Yarılma
Ruh Sağlığı alanında tanımlı hastalıklardan birine verilen isim dilimizde ‘aklın yarılması’ tamlaması ile karşılık bulmaktadır. Akıl yarılır hale geldiğinde kişi kendi duygu ve düşünce burgacına kapılır. Davranışları bozulur. Gerçeklik duygusu hasar görür. Akıl bireysel ölçekte yarıldığında dışa vuran belirtilerden biri kişinin yaşadığı tuhaf zıtlıklardır. Örneğin onu üzen bir olayı anlatırken kişinin mutluluk dolu bir yüzü ifadesi taşıması gibi. Çaresi? İlaçla müdahale, aile ve toplumun desteği ve benzeri önlemlerle yüz güldürücü sonuçlar alındığını bilmekteyiz. Unutulmaması gereken andığım önlemlerin hiç birinin tek başına bir işe yaramadığıdır. Hepsi bir arada, tümleşik olursa işe yarar. Aklın yarılması görmezden gelinecek bir durum değildir.
Aklın yarılması toplumsal düzlemde gerçekleşir mi? Gerçekleşir. İlkinden farklı mıdır? Farklıdır. İlkinde özgül bir bozukluk söz konuş iken ikincisinde politik psikoloji aracılığı ile gerçekleşmiş hileli bir yönlendirme söz konusudur. Bir başka biçimde söylersem toplumun aklı yardırılmaya çalışılmaktadır. Aklı yarılmış bir toplum olayların içinde değil dışında kalmayı seçmiş -moda tanımlama ile- kendini akışa bırakmıştır. Bu akış içinde bir bucaktan ötekine savrulmaktadır. Bugün doğru görünen yarın tehlikelidir. Kendi içinde inandırıcılığını yitirir. Yönlendirmenin sahipleri her aşamada devreye girip bireyin edilgenliğini ve henüz ayrımsamadığı çaresizliğini sarıp sarmalarlar. Yeter ki her şey önceki haline dönsün! 1971 yılında NATO/ Gladyo subaylarının gerçekleştirdiği tüm askeri darbeler, toplumdaki uyanışı, sağlıklı hali engellemek, toplumsal akıl yarılmasını pekiştirmek amacını güder.
YEDEK OYUNCULAR
1980 yılı Amerikancı oğlanların sahne aldığı, öldürdükleri hariç yarım milyon Türk yurttaşını hasarlı hale getiren son darbedir. Bir sonraki aşamada yeni bir askeri darbe olasılığı (paraya bağlanmış hain çığırtkanların onca bağırtısına karşın) olanaksızdır. Ancak sahne boş kalmamalı; onların yerini tutacak birileri olmalı: Yedek oyuncular! Bir el işaretine bakarlar. (O elin avuçladığı dolarlar nedeniyle yeşillenmiş bir el olduğunu söylemek gereksiz) Hemen atılırlar sahneye! Onlar kim? Uzmanlar (strateji uzmanları, Ortadoğu uzmanları vs.) akademisyen-yazarlar, araştırmacı gazeteciler (tek başına gazeteci başlı başına bir varlık iken onlar gazeteci olarak var olamayanlar) kürsü sahipleri (yurduna borçlu hissetmeyen ama bir biçimde eğitim kürsülerini devre mülk olarak kullanan ünvanlılar) vs. Onlar nasıl yarmak istiyorlar toplumun aklını?
Önce olmadık zıtlıklar yaratıyorlar. Ardından bu zıtlıklara bakarak yapay seçimler oluşturuyorlar. Yaşamsal olduğunu söylüyorlar. O kargaşada teslim olan edilgenler akıl yarılmasına uğruyorlar. Akıl yardıracak üç soru örneği vermek isterim:
i. Amerika mı Rusya mı?
ii. Ya NATO olmazsa?
iii. Ne işimiz var orada?
Bunlar yanıtı aranan sorular değildir. Önceden hazırlanmış yanıtlara uygun hale getirilmiş sorulardır. Bu yanıtlarla zihni tecavüze uğramış insanlar akılları ile amaçlı biçimde oynandığını ayrımsayamazlar. ‘Çarşıya mı gidiyorsun?’ sorusunun ‘Hayır, çarşıya gidiyorum’ diye yanıtlandığını düşünün. O iki insanın iletişimi bozuktur. Televizyonlardaki uzman, akademisyen yazar vs. tartışmalarına bir bakın; örneklediğim bu söyleşmeden zerre kadar farklı değil! Toplumsal akıllarının yardırılmaya çalışıldığını görebilen kaç kişi var?
Çare? İlaç mı? Elbette ilaç değil. Çare insan aklını tutsaklıktan kurtarmak! Mustafa Kemal Atatürk, toplumun aklını özgürleştirmek istiyordu. Aklı özgürleşmiş toplum demir leblebidir. Yurdunu demir ağlarla donatırken aklını diri tutarak her türlü bulaşmaya engel olur. Tam o günlerdeyiz! Bir bir değil bir arada düşünürsek yalnızca aklımızı sakınmakla kalmaz yurdumuzu da korumuş oluruz diye düşünüyorum.