15 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yaşar Nuri Öztürk-4: Aydınlanma mücadelesinin neferiydi

Yaşar Nuri Öztürk, sönmeyen bir aydınlık meşalesiydi. Bu meşale bizi her yerde aydınlatıyordu. Rahmetli, en çok Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi gibi özgürlükçü, aydınlanmacı ve şeffaf yayın ve basın organlarında meşale olmaktan mutluydu

Yaşar Nuri Öztürk-4: Aydınlanma mücadelesinin neferiydi
A+ A-
PROF. DR. ŞAHİN FİLİZ / AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ FEN - EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Yaşar Nuri usturası’ndan payını alan ‘uydurulmuş din’in yaygın kavramı, muhafazakarlıktır. “Şeriat”, “İslam devleti” gibi siyasal dinciliğin propaganda sembolleri yerine, Türk halkına daha ‘sıcak’ geleceği düşünülen muhafazakârlık, Yaşar Nuri’ye göre tam 70 yıldır Allah ile aldatanların dillerine pelesenk ettikleri bir söylemdir. Muhafazakâr demokrasi de, ona göre bir tüp bebek İslamıdır. Tarihsel kökü, Emevîlere dayanır.

Kuran, muhafazakârlığa ve muhafazakâr İslam’a yer vermez. Muhafazakâr mantığa göre, eski, hep iyilerin ve hayırların toplamıdır. Oysa eskinin sanıldığından daha kötü bir geçmişi vardır ve İslam adına bunları sahiplenmek, İslam’ın ve Kuran’ın ruhuna taban tabana zıttır. Yaşar Nuri’ye göre muhafazakârlığın karşıtı, Kuran’da, hanifliktir. Hanif, atalar dinine başkaldıran devrimci demektir. Zaten İbranice’de hanif, zındıklık ve atalardan dininden sapmadır. Yani, muhafazakâr hanifin tam tersi anlamdadır. Muhafazakâr, hanif olmayandır; atalarının dininde sabitkadem bir hurafecidir.(1)

Türk usturası Yaşar Nuri, siyasetle dini kesin çizgilerle birbirinden ayırır:

“Siyaset, insanın tavrıdır. Bu anlamda Kuran mümini de siyaset yapar. Ama bunu yapma hakkı, o kişiye İslam’a sıfat ekleme yetkisi vermez. İslam İslam’dır… Din anlamında İslam, Allah’ın faaliyetlerinden biridir; siyaset ise insanın faaliyetidir… Siyasal İslam adına hareket eden köktenci hareketler belirgindir ve dikkat çekici politik etkiler yaratır. Ne var ki bu hareketler, görünenden çok derin ve engin olan dinsel eğilimlerin sadece yüzeysel dalgalarıdır. (Huntington, The Clash of Civilizations, s. 96.) Bunun içindir ki siyasal İslam, din adına ortaya çıkarıp temsil ettiğinden çok fazlasını ve çok daha önemlisini boğup yok etmiştir.(2)

Muhafazakâr İslam mantığı, Kuran’a ve İslam’a aykırı olarak, her konuda olduğu gibi kadın konusunda da hakikatlerin üstünü örtmüş; kadını İslam dünyasında aşağılayan bir literatür oluşturmuştur. Yaşar Nuri, klasik ve modern İslam bilimlerine olan vukufiyeti ile kadın sorununa eğilmeden edemezdi. Nitekim onun Kuran’a dayalı, ustura kadar keskin ve derin bilgisi, kadın üzerinden oluşturulan sözde-dini anlayışlara meydan okumuştur.

“Allah ile aldatma zulmünün en ağırları kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. İslam dünyası bu bakımdan bir ‘cehennem manzarası’ arz ediyor. Türkiye’de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı(3) aracılığıyla, Allah ile aldatma aracı gibi öne çıkarılmaktadır… İslam dünyasında kadın haklarıyla ilgili bugünkü kabullerin tamamına yakını, vahiy kaynaklı tespitler değil, Hıristiyan konsillerinin kararlarını andıran ulema fetvalarıdır.(4)

“Helal kesim”, “Hile-i Şer’iyye” gibi kavramlarla aldatılan masum dindarlar, din namına uydurulan bu ticari ve hukuki kavramlar yoluyla aldatılmaya devam etmektedir. Filozofumuz helal gıda söyleminin kalpazanlıktan başka bir şey olmadığını belirtir. “Oysaki değil bir mezhebin fetvası, Ehlikitap diye anılan Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri etler, hiçbir kayıt ve şart aranmaksızın yenir; helaldir.”(5)

