Yapısal sorunlarla boğuşan üniversitelerde acil reformlara ihtiyaç var
84 milyon nüfuslu bir ülkede, 8,3 milyon üniversite öğrencisine, 183 bin 592 araştırmacı veya öğretim elemanı düşüyor. Bu sayı ve oran bile ciddi eksiklik ve çarpıklık olduğunu göstermeye yeter ve artar. Genel kanaat çoğu akademik kadro ve personelin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi olduğudur
Üniversite öğrencinin beynine format atan değil, özgür düşünme becerisini kazandıran kurumdur.
Çoğunluğu son 30 yılda altyapısı ve akademik kadrosu hazırlanmadan kurulmuş olan üniversitelerimiz 2022-2023 öğretim yılına yine çok ciddi sorunlar ile başlamaktadır. Türkiye’de 129’u devlet, 75’i vakıf ve 4 vakıf MYO ile toplamda 207 üniversitede 183 bin 592 öğretim elemanı görev yapmakta, 8.3 milyon öğrenci öğrenim görmektedir.
İyi bir üniversite eğitim ve öğretiminin gerçekleşmesi için öncelikle a) üniversitenin eğitim programı teorik ve pratik eğitimin aktarılmasına uygun altyapıya sahip olması yanında yeterli ve gelişmiş teknolojik donanımlı derslik, laboratuvar ve uygulama alanına sahip olması. b) üniversitenin akademik kadroları ve araştırmacılarının yeterli sayıda ve akademik birikimi yeterli, deneyimli, donanımlı ve üretken olması. c) araştırma faaliyetlerinin düzenli ve sağlıklı yapılabilmesi için yardımcı teknik ve ara eleman istihdamının amaca uygun olarak sağlanması, d) akademik temel bilgilere sahip, okuduğunu anlayan, sorun çözücü düşünmeye yatkın, yaratıcı özelliği olan 21 yy yetkinliklerini kazanmış yetenekli öğrencilere sahip olması gerekmektedir.
Nitelikli bir üniversite eğitimi için öğrencilerin temel fen bilimleri ve matematik bilgisi yanında felsefe, sosyoloji, psikoloji, tarih, coğrafya bilgi becerilerine sahip olması gerekir. Farkındalığı yüksek, duygusal zekâ, soyut ve analitik düşünme becerisi kazanmış olması beklenir. Ancak ne yazık ki ortaöğretim okulları (ortaokullar ve liseler) eğitimi ortalama bir bilgi, görgü ve genel kültüre sahip yetişkin insanlar yetiştirmenin çok gerisinde.
MEB yükseköğretime hazırlamadan diploma veriyor, ÖSYM okuduğunu bile anlamayan adayları üniversitelere kabul ediyor. 2022 yılında YÖK’ün 180 puan barajını kaldırması ile toplam kontenjan yüzde 90 üstünde doldu. Ancak “Üniversiteye kayıt yaptıran öğrencilerin kaçı üniversite okuyacak kadar akademik bilgi sahibi?” sorusunun cevabı ne yazık ki çok yetersiz. 2022 YKS (Yüksek Öğretim Kurumları Sınavları)’nın Temel Yeterlilik Testi oturumuna 3 milyon 8 bin 287 öğrenci katıldı. Sınavda 96 bin 518 aday sıfır çekerken 40 soruluk Temel Matematik testindeki ortalama doğru yanıt sayısı 6,9, Türkçe testinde doğru yanıt ortalaması 17 olurken, 20 soruluk Fen Bilimleri ortalaması 3,2 ve Sosyal Bilimler ortalaması 7,9’da kaldı.
ÖĞRENCİLER OKUDUĞUNU ANLAMIYOR
500 puan üzerinden, üniversitede işlenen konuları anlayacak düzeyde 400 ve üstünde puan alan öğrenci sayısı 2020 yılında 42 bin, 2021 yılında 12 bin ve 2022 yılında 73 bin olarak gerçekleşti (ÖSYM veri tabanı). 2022 yılında 450 ve üzerinde puan alan öğrenci sayısı 7 bin kadardır.
Refahla birlikte eğitimde de nitelik artışı beklenmesi doğalken tersine, eğitim başarısının giderek düştüğü, lise öğretimini tamamlayan ve sınava giren öğrencilerin yüzde 98'inin nitelikli bir yükseköğretim programını okuyacak temel akademik bilgiye sahip olmadığı anlaşılıyor. Bütün sınavlarda (PISA, ÖSYM, Ortaöğretim Sınavları, KPSS) genel ortalamanın düşük olduğunu görülmektedir. Tek tek çok başaralı öğrencilerin varlığının olması önemli ancak Türkiye gibi dünyanın ilk 20 büyük ülkesi için bu bireysel örnekler çok yetersiz kalıyor. Gelişmiş bir ülke olmak için nüfusun (liseden mezun olan öğrencilerin) yüzde 5’inin gerçek anlamda yeterli bilgi ile üniversiteye girmesi bile yeterlidir. Ne yazık ki ülkemizde yeterlilik durumundaki yüzde 1-2 oranını elimizde tutarak, ülkenin gelecekteki inşasında da değerlendirmeden, beyin göçüne uğratıyoruz.
