyonsuz ve ona rağmen olabilecek şeyler değil. Üst düzey karar vericilerin bunda ne kadar rolü var, etkisi var bunu bilmek şimdilik mümkün değil. Benim bu iki suikastten çıkardığım sonuç rejimin savaşı bölgeselleştirerek Amerika'yı doğrudan savaşın içerisine çekme hedefi oldu.”
"Yaşananları İran açısından da değerlendiren uzman şunları aktarıyor: “Saldırılar, can yakıcı ve onur kırıcı. Bu Tahran'a 'senin hiçbir yerin güvenli değil' demek, senin 'Rehber'ini bile öldürürüm' demektir. Tahran'ın buna göz yumabilmesi mümkün değil. Hamaney, 'bu kanın intikamını almak bize düşer, biz bunu görebiliyoruz' dedi.”
GERÇEK VAAT'TEN DAHA BÜYÜK BİR ORTAK OPERASYON
Dursunoğlu, on gün içinde tüm direniş cephelerine yapılan İsrail saldırılarına karşı ne tür bir tepki verilebileceği konusunda şu gözlemlerde bulunuyor: “Önceki Gerçek Vaat Operasyonu'ndan çok çok daha kapsamlı, büyük ve ağır bir saldırı olacağını zannediyorum. Aynı şey Hizbullah için geçerli. Bir de Yemen'in Hudeyde saldırısına cevabı olacak. Öyle zannediyorum ki Direniş Cephesi bu sefer ayrı ayrı değil kolektif bir saldırı yapabilir. Dün gece ABD ve İngiliz savaş gemilerinin Lübnan'a doğru harekete geçtiğine dair haberler gördüm. Bu kolektif saldırının önünü kesebilmek için mutlaka Amerikan rejimi ve diğer Batılı ortakları da devreye girecektir.”
‘HÜKÜMET, İSRAİL’E TAŞINAN ENERJİ KAYNAKLARINI ENGELLEMEDİ’
Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Temmuz’da ‘Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek, bunun benzerini aynen onlara da yaparız’ açıklamasında bulunmuştu. Son gelişmeler bu açıklamaların uzun süre daha gündemde kalmasına neden olacak.
Dursunoğlu, Ankara'nın yapabileceklerine değinirken Türkiye'nin her şeyden önce bölgede İran gibi İsrail'e karşı savaş yürütebileceği bir direniş ekseninin içerisinde olmadığını hatırlatıyor. Direkt bir askeri müdahaleninse olasılık dışı olduğunu vurguluyor. Türkiye'nin 2012 yılında NATO'daki veto hakkını kullanmayarak İsrail'in Brüksel'de ofis açmasına izin verdiğini ve Tel Aviv'i Atlantik İttifakının bir parçası haline getirdiğini hatırlatıyor. Kısıtlandığı ifade edilen ticaretin Yunanistan üzerinden sürdüğünü anımsatıyor ve şu noktaya dikkat çekiyor:
“İsrail'in akaryakıt ihtiyacına Azerbaycan üzerinden köprü oluyorsunuz. Sizden bu şartlar altında kimse zaten askeri müdahale beklemiyor. Filistin direnişinin en büyük ana karargahı İran'dır.”
'SURİYE EN GÜÇLÜ ARAP KALESİ'
İsrail'e karşı atılabilecek en kararlı adımlardan olan Suriye’nin kuzeyindeki bölücü örgütlenmeyi sorduğumuzda ise Dursunoğlu, Ankara'nın geçmiş tutumunu eleştirerek yanıt veriyor.
Erdoğan'ın askeri müdahale sözlerinin gerçekçi olmadığını daha çok kamuoyuna moral vermeyi amaçladığını belirten Dursunoğlu, Türkiye'nin potansiyeli dahilinde daha uygulanabilir hamleler yapabileceğini belirtiyor. Bu bağlamda şu olası adımları sıralıyor:
“Türk dünyasını, İslam İşbirliği Örgütü'nü, diğer uluslararası organizasyonları harekete geçirmek. Gerçekten bir şeyin parçası olmak, yani İsrail'i ekonomik açıdan cezalandırmanın bir parçası olmak. Fakat Türkiye hala İsrail'le ticaretin bir parçası. İsrail'in çok önemli akar yakıt ihtiyacı, Bakü Ceyhan'dan gidiyor Akdeniz'e, Akdeniz'den de İsrail'e taşınıyor. Bunu kesmek İsrail'in bütün ekonomisini yerle bir eder, altını üstüne getirir. Bunu yapamıyorlar.”
Dursunoğlu, eğer bu girişim anlaşmalar yoluyla yapılamazsa uygulanabilecek başka yöntemler olabileceğini aktarıyor: “Bunu engellemenin bir sürü yolu var, bunu da ben mi söyleyeyim, sabote edersin, arıza var dersin, sürdürürsün. Vaktiyle bazı ses kayıtları çıkmıştı. Bir yetkili, 'öbür taraftan bir füze atarım, savaş sebebi yaratırım' diyordu...”