Hile-i Şer’iyye, “Allah ile aldatmanın şeriat kılıfı”dır. Yaşar Nuri, bu hukuki ve ahlakî hile yolunu, hikmet-i teşriiyeden ayırır: “Hikmet-i teşriiye ile hile-i şer’iyyenin yer değiştirmesi, Kuran gerçeğinden nasiplenmenin yolunu tıkayan bir zulümdür.”(6)

Hile-i şer’iyye, dinciliğin “kitabına uydurma, gerçeği eğip bükme ve pratik çıkarlara fıkhı kullanarak kılıf arama”nın adıdır. Oysa hikmet-i teşriiye, Kuran’ın hükmettiği açık ve seçik meselelerde ilahi anlamın derinliğine işaret eder. Başka bir deyişle, meşruiyet kılıfı uydurmak yerine, “uyulacak ve uygulanacak kural ve buyruğun akıl ve din açısından gerekçelerinin bulunmasını gerekli görür.”(7)

BİLİMSEL USTURA

Din bilgini ve yetkin bir hukukçu kimliği yanında, filozofumuz, Osmanlı ve dünya tarihini, modern sorunlar açısından yeniden yorumlayacak birikime de sahiptir. Son dönem Osmanlı tarihinden Cumhuriyet tarihine intikal eden dinî, hukukî ve tarihsel sorunları kendine has diyalektik yöntemiyle analiz eder. Dünyadaki dinci hareketleri çok yakından bildiği anlaşılmaktadır. ‘Atatürk Cumhuriyeti’ne yönelik emperyalist dinci söylemlerin en çok laiklik karşıtı mugalâtalarına bilimsel, felsefî ve kültürel ustura vurur.

Sürekli yinelediğim bir sözüm vardır: “Laiklik, özellikle İslam dünyasında, Müslüman’ı Müslüman’dan korumaktır.” Başka bir türlü denilirse, laiklik, Müslüman’ın diğer Müslüman’ın elinden, dilinden ve davranışından emin olmasını sağlayan bir insani sözleşmedir.

Filozofumuz ülkemizde laiklik karşıtı eylem ve söylemlerin Allah ile aldatmanın tehlikeli bir boyutu olduğunun altını çizer. “Allah ile aldatanların ilk saldırı hedefleri ve din adına en çok sövüp saydıkları değer, laikliktir”. Nedenini şöyle açıklar: “Çünkü Müslüman dünya için uyanış, diriliş, demokrasi ve özgürlüğün ilk şartı laikliktir… Allah ile aldatanların Atatürk karşıtlığının sebebi de Atatürk’ün asırlardır beklenen uyanışı getirmiş olmasıdır.”(8) Ahmet Taner Kışlalı’dan yaptığı alıntıda, laiklik karşıtlığı noktasında sağ yobaz kanatla sol yobaz kanatın birleştiğini vurgular. İlki, laiklik yerine dini, ikincisi de din yerine laikliği tercih eder. Oysa filozofumuz “çare, Muhammed ile Mustafa’nın birlikteliğini, tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, kurmaktır.”(9)

SONUÇ

Türk usturası filozof Yaşar Nuri, uzmanlık alanının genişliği ve derinliği ile çağımız Türk-İslam düşüncesine damgasını vurmuştur. Yalnız Türkiye’de değil, neredeyse dünyanın her köşesinde adından söz ettirmiş; eserleri çeşitli dillere çevrilerek görüşleri dikkatle ve ilgiyle takip edilmiştir. Hatta yurtdışında daha fazla yankı uyandırmıştır. Vefatıyla birlikte bıraktığı ölümsüz eserleri, İslam dini ile laiklik barışını yeniden tesis edebilecek genç aydınlar tarafından okunacak, değerlendirilecek; fikirleri eleştirilerek daha ileriye taşınacaktır.

Macit Fahri’den çevirdiğim “İslam felsefesi, kelamı ve Tasavvufuna Giriş”(10) adlı eserinde, Fahri, İslam düşüncesinin üç temel daldan meydana gelmiş olmasını, çalışmasının başlığı olarak seçmiştir. Bu tercih boşuna değildir. Gerçekten de İslam düşüncesi, felsefe, kelam ve tasavvuftan doğmuştur demek, yanlış olmaz.