ÜNİVERSİTELERİN ALT YAPI VE AKADEMİK KADROLARI YETERİZ
207 üniversitenin içinde başta kütüphane olmak üzere, kampüs, laboratuvar, yeterli derslik ve donanım gibi birçok temel alt yapıya sahip olmayan üniversitelerin varlığı rapor edilmektedir (YÖK, Üniversite İzleme ve Değerlendirme Raporları). En ciddisi de üniversitelerde yeterli akademik kadro, araştırma görevlisi, teknik eleman, diğer hizmetli yetersizliği yaşanmaktadır. Üniversite ve araştırma merkezlerinin bütçelerinin yetersizliği, neredeyse herhangi bir projenin sadece laboratuvar malzeme ihtiyacını bile karşılayamayacak düzeyde düşük kalmaktadır
84 milyon nüfuslu bir ülkede 8,3 milyon üniversite öğrencisine 183 bin 592 araştırmacı veya öğretim elemanı düşüyorsa, bu sayı ve oran bile ciddi eksiklik ve çarpıklık olduğunu göstermeye yeter ve artar. 183 bin 592 elemandan 50 binini araştırma görevlileri oluşturmaktadır. Yani öğretim üyesi başına bir araştırma görevlisi bile bulunmamaktadır. Bilim yapan, teknoloji üreten bir ülke olmak için en azında 500-600 bin araştırıcının olması beklenir. Her öğretim üyesinin bir Ar-Gör ve teknik personelinin olması gerekir.
Öğretim elemanı kadrosu niteliği de çok tartışmalıdır. Maalesef son yıllarda basına yansıyan çok sayıda haberler öğretim üyelerinin yeterliliğini ve kalitesini sorgulatmaktadır. Üniversitelere akademisyen kadroları çok yönlü işin niteliğine uygun olarak liyakate dayalı selekte edilerek alınmalı. Üniversite iş kapısı olarak görülmemeli. Üniversitede bilim yapma, zekâ, analitik düşünme becerisi ve bilim yapma isteğinin sürekli olması aranmalıdır.
ÜNİVERSİTELERİN MORAL VE MOTİVASYONU GİDEREK DÜŞÜYOR
Değişik üniversitelerde birçok üniversite hocasından, öğrenciden ve toplumdan yansıyan bilgilerin oluşturduğu genel kanaat çoğu akademik kadro ve personelin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi. Üniversite araştırma fonlarının ve TÜBİTAK bütçelerinin yetersiz olması, bütçelerin uluslararası düzeyde ileri araştırma yapacak düzeyde olmaması... Uluslararası kongre ve toplantılara katılım, döviz kurlarının yüksek olması nedeniyle neredeyse artık imkânsız. Akademik kadroların ve üniversite çalışanlarının maaşları yoksulluk sınırında görülmektedir. Bütün olgular bir araya gelince kimsenin ne hevesi var ne de isteklendirici bir ortam kalmıştır. Herkes zorunlu yapmaları gereken dersleri yapıyor, bir umutları ve üniversiteleri geliştirecek yaratıcı, dönüştürücü bir çabaları bulunmuyor. Çabalayan da bir karşılık bulamıyor.
ACİLEN CİDDİ DESTEK VE REFORMLAR GEREKİYOR
Üniversitelerin sağlıklı işleyişi için üniversite yönetim organlarından senato ve fakülte kurulları yanında bilim jürilerinin nitelik eksenli olarak aşağıdan yukarıya doğru liyakate dayalı olarak seçilerek belirlenmemiş olması en temel eksikliğin başında geliyor. Bir dizi yönetilemeyen sorun beraberinde akademik verimsizliği getirmektedir. Kendi sorunlarını çözemeyen, kendi içinde adaleti ve barışı kendi mekanizmaları ile sağlayamayan bilim kurumlarında üniversite bileşenlerini oluşturan öğretim üyesi, öğretim görevlisi, öğrencisi ve çalışanları ile kendi kurumlarına sahiplenmemesine yol açmaktadır. Zamanla bilimsel üretkenlikten kopma, beraberinde üniversitesinin geleneksel kurumsal yapısına da yabancılaşmayı tetikliyor.
Üniversitelerin yeniden evrensel ölçekte özerk kurumlar olarak nitelikli eğitim, araştırma ve toplumsal hizmet vermesi/verebilmesi için siyaset üstü bir yaklaşımla liyakat esaslı ciddi bir reformdan geçmesi gerekiyor. Türkiye’nin büyümüş sorunlarının çözümünün bilimsel öneri ve yöntemlerle çözülmesinden başka yolu olmadığından, mutlaka önce üniversitenin, esas görevi olan bütünlüklü bilim iklimine kavuşturulması gerekir. Üniversiteler üst düzeyde araştırma yapacak, bilim-sanat ve felsefe üretecek duruma getirilmelidir. Açıkçası çoğu vakıf üniversitesi ve üniversiteler neredeyse ezbere derslerin anlatıldığı, doldur boşalt diploma dağıtılan yerlere dönüşmüş bulunuyor. Hal böyle olunca çoğu diploma sahibi, yaratıcı, üretken proje üretemiyor, girdiği işte beklenen performansı göstermemesi iş çevrelerince sıkça şikâyet konusu oluyor.
Üniversitelere “okula dönüştü” deniyordu, şimdi okul olma vasfını bile kaybetmiş durumda. Acilen ÖNLEM alınması gerekiyor.