NUSRA NASIL FETİH ORDUSU OLDU?
Türkiye'nin ve Arap yönetimlerinin desteğiyle Suriye'ye on binlerce fanatiğin getirildiğini söyleyen uzman, bölgede sekiz ila on bin kişilik koloni kurulduğunu anımsatıyor. Muhaliflerin öne çıkan isimlerinden, el-Kaide liderinin dahi tasvip etmediği, NATO'ya biat eden ve “Siz Şam'da bombaları patlatın, masumlar ölürse zaten Allah onları cennete koyacak, hiç önemli değil.” fetvasını veren Sünni din alimi Yusuf el-Kardavi'yi hatırlatıyor. “Suriye'ye daha neler yapılmadı ki…” diyen Dursunoğlu gözlemlerini aktarmayı şu sözlerle sürdürüyor:
“İşte İdlib gözümüzün önünde. 2015'te Nusra'nın adını Fetih Ordusu koydular. Onlar da İdlib'i ele geçirdi. O zamanlar adı Nusra Cephesi'ydi. Ana gövdesini Nusra oluşturuyordu. Bunlar yanlarına başka silahlı örgütleri de kattı.”
Ankara'nın ayrıca terörist ilan edilen muhalif gruba Fetih Ordusu adını vererek, meşrulaştırma yoluna gittiğini ve bunun da ABD'ye ilham verdiğini PKK/Suriye Demokratik Güçleri (SDG) örneği üzerinden açıklıyor.
‘YETERİNCE İYİ KORUNMUYORDU’
İsmail Heniyye ile son röportajı gazeteci Kemal Öztürk yapmıştı. Filistinli liderle 16 Temmuz'da Katar'ın başkenti Doha'da bir araya gelen Öztürk, Heniyye'nin yeterince iyi korunmadığı izlenimine kapıldığını şu sözlerle açıkladı:
“Savaş ortamında Heniyye ile görüşmek bir gazeteci için çok zor. Dolayısıyla biraz olağanüstü şartlar içerisinde aniden gelişti ve beni bulunduğu yere götürdüler. Ben doğrusu biraz şaşırmıştım, güvenlik önlemlerini çok güçlü bulmadım. Bulunduğu eve girerken bir sokak var, sokağın başında polis aracı vardı. Onu geçtikten sonra iki, üç tane güvenlik görevlisi vardı. O zaman aklıma gelmişti ama Katar'da suikast olmaz diyordum. Güvenlik amaçlı sadece telefonlarımızı aldılar. Ama evin oraya kadar telefonla gitmiştim.”
AKSA TUFANI'NI YÜCELTMİŞTİ
Heniyye, Öztürk'ün sorusu üzerine 7 Ekim'in ne anlama geldiğini şu ifadelerle dile getirdi:
“7 Ekim Filistin için yeni bir tarihin başlangıcıdır. Büyük bir zaferdir. İsrail için de büyük bir hezimettir. O gün İsrail’in yenilebilir olduğunu gösterdik. O günleri hatırlayın, Filistin davası ikinci plana atılmıştı. Büyük İslam ülkeleri İsrail ile ilişki kurup, normalleşme süreci başlatmıştı. Ve bizim sorunlarımızı konuşan yoktu. 7 Ekim’den sonra tüm dünya Filistin’i konuşmaya başladı. Milyonlarca insan bizi destekliyor artık. Dünyanın dört bir yanında Filistin için gösteri yapılıyor. Tüm bunlar ‘7 Ekim Harekatı’ sayesinde oldu.”
'İSLAM DÜNYASINA SİTEMKARDI'
HAMAS lideri kelimelerini seçerken “direniş, var olmak, mücadele etmek” gibi kavramları kullanmaktan vazgeçmiyor, sözlerini şu şekilde sürdürüyordu: “Biz zaten hep şehit veriyorduk. İsrail sürekli katliam yapıyordu, 7 Ekim’den önce de binlerce şehit verdik. O zaman ne vardı? O zaman dünyadan ses geldi mi? Tepki gösterdiler mi? Batı Şeria’da bugüne kadar İsrail binlerce Filistinli öldürdü. Bunun sebebi de Hamas mı?”
Öztürk, Heniyye'nin İslam dünyasına “biraz sitemkar” olduğunu, “bu katliamı durdurmamasına” içerlediğini kaydediyor ve HAMAS liderinin şu sözlerini aktarıyor: "Biz Allah’a güveniyoruz ve onun izniyle zafere ulaşacağız. Bu uğurda can vermeye de hazırız ve vereceğiz.” Üç çocuğu, dört torunu, onlarca aile üyesinden sonra Heniyye, Filistin Direnişi için kendi canını da verdi.