Yaşar Nuri, İslam düşüncesinin bu üç temel kaynağına klasik ve modern yönleriyle vakıf bir din bilgini, sosyoloji, hukuk, psikoloji ve siyaset biliminde de bu vukufiyete sahip bir düşünürdü. Din bilimleri ile insan bilimlerini birleştiren derinliği ile keskin bir felsefe usturasına sahipti. İslam dinini, Kuran’ın vahyedilişinden bu tarafa sarıp sarmalayan tefsir, fıkıh, hadis, kelam gibi din bilimlerini eleştirerek Türkiye’de hem aydınların hem de halkın anlayacağı düzeyde açıklamış; “anlaşılmazlık” sütresi ardına gizlenen İslam hakikatlerinin herkesin aklı ve mantığına sunmayı başarmıştır. Tartışmaların en yoğun olduğu tasavvuf alanında, hiçbir keskin ve önyargılı tutumu benimsememiş; onun Türklere özgü bir din yorumu olduğunu vurgulayarak, “Milli Türk ahlakına bir yol” olabileceğini işaret etmiştir. Tasavvuf, diğer Müslüman halklardan farklı olarak neredeyse sadece Türklere ait bir ahlâk yorumudur, diyebilirim. Ancak Yaşar Nuri’nin tasavvufu getirdiği bu nokta, daha ileriye götürülmeye muhtaçtır. Kanaatimce tasavvuf, Türk milli ahlakının en önemli kaynağıdır. Bu kaynağın kavramsallaştırılmaya ve sistemleştirilmeye ihtiyacı vardır.

Geleneksel İslam fıkhının bugünkü Müslümanların sorunlarını çözmeye yeterli olmadığını somut örneklerle göstermiş olması, Yaşar Nuri’nin başarılarından bir diğeridir. Ancak yeni bir fıkha ve çağdaş bir İslam hukuk felsefesine doğru çalışmalar yapılması gerekmektedir.

Felsefe tarihi ve felsefe yapma yöntemleri konusunda filozofumuzun pek çok çağdaşına göre daha donanımlı olduğu kuşku götürmese de, dini bilgileriyle ile insan bilimleri bilgisini birleştirip çağdaş sorunların çözümüne katkıda bulunabilecek bir felsefî görüş ortaya koymayı nihai amaç olarak belirlediğini, eserlerindeki satır aralarından çıkarabilmek mümkündür. Nitekim “Tanrı’dan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç Deizm”(11) başlıklı çalışmasını, bunun ilk basamağı olarak yorumluyorum. Ne var ki, bugün, Türk aydınlarının, onun çalışmalarını aziz ilmi ve ahlaki mirasını sahiplenerek devam ettirmesi, Atatürk usturalarının Yaşar Nuri ile sonlanmadığını göstermek açısından, ilmî-irfanî bir görev olarak telakki edilmelidir. Post-Yaşar Nuri aydınlanma hareketi, bu geçişin adı olacaktır.

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, çağdaş bir Türk filozofuydu. Bundan tam dört yıl önce ölümüyle Türk ve İslam dünyasından parlak bir yıldız kaydı. O, Türk milletinin çağdaş bilgini ve bilgesidir.

Son nefesine kadar Atatürk Cumhuriyeti’nin bilim, akıl ve çağdaşlaşma yolunda karanlıklarla mücadelesine bütün varlığıyla katıldı. En çok, Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi gibi özgürlükçü, aydınlanmacı ve şeffaf yayın organlarında Türk halkı için aydınlatıcı bir meşale olmaktan mutluydu.

İslam şeref ve haysiyetini, kendi onursuzluklarıyla karartmaya çalışan sözde din adamlarının korkulu rüyası Yaşar Hoca… Işıklar içinde uyu. Atatürk Cumhuriyeti için ömrünü vakfettiğin aydınlanma mücadelesinin takipçisi ve neferi olarak bayrağı bizler devralıyoruz.

Son nefesine kadar Atatürk Cumhuriyeti’nin bilim, akıl ve çağdaşlaşma yolunda karanlıklarla mücadelesine bütün varlığıyla katıldı. Birbirine zıt her türlü siyasi atmosferde yaşadı, ama hiçbir zaman fikir ve düşüncelerinden ödün vermedi. O, düşünce hazinelerinin anahtarıydı. Cehalet ve her türlü yobazlığa, din simsarlığına ve ahlaksızlığa karşı gücünün ötesinde savaştı.

Yalnız Türk halkını değil, tüm İslam âlemini aydınlatmak için birbirinden değerli kitaplar yazdı, televizyon, radyo programları yaptı, konferans, seminer ve panellere katıldı. Bir insan gücünün sınırlarını sonuna kadar zorladı. Ama herkesin tahammül edemeyeceği bu mücadele temposundan bir gün olsun şikâyetçi olmadı. Hiçbir mevki, makam, zenginlik Yaşar Hoca’ya, aydınlatma savaşından daha sevimli gelmedi. Yaşar Nuri Öztürk, Türk aydınlanmasının öncüsüydü. Atatürk Cumhuriyeti’nin yılmaz, korkmaz ve geri adım atmaz nadir savunucularındandı. O, İslam şeref ve haysiyetini, kendi onursuzlukları ve haysiyetsizlikleriyle karartmaya çalışan dinci ekiplerin korkulu rüyası, gerçek dindarlığın resmini çizebilen gerçek bir dindar, gerçek bir din âlimiydi.

DÜŞMANLARI BİLE SAYGI DUYARDI

Kurtuluş Savaşı dönemini aratmayacak bu bunalımlı günlerimizde, Yaşar Nuri, bir Farabi, bir İbni Sina, bir Rıfat Börekçi idi. Felsefeden din bilimlerine, hukuktan modern Batı düşüncesine uzanan bilgi ve düşünce atlası, yalnız aydınlık dostlarının değil, düşmanlarının bile takdirini toplayacak düzeyde ve derinlikteydi. İslam dinini cehaletlerinin düzeyine çekmek isteyen Hocayı hiç sevmediler, en azılı düşmanı oldular. Ancak karşısına çıkabilecek ne yürekleri vardı, ne de bilgileri…

Yaşar Nuri Öztürk, sönmeyen bir aydınlık meşalesiydi. Bu meşale bizi her yerde aydınlatıyordu. Rahmetli, en çok Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi gibi özgürlükçü, aydınlanmacı ve şeffaf yayın ve basın organlarında meşale olmaktan mutluydu. Eskilerin deyimiyle ‘‘kaht-ı rical’’ yani ‘‘adam kıtlığı’’ yaşadığımız bu dönemde Yaşar Hoca’nın yokluğunu gittikçe daha derinden hissedeceğiz. Rahmetli Uğur Mumcu’nun dediği gibi Yaşar Nuri Öztürk, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlara meydan okurdu. Dini, ülkesine ve ulusuna karşı silah olarak kullananlar, karşısına çıkamazlardı. O, bilgi, fikir ve cesareti şahsında toplamış bir cesur yürekti. Yaşar Hoca, çağdaş Farabi’miz, İbni Sina’mız ve Rıfat Börekçimizdi. Dost düşman onu hep anacak; hatta arayacaktır. Beden, ebedî âleme intikal etmişse de sönmeyen bir aydınlanma ateşini bizlere miras bırakmıştır. Yaşar Nuri Öztürk’ü ben çağdaş bir İslam bilgini ve son dönem Türk filozofu olarak adlandırıyorum. İslam dünyası, Araplaşma sevdasına Yaşar Nuri’nin kıymetini bilemedi. Türkiye’de ise henüz çok az insan onun değerini anladı.

Ama eminim ki filozofumuzun değerini her zaman olduğu gibi önce dünya, sonra İslam dünyası anlayacaktır. Işıklar içinde uyu hocam, Atatürk Cumhuriyeti için ömrünü vakfettiğin aydınlanma mücadelesinin takipçisi ve neferi olarak bayrağı bizler devralıyoruz. Huzur içinde uyu, ruhun şad olsun. BİTTİ

Dipnotlar:

(1) A.e., ss.146-150.
(2) A.e. ,ss. 150-151.
(3) Bu konuda ayrıntılı bilgi ve tartışmalar için Şahin Filiz’in Cemaat Tarikat ve Kadın, Say Kitap, İstanbul 2016’ya bakılabilir.
(4) Bkz. Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye’yi Kemiren İhanet Allah ile Aldatmak, ss. 182-197.
(5) A.e. ss.231-259.
(6) A.e., ss. 250-251.
(7) A.e., A.yer.
(8) Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye’yi Kemiren İhanet Allah ile Aldatmak, ss. 337-340.
(9) A.e., ss. 378-379.
(10) Macit Fahri, İslam Felsefesi Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, Çev. Şahin Filiz, İnsan yayınları, İstanbul 2002.
(11) Yaşar Nuri Öztürk, Tanrı’dan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç Deizm, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2015.
Son Dakika Haberleri